“Heyy İvan ! Haydi şimdi gidiyoruz. Şimdi diyorum ivan. Güneş bize sırtını dönmüşken, deniz her yerinde ayak bileklerimize geliyorken. Yani şimdi. Şimdi hayal kuralım.
Korkma İvan, her zaman olduğu gibi yıkacaklar diye korkma.
Tanrı dünyayı insanlara bıraktığında belliydi zaten birilerinin hayal kurarken birilerinin de kurulanları yıkmaya çalışacağı.
Haydi İvan! Ne sandala gerek var ne küreğe. Meyve toplar yeriz. Kıymayız güzelim balıklara.
Sarılırız üşümemek için, ama yakmayız bizi doyuran ağaçları ve her dolunayda da hayal kurarız, haince yıkılsın istemeden…
Haydi kardeşim. Şimdi…”
Bu sesleniş bana ait değil. Atölyemizin yeni hayata geçirdiğimiz birimi “Stüdyo A”nın üyelerinden Burak Tanay’ın kaleminden çıkma. Tiyatro kökenli olan, deneme ve anlatıların yanı sıra kâğıtlarına oyunlar ve şiirler de döken Burak’ın Web sayfamızda da yer alan iki kısa denemesinden biri. Aslında bu satırları ben yazmış olmayı çok isterdim – belki de buraya almam o yüzdendir; yani alıntılarken, birkaç dakika olsun onları ben yazmışım gibi hissetmek için!
“Heyy İvan! Haydi şimdi gidiyoruz. Şimdi diyorum İvan.Güneş bize sırtını dönmüşken, deniz her yerinde ayak bileklerimize geliyorken. Yani şimdi. Şimdi hayal kuralım…”
Ve yorumluyorum. En azından bu yolla biraz olsun çalabilirim onları kendi dünyam için. Barıştan yana bütün dünyalar için. “Heyy İvan!” – vurgulu bir çağrı, hem de nasıl! Burak burada, bizimle. Cuma akşamları “Stüdyo A” toplantıları için Moda’daki bir çatı katında, evimde, bir dostluk ve sevgi dergâhı halinde bir araya geldiğimizde, hepimizle. Ama İvan’lar çok uzakta. Denizlerin ötesinde, toplarını barıştan çok uzak birbirlerine çevirmiş gemilerin güvertelerinde. O yüzden “şimdi” gitmek, bu yürekliliği, “şimdi” barışa adım atma yürekliliğini barıştan bunca uzağa düşmüşken gösterebilmek çok önemli.
“Şimdi hayal kuralım…”
Evet, barışın hayalini şimdi, yani dünya barışının sofralarına bir yerlerde, sanki bizimkisi ile ilgisiz dünyalarda kan kırmızısı örtüler serilmeye başlamışken, denizleri ayak bileklerimize çekebileceğimiz kadar bir yakınlıkta kurmaya başlamaz isek eğer, başlayamaz isek, o zaman çok geç olabilir.
Barışın hayalleri, kulaçlarımızla erişemeyeceğimiz kadar uzaklara sürüklenebilir. Barışın masmavi dalgalarında kulaç atıyoruz derken, ellerimizde kan rengini görebiliriz.
Evet, korkmamalıyız. Ne biz korkmalıyız, ne de İvan’ın, İvan’ların korkmasına meydan vermeliyiz. “Tanrı dünyayı insanlara bıraktığında belliydi zaten…” Tanrı belki de bilmişti zaten emanetini bıraktıklarının bir gün gelip hayal kurmaya son vereceklerini, hayal kurmak, hayaller boyu sevmek ve tüm kanlı gerçeklerin yerine hayalleri geçirmek – evet, Tanrı bilmişti belki de bütün bunları becermeye gücümüzün yetmeyeceğini, daha doğrusu, gücümüzün yetip yetmeyeceğini sınamak kadar bile yürekliliğe soyunamayacağımızı belki de bilmişti. Belki de bunun içindi Nietzsche’nin “Tanrı öldü artık! Şimdi ‘Üstün İnsan’ var !” demesi de bir tanrıtanımazlığı seslendirmek için değil, fakat Tanrıyı insanca yaşamayı becerememenin vebalinden kurtarmak içindi, kim bilir!
Oysa insanın yeniden insana, insanlığına kavuşabilmesi için gerçekte “Ne sandala gerek var ne küreğe…” Dahası, bu yolculuk boyunca aç kalmayalım diye “güzelim balıklara” kıymamıza da hiç gerek yok. “Meyve toplar yeriz…” İşte o kadar.
Yetmez mi?
Yeter ki hep inanalım İvan’ların bizi beklediğine! Onların gözlerine bakmadan ışıkların söneceğine yeter ki hiç inanmayalım. İşte o zaman “her dolunayda da hayal kurarız, haince yıkılsın istemeden … Hyadi kardeşim. Şimdi…”