4 Şubat günü Başbakan’ın Meclis grubunda yaptığı konuşmanın bir bölümü fazla dikkati çekmedi. İstiklal Savaşı sırasında Denizli Müftüsü Hulusi Efendi’nin sözlerini tekrarlayarak, “düşman istilasına karşı mücadele etmenin her Müslüman için farz-ı ayn (Allah’ın emri) olduğunu” söyledi. “Sırat-ı müstakimde (doğru çizgi) yürümeye devam edeceğiz” dedi.
Buraya kadar demagoji olabilir. Fakat ardından gelen sözler önemli: “Herkes yeni bir Misak-ı Milli’de buluşmalı ve bu Misak-ı Milli’nin hedefi doğrultusunda elinde ne varsa, heybesinde ne varsa bu mücadeleye katılmalı.”
Misak-ı Milli, ulusal yemin anlamına gelir ve ulusal sınırları belirlenmiş bir coğrafyayı tanımlar. Stratejik Derinlik adlı kitabında Davutoğlu’nun yeni misak-ı milliden, tarihi Osmanlı imperiumunu kapsayan güneyde bir Sünni etki alanı yaratmayı ve büyük güçleri bu yönde ikna etmeyi anladığını biliyoruz.
Doğrusu ben bundan vazgeçtiklerini sanıyordum. ABD emperyalizminin Ortadoğu’nun bir bölümüne nizam veren taşeronu olma şansını kaybettiklerini; Ukrayna krizi savaşa doğru evrilirken Çeçenistan sorununun yeniden alevlenmesinden çekinen Rusya’nın ve radikal Sünni İslam’ın dünyanın başına bela olduğunu gören ABD’nin bunu istemediğini anlamış olmaları gerekirdi. Aslında, makul ölçülerde düşünüldüğünde, mevcut anayasayı ihlal ederek fiili bir başkanlık sistemi kurmamaları, emperyalist sistemin mutemet adamı Abdullah Gül’ü partinin başına geçirip RTE’nin Çankaya Köşkü’nde sıradan cumhurbaşkanlığına razı olmaları da beklenirdi. Fakat emperyal niyetlerinden, “yeni misak-ı milli”den vazgeçmedikleri görülüyor.
ABD’nin Mart-Nisan aylarında Musul’dan başlayarak bölgede IŞİD’e karşı bir askeri harekâta girişeceği anlaşılıyor. ABD Savunma Bakanı Ashton, “Bu konuda söyleyebileceğim tek şey, harekâtın Irak önderliğinde ve ABD desteğinde olacağıdır. Harekâtın başarılı olabileceği bir zamanda başlatılması önemlidir” dedi (Reuters, 20.02.15). ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı da “bahar taarruzu” için yirmi bin Iraklı ve Kürt askerinden oluşan bir gücün gerekli olduğunu açıkladı (National Post, 19.02.15).
Devre dışı kalmaktan korkan Hükümet, türbe taşıma olayı sırasında PYD’yle işbirliği yaparak bölgedeki Kürt kantonlarını tanıdığını ve Kürt koridorunun açılmasına karşı çıkmayacağını göstermiş oldu. Eğit-Donat önerisini hemen kabul edip işe başladılar, Kara Kuvvetleri Komutanı’na sırf bu nedenle ABD’de madalya taktılar; bu arada Irak’la Türkiye arasındaki diplomasi trafiği arttı.
Bütün belirtileri bir araya getirdiğimizde, AKP hükümetinin seçimlerden önce ABD’yle birlikte karadan ve havadan Musul harekâtına katılmaya çalışacağını, bunun için çabaladığını, çeşitli diplomatik temaslar kurduğunu ve jestler yaptığını söyleyebiliriz. Yeni bir 1 Mart tezkeresi (2003) olayı yaşamak, bölgedeki askeri harekâtın dışında kalmak istemiyorlar ve bunun bölgeye ilişkin emperyal niyetlerinin ve “yeni misak-ı milli” hayallerinin sonu olacağını düşünüyorlar.
Fakat ABD Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper aynı fikirde değil; “Türkiye hakkında iyimser değilim” diyor. ABD Senatosu’nda soruları yanıtlayan Clapper, Türkiye’de yabancı savaşçılar (IŞİD) için “hoşgörülü bir ortam” bulunduğunu; Türkiye’nin “çıkarlarının ve önceliklerinin farklı” olduğunu, “bölgedeki savaşçıların %60’ının Türkiye üzerinden geçtiği”ni söylüyor (Cihan HA, 27.02.15). Fiili Başkan, her ne kadar, “Gerek IŞİD terör örgütü, gerekse bölgedeki diğer terör örgütlerine karşı etkili bir mücadele önceliğimiz olacaktır” dediyse de (1.10.14) Amerikalılar ona ve hükümete artık inanmıyorlar. Bu arada, Türkiye’ye yönelik eleştirilerin, başkan yardımcısı ya da savunma bakanı tarafından değil de, istihbarat şefi tarafından dile getirilmesi kapının aralık tutulduğunu gösteriyor olabilir.
Hipotetik olarak belirtmek gerekirse, dış politikada meydana gelen tıkanma, başka deyişle düvel-i muazzamanın hükümeti güvenilir bir müttefik olarak görmemesi, yaklaşan savaş (hem Ukrayna’da hem de Ortadoğu’da); iktisadi kriz, mali yapının sürdürülememesi (Merkez Bankası krizi); anayasanın sürekli ihlali ve iktidar partisinin içindeki kargaşa ve nihayet “iç güvenlik paketi”nin yarattığı isyan dalgası, yeni bir sayfanın seçimlerden önce ya da hemen sonra açılma olasılığını güçlendiriyor.
Birileri çıkıp “Memleketimiz, devletimiz hufra-i inkıraz ve pençe-i izmihlaldir” (uçurumun kenarında ve yıkımın pençesinde) diyerek, farz-ı ayn’ı iptal edebilir ve hükümetin sırat-ı müstakim’ini bozabilir. ABD’nin bölgesel planlarını dikkate almak ve hükümetin maceracı siyasetine direnmek gerekir.