Tarihsel mücadelenin açıkça çoğu zaman belirtilmese de, eşitlik için mücadele olduğunu söyleyerek başlayalım. Tarihin sorunları ve dinamiklerinin çokluğu karşısında eşitlik mücadelesine başa koymak, fazla indirgemeci ve dışlayıcı bulunabilir. Hatta, eşitlik yerine asıl olan özgürlüktür denilerek başka bir kavram da önerilebilir. Sık sık yapılan önerilerden biri de zaten budur. Ancak bu liberalizmdir, sosyalizm değildir.
Burada Marks'a bağlı kalarak şunu da diyebiliriz. Sınıflar ve sınıf mücadelesi ile, sosyalizmin sınıf ilişkilerini kaldırma mücadelesi eşitliğin özüne yönelik bir mücadeledir. Açıktır, sınıfsal ilişkiler sürdüğü sürece, insan insanla eşit olamaz. Elbette burada birey olarak insandan çok, toplumsal insandan, toplum içinde insandan, bahsediyoruz.
Önce önemli ve zarar verici bazı sorunlara değinelim: Eşitlik benzerlik ya da talep olarak benzeşme demek değildir. Tam tersi, farklılaşabilmek için de eşitlik gerekir. Eşitlik farklılaştıran bir ilişki biçimidir. Farklılaşmak için özgür olmak, bunun için de eşit olmak gerekir.
Kadınla erkek eşitliğinde olduğu gibi, kadının kendini özgürce, bağımsız olarak gerçekleştirmesi, erkekle eşit olmasını gerektirir. Bu türden bir eşitlik geliştiğinde, kadın erkeğe benzemez, tam tersi, ondan farklılaşma olanak ve yeteneği kazanır. Daha da ilginci, erkek kadın eşitliği, kadınlar arası eşitlikle birlikte de gelişir.
Başka bir ortamda yazmıştık, tekrar değinelim. Örneğin, türban, hem erkek kadın arası varolan eşitsizliği arttırıyor, hem de kadınlar arası olan eşitsizliği. Bu bağlamda da, türbanla birlikte kadınların özgürlüklerini kaybetmeye başladığını kendimizce tespit etmiştik. Yaptığımız, özgürlüğü de eşitliğe göre tanımlamak, doğrusu, özgürlüğün eşitliğin bir yönü, parçası olduğunu söylemekti.
Türkiye'de ve dünyada, liberal bir feminizm, illet gibi yayılmış, zaten berbat durumda olan erkeklere benzemenin kadınları özgür ve eşit kılacağı propagandası yapmıştır. Erkeğin sahip oldukları kadınlara da sunulursa, bir tür eşitlik ve özgürlük gelecektir. Oysa, istenilen erkeklerin hakim olduğu dünyaya kadın katılımını arttırmak, düpedüz var olan ilişkilere kadınları ortak etmek anlamı taşır. Milletvekilliğinin, yönetici konumların, iş dünyasının daha fazla kadına açılması, kadını erkekle eşit yapmaz. Olsa olsa, bazı kadınları erkekler alemine katıp, bir de kadınlar içi eşitsizliği arttırır. Hatta daha kötüsü, kadınları erkekleştirmek anlamına da gelebilir.
Benzer hatalar, ahlak dünyasında da elbette yapılıyor. Mevcut erkeksi ahlaka kadınları da eşit olarak katsak ne olur? Örneğin kadınların çalıştığı genelevler yanında, erkeklerin çalıştığı genelevler de olsun mu? Çok saçma, çok iğrenç olur değil mi? Oysa sorun, kadınlara uygun görülen bu dünyayı değiştirmek değil midir?
Eşitlik, özgürlüğü kapsayan, özgürlüğü gerçek toplumsal ve tarihsel tabanına oturtan, daha üstün, daha derin bir ilkedir. Özgürlük ve hak mücadelesi olarak görülen mücadeleler aslında başkalarının tadını çıkardığı özgürlük ve hakları istemektir. Tarihte tüm özgürlük ve hak mücadeleleri, azınlığın ayrıcalıklarını genelleştirme, evrenselleştirme, toplumun diğer kesimlerine yayma mücadelesidir. Tipik örnek, bugün kullanımda olan demokratik politik hak ve özgürlüklerdir. Bu hak ve özgürlükler daha önce bazı kesim ve zümrelerin elinde zaten vardır. Sadece oy verme hakkını, düşünceyi ifade etme özgürlüğünü düşünelim. Liberalizm bu tür hakların genişlemesini, özgürlüklerin genişlemesi, artması olarak görür. Oysa, bir sınıf ya da zümrenin zaten kullanımında olan hak ve özgürlükleri başkalarına da vererek, bir olanağın eşit dağılımına ulaştık. Biz sosyalistler burada bazılarının ayrıcalığı olarak zaten varolan özgürlük ve hakların eşitlenmesini görmek durumundayız. İlerleme de, zaten eşitliğin kabulü, kabul ettirilmesiyle, gerçekleşmektedir.
Ancak, eşitlik talebi nereye, nerelere uzanabilir? Eşitlikle gelen, ya da eşitliğin bir özelliği olarak özgürlük taleplerinin sınırları var mıdır?
Sadece fırsatların değil, olanakların eşitliğini sağlamak yönünde her mücadele bizi sosyalizme yaklaştırır. Demokrasi olarak eşitlikten, toplumsal olarak eşitliğe ilerleriz. Liberallerden farkımız, uzlaşmazlığımız burada açıktır. Biz olanakların eşitliği derken, onlar, liberal özgürlüklerin "sosyal ve ekonomik" hak ve özgürlükler, -üstelik de sosyal ve ekonomik kavramlarını kullanarak- gerektirdiğini söyleyerek, konuyu yine eşitlik bağlamından koparıp, bireysel özgürlükler alanına geriletirler. Biz eşitlik dedikçe, daha doğrusu bunu kastedip mücadele ettikçe, onlar bizi yine liberal bireysel özgürlük alanına çeker. Oysa biz yine eşitlik talep etmiştik. Bir şeyler elde ettik yine de, ama, sadece bazı "haklar" düzeyinde. Onlar da bu "haklar" dolayımıyla bizim liberal bireysel özgürlükleri daha fazla gerçekleştirme olanağına sahip olduğumuzu düşündüler. Elbette, kastettiğimiz eşitlikti ve kısmen bunu başardık da. Ancak, karşı taraf hala özgürlük deyip duruyor. Eşitlik mi, parça parça , kısmen, tehlikesiz olacak biçimde. Hatta, bu özgürlük, sadece liberal bireysel özgürlük kavramını daha da güçlendirmedi, bir de, üretimle bölüşüm ilişkisini biraz daha az çatışmalı hale getirdi. Bu da, piyasanın çatışmalardan kısmen özgür kalması olsun!
Biz ne aldık, onlar bir taraftan özgürlüğün maddi desteklerle güçlendirildiğini düşünürken, biz eşitliğin biraz daha arttığını sandık. İyi ama, kazancımız örneğin emeklilik hakkı, özgürlüğü idi, ancak, hem daha uzun hem daha "verimli" çalışmak durumundayız, bir de ücretlerimizden kesintiler yapıldı. Emeklilik ödemelerimizi bize biriktirdiler. Daha verimli olarak daha fazla artı değer ürettik ve bu fazlalığın bir kısmını da prim biçiminde kesip merkezi fonlar oluşturdular. Bu fonlar da para sermaye, ya da kredi olarak genel sermaye birikimine aktarıldı.
Sosyal ve ekonomik haklar ve özgürlükler, aslında eşitlik mücadelesinin bir parçası olarak değil, hak ve özgürlük düzeyinde, biçiminde, hatta daha da kötüsü, içeriğinde, düşünülmüş ve böyle mücadele edilmiştir.
Şu yapılabilir miydi? Örneğin, biz de sizin sahip olduğunuz gibi, kendimize ayıracağımız zaman talep ediyoruz! Biz de sizin sahip olduğunuz şunu şunu istiyoruz. İşte ancak biz de böyle bir eşitlikle ancak, sizin gibi özgürlüğün hakkını verebiliriz! Biz de sizin çocuklarınız gibi, çocuklarımızın şöyle şöyle okullarda okumasını istiyoruz! Biz de, yılda şu kadar tatil yapmak istiyoruz! Biz de, biz de...En azından yavaş yavaş...
Eşitliğin özgürlüğü kapsadığını, onu yarattığını, onu maddi içerik yanında "manevi" içerikle donattığını, stratejik olarak sosyalizmi liberalizme karşı üstün kıldığını ve tüm "özgürlük" ve "hak" talep ve eleştirilerinin eşitliğin "diline" çevrilerek yol alabileceğimizi söylemeye çalıştık.
İfade, propaganda ve örgütlenme özgürlüğü mü istiyoruz, yapmamız gereken, bu özgürlükten yararlananlarla eşitlik talep etmektir. Özgürlük sınıflı toplumda her zaman bir ayrıcalıktır ve bu ayrıcalığın kaldırılarak herkese sunulması gerekir.
***
Kürt Sorunu'na bir eşitlik bir de özgürlük bağlamında bakalım! Kürt Sorunu, bizim sunduğumuz çerçeveye göre Kürtlerin Türklerle eşitlik kurma mücadelesidir ya da öyle olmaldır. Yok eğer, “hayır Kürt Sorunu Kürt halkının 'özgürlüğü' sorunudur” denirse, “bu özgürlük nasıl sağlanır ve ne işe yarar” diye sormalıyız!
Sosyalistler için esas olan eşitliktir, çünkü sınıf mücadelesi, eşitlik mücadelesidir. Bu mücadele büyük Marks'ın dediği gibi, nihayetinde sınıfsal ilişkilerin kaldırılmasına doğru gelişir.
Özgürlükse eşit ilişkiler kuruldukça ortaya çıkar ve "hak" olarak "verilir". Eşitlik talebi ve mücadelesiyle desteklenmedikçe de, "hak" olarak kalır.
***
Özgürlüğün yolu, eşitlikten geçmektedir. Özgürlük ancak eşitlik kaidesi üzerine inşaa edilebilir.
**
Umarız Marksist sosyalist olmayı, açık ya da gizli, ya da bilmeden, liberal olmaktan ayıran esas yaşamsal ve stratejik çizgiyi gösterebildik.