Cumhuriyet müziğimizin önemli çınarlarından birini yitirdik. Besteci, yazar, ressam ve hukukçu Ertuğrul Oğuz Fırat aramızdan ayrıldı. Hayatının çeşitli dönemlerinde, farklı sanat alanlarında eserler üreten Fırat, çeşitli sanat disiplinlerindeki ustalığıyla sanatsal üretim yapmak isteyen gençlere de ilham veriyordu. Tek bir alanda uzmanlaşmanın giderek zorlaştığı bir dönemde, birbirinden bağımsız alanlarda uzmanlaşabilmek ve bunu kendi kendine başarabilmek bir sanatçı için ulaşılması güç bir hedef olarak göze çarpıyor.
1979 yılında yargıçlıktan emekli olan Fırat, yerleştiği Ankara'da, evinde haftada birgün çağdaş müzik buluşmaları düzenliyordu. Çağdaş sanatın ateşini, anadolunun pek de bereketli olmayan sanatsal coğrafyasında yayıyordu sanatçımız. Özellikle 1980 ve 90'lı yıllarda Fırat'ın evi Ankara'lı sanatçıların uğrak noktasıydı. Konservatuvar öğrencilerinin ve müzikseverlerin özellikle sevip saydığı ve faydalandığı bir sanatçıydı. Öğrencileri arasında Fazıl Say, Muhittin Dürrüoğlu Demiriz, Onur Özmen gibi sanatçılar yer almaktadır.
Ertuğrul Oğuz Fırat'ın cenaze töreni, farklı çevrelerden sevenlerinin katıldığı mütevazi bir törendi. Değerli sanatçımız, çelenk dahi istememiş, yalnızca kurucusu olduğu “Öncü Sanatı Koruma Derneği”ne bağışta bulunulmasını istemişti.
Bu kendini öne çıkarmama durumu asla tesadüf değildi Ertuğrul Oğuz Fırat hocamızda, eserlerinin başlıkları ve konuşmaları da, kariyerizmden hoşlanmayan sanatçının konumunu yansıtıyordu: 1999 yılında yayınlanan antolojik eseri “Umursanmamış” ve 2013 yılında Ankara'daki Sevda Cenap And Vakfı'nın her yıl bir müzikçiye verdiği “Onur Ödülü Altın Madalyası” törenindeki konuşmasını örnek olarak verebiliriz. Burada Fırat “yapıtları seslendirilmiş, eserleri sergilerde boy göstermiş bir sanatçı değilim... Öyleyken kurum bana bu madalyayı verdi...” diyerek, topluma ve bizlere acı gerçekleri tüm çıplaklığı ile anlatıyordu. Dostu, değerli çağdaş müzikçimiz,besteci İlhan Usmanbaş önerdiği için bu ödülü kabul ettiğini belirtiyordu.
Kendi kendini yetiştirmiş (otodidakt) bir sanatçı olarak cumhuriyetimizin kuruluş dönemindeki ruhu yaşayan ve yaşatan son sanatçılardan biriydi belki de... Ne Fırat hocamızın, tam olarak anlaşıldığını söyleyebiliriz, ne de eserlerinin yeterince dinlenildiğini. Ancak umarız eserleri sahipsiz kalmaz ve tarihin karanlığı içerisinde yok olmaz. Ertuğrul Oğuz Fırat hocamızın kurucusu olduğu derneğe-destek olmak artık tüm sanatçıların ve yurttaşların görevidir. Fırat'ın, unutulan bestecilerin yaşayabildikleri gibi, eserlerinin birgün yeniden keşfedilmesi ve yaygınlaşıyor olmasına, dolayısıyla yeni bir “rönesans” yaşayacağına inancımız tam.
Anadolu sanatçısı genellikle yalnızdır, anlaşılmaz. 1774-1840 arasında yaşamış, Alman erken romantik ressam Caspar David Friedrich'in yaklaşık olarak 1817 yılındaki bir resmi “Der Wanderer über dem Nebelmeer” (Sis denizinin üzerindeki gezgin) bunu anlatıyor. Geç-Romantik dönem bestecisi, Gustav Mahler (1860-1911) ile de sıkça birlikte anılıyor bu resim.Romantizmin en önemli temalarından “Yalnızlık” günümüzde ve ülkemizde sanatçılar için geçerli olmamalı, kültür-sanat alanında yapılması gereken bir sürü iş beklerken, sanatçılar “yalnız”, eserleri raflarda beklememeli.
Son olarak Ertuğrul Oğuz Fırat hocamızın, 1986 yılında piyano için bestelediği op. 77 “Ferenç Liszt'i Anış” eserini aşağıda dinleyebilirsiniz. 1986 yılı, ünlü Macar besteci ve piyanist Liszt'in ölümünün 100. yılı olarak, tüm dünyada kutlanıyordu. Değerli piyanistimiz İdil Biret eseri yorumluyor.