Türkiye’nin “İsrail ve Rusya hamlesi” gündemdeydi ki dün gece Atatürk Havaalanında korkunç bir terör saldırısı yaşandı. Yandaş, havuz gibi sıfatlarla normal bir yayın organından farklı olduğu belirtilmek durumunda olan kanallarda o sırada yorumcular, danışmanlar, ve türlü zat böbürlenmekteydi.
Hükümet edenlerin hükümet etme olanakları yüksektir, muhalefet zayıf ve baskı altında, basın yayın organları da emir ve komuta altındadır. Ama halka yalan söylemenin bir sınırı var. “İşte Türkiye’nin İsrail ve Rusya hamlesini çekemeyen dış istihbarat odakları…” diye başladığınızda ülkenizin kaderini çizmiş oluyorsunuz.
Türkiye’ye yönelik gerici terör tehdidi, hükümet destekli Suriye operasyonunun başarısız olduğunun ve Esad’ın düşmeyeceği anlaşıldığından beri gündemde. Yani kaynak belli. Ve bu kaynak ne yazık ki seçilmiş bir komşu ülke hükümetini baş düşman ilan eden politikayla ortaya çıkmış, beslenmiş, giderek kontrolden çıkmış bir kaynak. Tıpkı “baş düşman Sovyetler”e karşı en karanlık olan bile benim adamımdır diye Afganistan’da bu işi başlatan ABD gibi, sonrasında aynı yöntemi her kullananın sonunda elini yakan dinci terör…
Ayrıntılar çok sonra ortaya çıkar ama yabancı istihbarat destekli olup olmaması, teferruattır. Ülkemizde acımasız terörün mayası, emperyalizmin halkların kaderine çomak sokmasına alet olunmasıyla çalınmıştır. Saray hükümeti inceden inceye çok çalışıyor ama, suçu sabık Ahmet Davutoğlu’na atıp bu işten sıyrılamayacak gibi görünmektedir. Son haftalarda yaşadıklarımıza baktığımızda Saray’ın Türkiye’nin birkaç aydır yazdığımız ekonomik parametrelerinden korktuğunu ve kısa vadede referanduma gidemeyeceğini anlamış olması muhtemel. Putin ve Netanyahu ile olan hikayelerde kimin diz çöktüğünün önemsizleştirilebileceği, geçiştirilebileceği, bu riskin alınmak zorunda olduğuna kararı verildi. Tıpkı “öfkeli çocuklara, ılımlı özgürlük savaşçılarına…” silah yardımı kararı verildiği gibi, tıpkı Ruslara “hadlerinin bildirilmesi gerektiği” kararı verildiği gibi. Bir gecede ve bir odada.
Bir komuta odasında gerçeklikten kopuk kafaların verdiği kararlarla her sabah ben yaptım oldulara uyanan bir ülkede maalesef bazı sabahlar da bu vahşi terör eylemleri ile uyanmamızı olağan kılmak, bunu çıktığımız “2023 yolculuğunun” katlanılması gereken, alışmamız gereken ek maliyeti olarak lanse etmek istiyorlar.
Yalanlarını, kurgularını yemeyeceğiz tamam. Politikalarını kabullenmeyeceğiz o da tamam. Karanlık kafaların karanlık odalarda memleketi batırmalarına meydan okuyacağız evet. Solun sesini güçlendireceğiz evet. Peki bugün, hemen şimdi acil olarak neler yapabiliriz?
Acil ve hemen yapılabilir statüsünde görevlerimizden en önemlilerinden biri, üzerinde yalanlarını kurguladıkları olgu çarpıtmalarını düzeltmek gibi görünüyor. Suriye’de neler olup bittiğini ilkokul mezunlarının bile anlamasını sağlamak, Britanya’nın çatırdadığı için değil, ekonomisi iyi durumda olduğu ve Almanya’nın aşırı hakim olmaya başladığı birlikten ayrılma zorunluluğu gelip çattığı için ayrılmak istediğini göstermek, doğalgaz işinin İsrail ile yıllardır icra edilen ‘düşman kanka dansı’nın temel ekseni olduğunu açıklamak, Saray rejiminin yandaş sermaye finansman bağlantılarını masaya sermek… Zaten yapıyoruz denmesin, hep daha güçlü yapmanın yollarını aramak zorundayız.
Bunlar, kimin komplo kurduğundan, RTE’nin ne kadar ömrü kaldığından falan, hem çok daha önemli hem çok daha etkili. Sosyal medya ve internetin güçlü ve yaygın habercilik imkanlarını geometrik olarak artırdığı şu dönemde Saray rejiminin en çok medya ve gazetecilerle uğraşmasının nedeninin, bu reziliğin zayıf karnının burası, yani çarpıtılmış olgular olduğunu çok iyi anlamamız gerekiyor. Ülkemizde artık haberdar olma ve haberdar etme görevi de tümüyle Hazirancıların üzerindedir.
Yoksa destan yazıyoruz diye çocuklarımızın kanına girmeye devam edecek bunlar.