Doğu Avrupa’da 'Rusçuluk'

Rusya, Kanada ve Meksika’da askeri üsler açıp buradaki üslere askeri yığınak yapmaya kalksaydı ABD’nin buna tepkisi ne olurdu? Ya da Ortadoğu’daki İslamcı otokratik rejimleri açıktan açığa destekleyip bölgedeki cihatçı örgütlere de silah yardımında bulunsaydı AB’nin buna tepkisi ne olurdu? Peki Doğu Avrupa’da ki gerici-popülistler hükümetlere destek verirse buna bizim tepkimiz ne olur?

Öncelikle bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor. Nasıl ki, Ocak 1991’de Körfez Savaşı’na karşı çıktığımızda Saddamcı, 2011’de Libya’da da Kaddafici olmadıysak, 2017’de de taraflardan birini daha haklı bulduğumuz için de Esadcı ya da Putinci olmayız. Bununla birlikte, Ekim Devrimi ve sonrasında Sovyet deneyimi ile ilgili bu kadar haşır neşir olduktan sonra, hatta telaffuzu o kadar zor olmasına rağmen düzinelerce ismi ezberimizden bile sayabiliyorken, 1991’den bu yana Rusya siyasetine sadece dış politika ekseninden odaklanmak memleket solunun en büyük eksikliklerinden biri. Bir ülkenin dış ve iç politikasını birlikte ele almadığımız zaman yapılan değerlendirmelerin de hata barındırması olası. 2002 yılından bu yana yurtdışındaki solcuların Türkiye, AKP ve RTE hakkındaki yanılgılarının arkasında yatan en önemli etken, değerlendirmelerin sadece Türk dış politikası ile hatta Türk dış politikasının hamasi söylemlerle şekillendirilmiş palavraları ile sınırlı kalmış olması. 

Bu bağlamda, Rusya’nın iç politikası, Rusya’daki sınıf siyasetini odağa alan Rusya ve Putin değerlendirmeleriyle bir arada masaya yatırıldığında kesinlikle daha sağlıklı olacaktır. 

Doğu Avrupa’da dış politika ve iç politika birbirlerini bire bir etkileme gücüne sahip.

1991 yılında SSCB’nin dağılmasıyla birlikte NATO ve AB’nin Doğu Avrupa’ya yayılmasının önünde hiçbir güç bulunmuyordu. Putin 31 Aralık 1999’da Boris Yeltsin tarafından başbakanlık görevine getirilene kadar…

Liberalizm artık Rusya’da popülerliğini kaybetmiş, anketler SSCB’ye olan özlemin oldukça yaygın olduğunu gösteriyordu ve RFKP iktidara giderek yakınlaşıyordu. Putin RFKP’nin önünü kesebilmek için biçilmiş kaftandı: Eski Sovyet değerlerine sadık, Yeltsin gibi bir zibidiye benzemeyen bir mizaca sahipti. Nitekim ilk seçimde RFKP’nin %30 oyuna karşılık %52 oyla iktidardaki yerini pekiştirdi. RFKP yerine Putin’in kazanması NATO’yu rahatlatmıştı. Fakat devamında işler NATO’nun beklediği gibi gelişmedi. 

NATO ve Rusya arasında milenyumun başından bu yana artan gerilim 2014 yılında Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesiyle en üst seviyeye çıktı ve Rusya’ya çok ciddi yaptırımlar uygulanmaya başlandı. Bu yaptırımlar elbette ki en çok da Batı yanlısı olmalarına rağmen Rusya ile ticaret yaparak ekonomilerini ayakta tutan, dahası Batı yanlısı politikalarla halklarına bekledikleri refahı veremeyen Doğu Avrupa ülkelerini vurdu. Ukrayna’daki siyasî krizle birlikte Doğu Avrupa’yı Rusya’ya karşı daha sert bir politika izlemeye zorlayan NATO’nun bu baskısının son dönemde ters teptiğini söyleyebiliriz. Doğu Avrupalı liderler Rusya ile daha dengeli bir siyaset izlenmesi taraftarı. Fakat “Ya benimsin ya da kara toprağın” diyen emperyalizm, denge politikasını “Rus yanlısı” olarak etiketlemekten geri durmuyor. 

Geçtiğimiz yılın sonu ve bu yılın ilk ayı Doğu Avrupa’da dengelerin iyiden iyiye değiştiğini gösteriyor. Özellikle Trump’ın ABD seçimlerini kazanmasıyla birlikte, Doğu Avrupa’daki, sağ-popülist, liberalizm karşıtı cephe elini güçlendirmiş durumda. Rusya ile Kuzey Atlantik cephesi çatışmasının uzun zamandır Doğu Avrupa’da sadece dış politikanın değil, iç politikanın belirlenmesinde de etkili olduğuna iki sene önce bu sayfalarda yer vermiştik. Fakat bu etkinin iç siyasete etkisi çoğu zaman gerici ve hatta ırkçı bir popülizmde ifadesini buluyor. Macaristan’da Orban, Makedonya’da Gruevski örneklerinde gördüğümüz gibi.

Uzun zamandır RTE benzeri bir siyasî tarz izlemesiyle bilinen Macaristan başbakanı Viktor Orban ve aşırı milliyetçi Makedon lider Nikola Gruevski geçtiğimiz hafta liberalizmin simgesel karakteri Soros’u sıkıştırmaya karar verdiler. Soros’un memleketi Macaristan’da, Soros’un desteklediği STÖ’ler ciddi siyasî ve malî takibe alındı. Orban, bu STÖ’lerin yakın zamanda Macaristan’daki faaliyetlerinin sona ereceğini açıkladı. Makedonya’da da Gruevski benzer bir açıklamada bulundu. 

Soros’un beslediği STÖ’lerin faaliyetlerinin yasaklanması kuşkusuz ki hayırlıdır, fakat Orban’ın ya da Gruevski’nin liberalizme karşı geliştirdiği popülist reflekslerin, işçi sınıfının demokratik hak ve taleplerine karşı da, hatta daha da üst perdeden göstermekten çekinmediği dikkatlerden kaçırmamalı. 

Doğu Avrupa’da yakın zamanda AB yanlılarını iktidara getiren ülkelerde son seçimlerde önemli değişiklikler oldu. Moldova’daki seçimleri iki sene önce kaybeden MCKP (Moldova Cumhuriyeti Komünistler Partisi) iki sene sonra yolsuzluğa batmış sağ-liberal hükümetten iktidarı yeniden aldı. Yakın zamanda Moldova’da yapılan bir kamuoyu yoklaması bu değişikliğin başka emarelerini de önümüze seriyor: Yapılan araştırmaya göre Moldova halkının %66,6’sı Putin’e güveniyor. Bu oran Obama için ise %22,1. 

Rüzgârı arkasına alanlar, almaya çalışanlar sadece Orban ya da Gruevski gibi sağcı popülistler ya da eski komünistler değil. Kabelerini Brüksel olarak belirleyen Doğu Avrupalı sosyal demokratlar da nicedir Rusya ile dengeli bir dış siyaseti savunuyorlar. Çekya ve Avusturya bu denge siyasetinin bayraktarlığını yapıyorlardı. Buna Bulgaristan ve Romanya da katıldı.

Bulgaristan’daki son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Bulgaristan Sosyalist Partisi’nin de desteklediği eski hava kuvvetleri komutanı bağımsız aday Rumen Radev seçimin galibi oldu. Rusya ile daha yakın ilişkiler kurulacağının sinyalini seçim kampanyası sırasında vermişti. 2007’den bu yana AB üyesi olan Bulgaristan’da nüfusun yaklaşık üçte biri temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. 

Bir diğer AB üyesi Romanya’da da Rusya ile daha dengeli bir politika izlemeye kararlı olan Liviu Dragnea başkanlığındaki sosyal demokratlar %20 oy alan en yakın rakibi liberal parti karşısında %46’lık ezici bir oy farkıyla iktidarda kaldı. Onca yolsuzluğa rağmen. Her ne kadar Rusya ile dengeli bir siyaset izlemeye kararlı olsa da, Dragnea konuyla ilgili olarak mikrofon başına her geçişinde “Avrupa değerleri”nden asla sapmayacaklarını da ekliyor. 

Polonya ise bildiğiniz gibi. Sağcısı da, solcusu da Rusya karşıtı. Yayından kopmuş bir muhafazakârlıkla uğraşıyorlar.

Rusya ister eski komünist olsun, ister aşırı sağcı, kendisiyle dengeli bir ilişki kurmak isteyen bütün ülkelere “ne olursan ol yine gel” diyor. Mevlana’ya aşkından dolayı değil, NATO tarafından kuşatılmış olmanın dayattığı pragmatist bir dış politika izleme zorunluluğundan. Bu politika yakından izlenmeli, fakat her zaman kuşkuyla takip edilmeli, Rusya’nın dış politikasındaki NATO karşıtlığı, iç politikasında işçi sınıfına karşı takındığı tutumla birlikte ele alınmalı.

[email protected]

Özgür Dirim Özkan’ın İleri Portal’dan önce yayınlanan yazıları için:
http://yugoslavyayazilari.blogspot.com.tr/

Bazı yazıların İngilizce çevirileri için:
http://lettersfromyugoslavia.blogspot.com.tr/