Dipten Gelen Dalga
İlya Ehrenburg’un edebiyatçılığının yanı sıra döneminin en etkin aydınlarından birisi olduğunu, gönüllü olarak İspanya İç Savaşı’na katıldığını, Nazım Hikmet’i kurtarma kampanyasında yer aldığını biliyoruz. Bu durumda kitaplarında yeni toplumu anlatmasaydı o zaman garip olurdu bence.
Sanırım bu yazıyı okuyanların önemli bir çoğunluğu Dipten Gelen Dalga romanını okumuştur. Demek istediğim, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan yeni dünyayı, soğuk savaşın başlangıcını ve içyüzünü sergileyen İlya Ehrenburg’un barış kaygılarını SSCB, ABD ve Fransa cephelerinden yansıtmaya çalıştığını bilir. Dipten Gelen Dalga aslında Paris Düşerken’le başlayıp Fırtına ile devam eden altı ciltlik bir serinin son iki cildidir, yani bir “nehir roman”ın sonlanışı.
Kitabı tekrar okuma nedenim zamanında yapılan eleştirileri anımsamam. Ben yetmişli yıllarda romanı büyük bir keyifle, dahası bazı kısımlarını coşkuyla okumuştum. Sonra, sanırım seksen sonrası kimi edebiyat dergilerinde eleştirilerine, hatta genel anlamıyla sosyalist gerçekçilik eleştirilerine rastladım ve yeniden okumaya karar verdim. Kısmet bu yılaymış, yaklaşık kırk yıllık bir gecikmeyle.
Önce biraz genel yaklaşım: Sosyalist gerçekçilik adı üzerinde sosyalist ideolojinin sanat kuramıdır. Ana teması yeni bir dünya kurma fikridir ve her sosyalist gibi sosyalist yazarlar da yaşamı devrimci dönüşümden bağımsız düşünemez; yaptıkları, ideolojik yaklaşımlarını estetize etmektir. Aslına bakarsanız her sanatçı, hangi düşüncede olursa olsun kendi dünyaya bakışını estetik değerler içerisinde yansıtmaya çalışır.
Şimdi şöyle düşünelim: Bir Sovyet yazarı yaşadığı toplumu yani yeni bir toplumu anlatıyor, bundan daha doğal ne olabilir ki? Tersi garip olurdu ve elbette sosyalist bir insan kendi bakışıyla anlatacak. Kaba propaganda halini almadıkça propaganda düzeyinde kaldığı sürece bile sorun yok bence. Yine elbette insanı anlattığı için iç dünyalarına da girmek zorunda. Zorunda ama bu illa bunalım anlatılacak anlamına da gelmiyor. Kişinin idealize edilmemesi yeterli. Burada kapitalizmin sosyalizme saldırısında, sosyalist sanatın da bundan nasibini alması durumu var ve bunu söylerken sosyalizmin yeni insanı yaratma, daha doğrusu insanın içindeki insanı ortaya çıkarmasına saldırması bana beklenmedik gelmiyor. Eğer işçinin karısını dövmesi ile yeni bir toplum yaratma potansiyeli karşı karşıya geliyorsa, getiriliyorsa; yazar dünyaya baktığı yere göre neyi anlatacağı tercihini yapacaktır. Tolstoy gerçekçiliğinin, sosyalist gerçekçiliğe dönüştüğü yerdir burası.
Kapitalist sistemde bilim kurgu romanlarına bu denli eleştiri olmaz çünkü onların gerçekleşmeyeceği, en azından kısa dönemde gerçekleşmeyeceği düşünülür. Sosyalist yaşamı anlatan eserlere “propagandadan ibaret” eleştirisinin altında her an böyle bir düzene geçilebileceği korkusu olsa gerek. Kaba propaganda diyenlere aslında şunu sormak gerekir: Çevrenizde hiç mi düzgün insan yok? Herkes her şeye sadece “bu işten ne çıkarım olur” gözüyle mi bakıyor? Sadece topluma bir şeyler katabilmek için çalışan kimse yok mu? İşte sosyalizm, böyle insanların bir arada olduğu bir toplumdur. Bunu yazınca sistemin nerede rahatsız olduğunu anlamak hiç zor olmasa gerek.
İlya Ehrenburg’un edebiyatçılığının yanı sıra döneminin en etkin aydınlarından birisi olduğunu, gönüllü olarak İspanya İç Savaşı’na katıldığını, Nazım Hikmet’i kurtarma kampanyasında yer aldığını biliyoruz. Bu durumda kitaplarında yeni toplumu anlatmasaydı o zaman garip olurdu bence.
“Çoğunluğun okuduğunu düşünüyorum.” dedim ama yine de Dipten Gelen Dalga’nın içeriğinden söz etmem gerek. Kitap Mississippi kırsalından, Moskova yakınlarındaki kolhozlara dek Soğuk Savaş Dönemi’ndeki barış çabalarını ve bunu engellemeye çalışanları anlatıyor. Elbette bu arada İkinci Dünya Savaşı anıları, Kore Savaşı, Dünya Barış Kongresi gibi pek çok olay kitapta yer alıyor. Kitap uzun olunca (1300 sayfa civarında) içerisinde çok sayıda aşk, polisiye, gerilim vs. öyküleri barındırıyor. Üstelik bunlar hiç de kısa değil, bazıları yüz sayfayı aşabiliyor. Çok etkileyici, insanın tüylerini diken diken eden bölümler içerse de böylesine hacimli bir kitapta kimi zaman düzey düşmeleri olduğunu da söylemeliyim.
Roman boyunca gerektiğinde ince bir alayla da olsa resim, müzik, edebiyat tartışmaları sürüyor ve Rus klasiklerine ve özellikle Lermontov’a göndermeler önemli bir yer tutuyor. Hani bu kısımlar ve roman kişilerinden Volga’nın bir tiyatrocu olarak iç çatışmaları kitaptan seçilip bir araya getirilse emin olun sıkı bir sanat tartışması metni çıkar ortaya.
Ehrenburg’un kişilerini anlatmada beş noktada önemli farklılıklar yarattığını düşünüyorum:
1-Yeni kişilerin romana katılma durumu. Burası öyle bir ustalıkla kotarılmış ki, hakkında çok bir şey söylenmeden kişileri tanıdığınızı düşünmeye başlıyorsunuz çünkü o kişileri yaratan özel toplumsal koşullar çok iyi anlatılmış.
2-Kişilerin hem toplumsal hem de bireysel kaygılarını doğal bir bütünlük içerisinde anlatması ve aynı kişilerin bunları kabullenmeme durumu. İnsanların birçok şeyi savaş yıllarında Amerika’nın değiştiği düşüncesiyle açıklarken, kendilerindeki değişimi görememe durumu gibi.
3-Bireysel durumların yok sayılmaması daha doğrusu roman içerisinde kaybolmaması. Bu durum özelikle ‘olumsuz’ karakterlerde belirgin. Her şeye karşın insani kimi farklılıkların ortaya konmasını kastediyorum. Bu biraz da insana güvenin ifadesi.
4-Kitabın en etkileyici kısımlarının arasında iki farklı dünyanın insanlarının karşılaştıkları durumlar sayılabilir. İki farklı ahlak anlayışının yüz yüze gelmesinin yarattığı gerilim ayrı bir boyut getiriyor romana. Okurken, ne zaman yeni bir karşılaşma olacak diye sabırsızlandığım çok oldu.
5- Ayrıntıların olağanüstü bir dikkatle gözlemi. Bu çok kalıplaşmış gibi gelebilir ama Ehrenburg, bunu kullanarak çok az şey yazarak kişileri “çok fazla” tanıtıyor: “Karısının her zamanki gibi farkında bile değildi. Karısı kendisinin bir uzantısı gibi gelirdi.”
Ehrenburg’un kişileri anlatmadaki yetisini özellikle maddeler halinde yazdım çünkü aslında bu maddelerin iyi roman-kötü roman ayrımında önemli noktalar olduğunu ve genel olarak roman değerlendirmesinde kullanılabileceğini düşünüyorum.
Kitabın kurgusunda bir aksama yok ancak olağan dışı da değil doğrusunu söylemek gerekirse. Diğer yandan politik saptamalarının (Elbette bunları doğrudan, benim gibi mekanik ve maddeler halinde yazmıyor.) ne denli öngörülü olduğu ancak şimdi anlaşılabiliyor. Irkçılarla sosyalizm karşıtlarının aynı kişiler olması, ilericileri itibarsızlaştırma kampanyaları, sosyalizme özgürlükçülük adı altında saldırıların olması ve bu işte ilerici olarak tanınan kişilerin kullanılması vs. Sanki bugünleri anlatıyor gibi.
Şöyle bitireyim: Nasıl yirminci yüzyıl müziği Şostakoviç’siz, sineması Eisenstein’sız ele alınamazsa edebiyatı da Ehrenburg’suz düşünülemez. Roman eğer sanat olarak anılıyorsa Ehrenburg’un bıraktığı izlerin görülmesi gerekir.
KÜNYE: Dipten Gelen Dalga, İlya Ehrenburg, Çev. Mazlum Beyhan. (Sahaflarda çeşitli yayınevlerinden baskıları 2 cilt takım olarak 35-400 TL arası.)