Devrimler ve ayaklanmalar çok kısa süre içinde gerçekleşen olaylardır. Ortam parlamaya hazırsa, küçük bir kıvılcım her yeri tutuşturabilir. Kitlesel olarak patlak veren devrimci hareketlerin ne yöne gideceği, hangi evrelerden geçeceği öngörülemez. Başka deyişle, devrim mühendisliği diye bir şey yoktur. Tarihte her ayaklanma, önceki teori ve stratejilerin revizyonunu gerektirmiştir.
Mesela arka planını Rus donanmasının Japonya karşısında uğradığı yenilginin ve ağır iktisadi krizin oluşturduğu 1905 Devrimi, Putilov fabrikası işçilerinin ayaklanmasıyla başlamış ve Petersburg Sovyetleri, birkaç kişinin inisiyatifiyle sokakta kurulmuştur.
İç savaşlar için de aynı şey geçerlidir. Bu türden savaşlar mutlaka devletin baskı aygıtlarında ideolojik/fiili bir bölünmeyi gerektirir. Aygıtların bir bölümü isyan ederek harekete geçer, diğer bir bölümü durur ve karşı safta kalır; halk kitleleri iki silahlı kutbun arkasında mevzilenir. Bu, iç savaşın başlangıcıdır. En tipik örneği 1936-39 İspanyol İç Savaşı'dır.
Devlet’in baskı aygıtlarını bozguna uğratacak devrimler ise bu aygıtların çoğu kez bir dış savaşta yıpranmış, kısmen dağılmış olmalarını gerektirir. Devrimler mutlaka kafası karışmış, morali bozulmuş, kendi içinde bölünmüş baskı aygıtlarına karşı başarılı olabilir. 1917 Ekim Devrimi bunun tipik örneğidir.
Bütün askeri darbelerin halkın çıkarlarına ters düştüğünü de söyleyemeyiz. Bugüne dek bildiğimiz ve yaşadığımız bütün özgürlüklerin kapısını açan 1961 Anayasası’nı yapan 27 Mayıs darbesi ile, fiili Başkan’ı “Biz acılardan … uhuvvet çıkaran bir ümmet olmak zorundayız” diye konuşturan ve bildiğimiz her türlü gericiliğin kapısını açan, memlekette kafası çalışan/aydınlanmacı/ ilerici herkesi tasfiye eden 12 Eylül darbesini aynı düzlemde göremeyiz. Portekiz sömürgeciliğine ve Salazar/Caetano diktatörlüğüne son veren “yüzbaşılar hareketi”nin gerçekleştirdiği “Karanfil Devrimi” (1974) ile Şili’yi Chicago Boys’un iktisadi deney çiftliği haline getiren, sosyalist Allende dahil binlerce aydını öldüren Pinochet darbesini (1973) bir tutamayız.
Bir de “interregnum” denilen ara dönemler vardır. İdeolojik ve toplumsal krizlerle birleşmesi halinde bu dönemlerin en temel özelliği “belirsizlik”tir. Rejim değişmiştir, fakat iktidarın yeni sahipleri henüz tam bir toplumsal mutabakat sağlayamamış, hegemonya kuramamışlardır. Burada bir yenişememe hali, kararsız denge durumu vardır. Halkın önemli bir bölümünün meşru görmediği mevcut iktidar, ikili-üçlü iktidar odaklarının örtülü hesaplaşması yüzünden, baskı aygıtlarını harekete geçirebilecek, zorla mutabakat sağlayacak imkânlardan yoksundur ya da bunun için belirsiz bir süreye ihtiyacı vardır. Başka deyişle, öyle bir durum oluşmuştur ki mevcut iktidar, çok istemesine, bazı denemeler yapmasına rağmen, şimdilik sınırsız şiddet kullanamamaktadır.
Dolayısıyla muhalif halk kesimlerinin, “eski rejim”in ayakta kalan güçlerinin ve sahneye ilk adımlarını atan yeni güçlerin önüne, şimdilik aşılmaz olmayan, mecburen esnek bir iktidar duvarı dikilmiştir. Bu esneklik (ya da gevşeklik) nedeniyle bütün muhalif güçlerin hamle yapma imkânı vardır.
Bu ara dönemlerin, “belirsizlik”in yanı sıra bir diğer değişmez özelliği, “sürdürülebilir” olmamalarıdır. Sürecin sonunda, mevcut iktidar kendi hükümetiyle bir darbe yaparak ara döneme son verebilir; bir saray darbesi restorasyonu başlatabilir; muhalif halk kitlesinin ayaklanması bir devrime ya da darbeye yol açabilir; dış tertiplerle teknik bir askeri darbe olabilir; ülkenin sınırlı bir kesiminde başlayan ayaklanma çatışmaları yaygınlaştırarak iç savaşa yol açabilir.
Bir de seçimler var… Haziran’da. Sosyal demokratlar sağcılara ve dincilere, dinciler sosyal demokratlara ve etnik milliyetçilere, etnik milliyetçiler sosyalistlere ve sosyal demokratlara adaylık teklif etmeye başladılar. Partiler, ideolojik/programatik sınırlarını mümkün olduğu kadar çok sayıda seçmeni kapsayacak şekilde esnetip genişletmeye, hiçbir gerçek soruna dokunmayan, palavralardan müteşekkil vaatlerle doldurup herkese şirin göründükleri seçim bildirgelerini yazmaya başladılar. Bahisler açıldı, makyaj uzmanları ve image maker’lar çalışmaya, seçim ruleti dönmeye başladı. Seçimler en büyük kitlesel uyuşturucudur.
Sahi siz neye oy vereceksiniz?