“Bu kent yorgun düşmüş bunca acıya,
Yeni bir güne başlıyor umarsızca.
Bir tek eskici düşmüş yollara,
Torbasında umut, torbasında insana dair ne varsa,
Yalnız değilsin eskici.
Bir sabah güneş doğar.
Sevgiden tuğlalarla,
Yeniden kurarız bu kenti!..”(H. EROĞLU-M. KAHRAMAN)
Kentlerin meydanları, en güzel yerleridir. Kent sakinleri o meydanlarda kent yaşamının kendilerine dayattığı stresi atarlar. Oralarda mutlu olurlar. Bu meydanlar kâh bir denizin kıyısında, kâh şehri bölen bir akarsuyun kenarında kâh şehri yukarıdan gören bir sırtın üzerinde kuruludur.
Meydanlar, size o kent hakkında referans bilgilerini verirler. Kentin kültürel ve sanatsal faaliyetlerin merkezidirler. Eğlence, dinlence ve alışveriş mekanları bu meydanlar etrafında kümelenir çoğu kez.
Kentin simgeleri karşılar sizi oralarda… Ya bir saat kulesi ya bir heykel anıt ya da tarihi bir eser.
Kısaca kent meydanları, o kente gelenlerin öncelikle ziyaret ettikleri ve kent hakkında ilk intibalarını edindikleri yerlerdir. Bu yüzden kente dışarıdan gelenler meydanlara yakın yerlerde konaklamayı ve dinlenmeyi tercih eder genelde. Hafta sonu gezisine çıkan kent sakinleri de benzer tercihlerde bulunur.
Bölgemin kentlerinde de durum böyledir.
Birkaç gün önce, yaşadığım kentin meydanlarından birine giderken, boyası aşınmış bir duvarın üzerinde “1 Eylül Dünya Barış Günü” ile ilgili afişe rastladım. Yarısının yırtılmasına rağmen derdini inatla anlatıyordu bu afiş. Okurların çoğu biliyordur. Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyesi ülkeler, barış içinde bir dünya mücadelesi görevini hatırlatmak amacıyla Almanya’nın 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek İkinci Dünya Savaşı'nı başlattığı tarih olan 1 Eylül’ü “Dünya Barış Günü” olarak ilan edip kutlanmasına vesile olmuşlardır.
Ne var ki duvardaki inatçı afişimizin hemen yanı başındaki meydanın bir köşesinde, beton kaide üzerine oturtulmuş savaş tankının varlığı manidardı! Çoğunuza tanıdık gelmiştir. Son 10 yıldır kent meydanları ya da parkları militarizmin simgesi olan savaş makinesi abide(!)lerlerle donatıldı. En azından neredeyse tüm Karadeniz’in il ve ilçelerinde durum böyle. Hangi kentimize gidersek gidelim, o kentin park ya da meydanlarında, çoğumuza askeri darbeleri ve tabi faşizmi hatırlatan savaş uçağı ve tank gibi hurda ölüm makineleriyle karşılaşıyoruz. Öyle ki iktidara yakın belediyeler adeta bu konuda yarışa girmişler. Üstelik 15 Temmuz’un üzerinden çokça geçmemişken!
Bunun AKP hükümetinin savaşçı ve güvenlikçi politikalarının bir sonucu olduğu söylenebilir elbette. Bu anlaşılabilir bir durumdur. Ancak anlamakta zorlandığımız şey, her biri beton bir kaideye oturtulmuş savaş makinelerinin önünde fotoğraf çektirip, bu fotoğrafları sosyal medya hesaplarından paylaşan vatandaşların ruh halidir. 71 ve 80 askeri faşizmini geçtim. Daha dün (15 Temmuz 2016’yı kasdediyorum) ölümüne önlerine atıldıkları militarizmin simgesi olan bu ölüm makinelerine gösterilen teveccüh nasıl anlaşılmalı? “Hafızayı beşer nisyan ile malüldür.” diyebilir bazıları. Ya da gericilik ve milliyetçilik rüzgarının kuyruktan 120 Knot şiddetinde estiği bu dönemde apolitizmin yolcu uçağına binmek geniş halk kitleleri için en kolayıdır belki de.
Park ve meydanlar ile kent girişlerinin trajikomik anıt(!)larla işgali sadece bununla kalmadı. İktidar belediyeleri arasında “Yeni Osmanlıcılık” öyle revaşta ki, bir tek Osmanlı eseri bulunmayan kasaba ve kentlere dahi tuğralı öykünme anıtları yapıldı. Hatta Giresun Bulancak’ta, eski belediye başkanı döneminde inşa edilen saat kulesi "Rumlara ait eski çan kulesinden esinlenilerek" yapıldığı gerekçesiyle yıkıldı. Yerine “Türk-İslam Sentezi”ne uygun yeni bir kule inşa edildi.
Bu da yetmedi, kentlerin tanıtımı adına o kenti simgelediği düşünülen birçok meyve, sebze, börtü böcek heykelleri dikiliverdi park ve meydanlara. Yediğim içtiğim meyve ve sebzeye, her biri doğanın önemli bir parçası olan börtü böceğe haksızlık etmiş olacağım. Her biri sanattan nasibini almamış (muhtemelen heykelleri yaptıran yöneticilerin de öyle bir kaygısı yoktu zaten) insanların elinden çıkan bu bayağı ve ucube heykellerin yanı başlarında, koca harflerle “I love you ….” yazılı fotoğraf köşeleri de unutulmadı.
“Basit ve ucube dahi olsa meyve, sebze ya da börtü böcek heykelleri, tank ya da savaş uçağından iyidir herhalde!” serzenişlerini duyar gibiyim.
Deveye sormuşlar; “Yokuşu mu seversin, inişi mi? Deve “Düz gitsem olmaz mı?" demiş.
Kısacası değerli(!) belediye başkanlarımızın hasbelkader yönettikleri kentleri eski halleriyle bırakmaları şıkkını tercih ederim ben.
Yok eğer kentlerimizi bozmaya ve yıkmaya devam edeceklerse hatırlatırım. Varsın egemenler bildiklerini okusunlar. Yorgun düşmüş kentlerin eskicileri, torbalarında umut ve insana dair ne varsa biriktirmekten vazgeçmeyecekler. Ve inanın, bir sabah güneş doğduğunda sevgiden tuğlalarla yeniden kurulacak o kentler!
Kentlerimizi sevgiden tuğlalarla yeniden kuracağımız güneşli güzel günlere inancımla, Gezi’de hayatını kaybeden Ahmet Atakan’ı ve Trabzon’un güler yüzlü yılmaz, devrimcisi Enbiya Kırali’yi ölüm yıldönümlerinde saygıyla anıyorum.