“Tarihin ironileri” diye bir kavram vardır. Isaac Deutscher, aynı adı taşıyan kitabında (Belge Yayınları, 1991) Stalin’den Brejnev’e tarihin ironilerini anlatır.
Kavram, kısaca, tarihi şahsiyetlerin ya da partilerin toplumsal ve siyasal etkileşim içinde niyetlerinden ve amaçlarından saparak çok farklı yönlere, önceden tasarlamadıkları durumlara doğru yol almalarını anlatır.
Bu durumu, elbette “ironi” kavramını kullanmadan, en iyi anlatan Engels olmuştur. Joseph Bloch’a 1890 yılında yazdığı mektupta şöyle der:
“Tarih öyle bir tarzda gelişir ki nihai sonuç daima pek çok bireysel iradenin çatışmasından çıkar ve her bir iradenin belirli hayat koşullarının çokluğu tarafından oluşturulur. Bu nedenle, birbiriyle kesişen sayısız güç, bu güçlerden oluşan sonsuz sayıda paralelkenar vardır ve bunlar, tek bir sonucu, tarihsel olayı meydana getirirler. Bu ise, bir kez daha, bir bütün olarak bilinçsizce ve iradesiz işleyen bir gücün ürünü olarak görülebilir. Çünkü her bireysel irade bir diğeri ile engellenir ve ortaya çıkan şey, kimsenin önceden tasarlamadığı (başka) bir şey olur.”
12 Eylül’ün dar kafalı generalleri, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal ettiği koşullarda Ronald Reagan’ın aşırı paranoyak danışmanlarının yönlendirmesiyle, toplumu yeniden biçimlendirerek siyasi İslam’ı komünizmin ve “bölücülük”ün panzehiri haline getirdiklerini sandılar.
Şimdi gelinen noktada, Türkiye’nin objektif olarak NATO’nun değil, IŞİD’in lojistik merkezi ve stratejik ortağı olduğunu görüyoruz.
AKP, kendi karşı-devrimini tamamlamak için eğitim kurumunu yeniden biçimlendirdi, on iki sene boyunca din eğitimini toplumun en uç noktalarına kadar yaydı. Bu sistemden geçen neslin “kindar ve dindar” olacağını, yüzyıllarca AKP tarzı gericiliğin bekçiliğini yapacağını sandı. Fakat şimdi, siyasi İslam’la gözü dönmüş işsiz neslin AKP’yi “tekfir” edip kendi ülkesine “dar-ül harp” diyerek bütün illerden IŞİD’e katılmak için yola çıktığını görüyoruz.
Her şeyi söyleyerek herkesi ikna edeceğini sanan PKK’nin tarihi ironisi daha da vahim. Solcuya solcu, şeriatçıya dindar gibi hitap ederek siyaset yapılacağını sandılar: bir yanda Murray Bookchin’den alınıp “derinleştirilen” “demokratik konfederalizm”; öte yanda, “İslam kurultayı”. AKP’nin din numarasını kullanarak Kürtleri bölmekte olduğunu, el altından IŞİD’i güçlendirerek Suriye bölgesinde Kürtleri şeriatçı katillere kırdırmaya hazırlandığını fark etmediler mi? Şu sırada yerli ve yabancı ajanslar AKP hükûmetinin IŞİD’e trenlerle mühimmat taşıdığı haberini geçiyorlar.
Hükümetin durumu ironin de ötesinde. RTE, “Genel Kurmay tampon bölge planı hazırlıyor, önümüze gelince bakacağız” gibi şeyler söyledi; aradan yirmi dört saat geçmeden IŞİD, Rojava’ya saldırıp 16 köyü ele geçirip masum halkı alçakça katledip sürerek Kobani’yi kuşatmaya, kendi “tampon bölge”sini kurmaya başladı. KCK, Kürt gençlerini bölgede savaşmak için askere çağırıyor. Genel Kurmay da muhtemelen “tampon harekât planı”nı Pentagon’a onaylatmaya çalışıyor. Sınır ötesi “tampon”un İran/Rusya/Çin’e bir meydan okuma anlamına geleceğini herhalde biliyorlardır.
Pentagon muhtemelen durumu inceliyor, fakat kafası karışık. John Kerry, New York Times’ın “IŞİD’in petrol satışından Türk elitler nemalanıyor,” haberini doğruladı. Senatörler ona, “Türkiye ile ne yapmamız gerekiyor?” diye ironik bir soru yönelttiler. Soruyu “çok isabetli” bulduğunu söyleyen Kerry, “Dürüst olmak gerekirse bu konuyu sizinle kamuoyuna açık konuşmak istemiyorum. Bu konuda gizli bir görüşmenin daha uygun olacağını düşünüyorum,” dedi.
Burada, bir hükûmetin dış siyasette hiç istemediği sonuçlarla karşılaşarak nasıl paralize olduğunu görüyoruz. AKP’nin yetiştirdiği tosuncuklar IŞİD saflarında, Kürt gençleri ise PKK-PYD saflarında savaşmak için sınırı geçmeye çalışırlarken, Genel Kurmay “tampon bölge harekât planı”nı ABD’ye kabul ettirmeye çalışıyor. ABD senatosu gizli oturumda Türkiye’yi masaya yatırmış “what is this?” diye inceliyor; bu arada Başbakan hâlâ Osmanlı Mirası, “devlet geleneği” nutukları atıyor ve “restorasyon”un kesintisiz devam edeceğini ilan ediyor; TÜSİAD toplantısına katılan RTE, “paralel yapı” konusunda burjuvaziyi fırçalayıp, “yeni sosyoloji”ye teslim olmaları için onlara ayar veriyor.
Buna “ironi” demek yetmez. Daha ziyade, depreme uğramış bir tımarhane manzarası var. Yapılacak tek bir şey var: masum halkımızın ödeyeceği ağır bedeli azaltmaya çalışmak için mümkün olan her şey!
Tekrar Engels’e dönecek olursak, şöyle diyor: “Tarih, öyle bir tarzda gelişir ki … ortaya çıkan şey, kimsenin önceden tasarlamadığı (başka) bir şey olur.”