Gezi Parkı direnişinin başlattığı ayaklanma, iktisadi bir krize dayanmıyordu. AKP’nin 2005-2012 büyüme modelinin sonuna denk geliyordu ama içinde bulunduğumuz yıllar hâlâ bir dönem sonunun kriz öncesi uzatmaları olarak okunabilir. Temel sorun özgürlük ve AKP dışında medet umulan tüm dağlara kar yağmasıydı: Akademi, askeriye, yargı, CHP, …
Özgürlük talebini merkeze alan bir şekilde her sorunu eklemleyebilen, bağrına basabilen bir sokak sürekliliği işleri kolaylaştırıyordu. Ama gündemde işyerlerinin olmaması, sürekliliğin ancak sokakla sağlanabilmesini, sokak durulunca sürecin kesilmesini sağladı.
Gezi’nin getireceğimiz devamı ile memleketin iktisadi temelinin girdiği çıkmazı birleştiren kavşakta hazırlıklı olmamız gerekiyor. Büyük ve şenlikli bir buluşma olacak. Gündemde egemen ideolojide şimdilik “yüzde 50’lik beton” gibi görünen gerici tahkimatın parçalanması var. Nasıl olacak bu?
Geçtiğimiz hafta tıvittırda “flood” (sel) tabir edilen 140 karakter sınırındaki cümlelerin birleştirilmesiyle oluşturulan küçük bir metin yazmıştım. Bunun köşe yazısı yazmaktan daha zor olduğunu anladığımdan buradan flood ustalarına saygılarımı sunuyorum. Köşeli parantezdeki hariç şöyleydi:
Turizm ve inşaatta bu darbelerin sonuçları düşünülenden çok daha ağır olacak. Örneğin turizm gelirinde düşüş 8 milyar en kötümser tahmin diyelim. 150 milyar ihracatın yanında büyük bir felaket gibi durmuyor. Lâkin...
Turizmde informel büyük çarpanlar var. Kayıtsız kuyutsuz büyük bir aktivite, mali kaldıracı da yüksek. Vitrinde 25'in 8'i gidince arkada kötü şeyler oluyor. Arkadaki aktörler çok dirençli. Uzunca bir süre birbirlerine borç takarak, köye-mahalleye kaçarak idare edebiliyorlar.
Meselenin sırrı, bu aktörlerin gık demeden birkaç sene nefes tutabilmeleri. Kötü geçen sezonun batışları zaten Eylül sonrası oluyor, bankalara yansıması 2017 ilk çeyreği bulur.
Ama turizm ve inşaattaki tablo çok köklü bir toplumsal doku değişikliğine sebep olacak gibi duruyor. Yavaş ve kalıcı şekilde…
İlk etki, başladığı şekilde milliyetçilikte, sonrasında sivil faşist hareketlilikte güçlenme şeklinde olacaktır. Uzun yıllara yapılabilecek ağır yoksullaşma dalgası daha uzun vadede gerici ideolojiye açık “yüzde 50” içinde dağılma ve kısmen işini yapan solun etki alanına girmesiyle sonuçlanır.
Öyleyse bugün yapılmaması, uzak durulması gereken iki büyük yanlış var. Bu iki yanlışı kabaca tanımlamadan önce emlak piyasası ile gerici ideolojik yapılanma arasındaki derin bağlantıyı hatırlatmak istiyorum.
Ülkemizde 40 yıldır emlak fiyatları enflasyondan arındırılmış haliyle yükseliyor. ama önümüzdeki 40 yıl, her ne olursa olsun, yükselmeyecek. [İki nedenle: Birincisi nüfüs artık gençleşmiyor ve medyan yaş adı verilen en kalabalık yaş grubu, evlilik yaşını geçiyor; ikincisi de AKP tarihin en büyük beton hamlesini yaparak dağı taşı alım gücü olanlara fazla gelen konutla doldurdu]
Konut fiyatı reel olarak artmıyorken, o konutu alabilecak paranın reel faizi kira gelirinden zaten her zaman daha yüksek. Yani ev almamak daha kârlı. Şimdiye kadar bunu değer artışı telafi ediyordu. Artık olmaz!
Bu çok büyük bir toplumsal doku değişikliğinin tetikleyicisi olacaktır. Başta gerici orta sınıfın ekonomik çöküşü ve rantın gerilemesi..
Aylar boyunca hissedemeyeceğimiz, ama mesela sekiz on sene sonra karşımızda farklı bir toplum bulacağımız bir dönüşüm dönemine girdik. Bu dönem solu güçlendirebilen ondan sonraki on-onbeş yılda devrimin öncüsü olur. Bu vadelerle çalışmayan bence "sosyal solculuk" yapar.
İki büyük hata bu dönemin ıskalanmasına ve ergenlik dönemindeki solun olgunluk dönemine girememesine yol açacaktır:
Birincisi ülkemizde başa gelen her şeyi,özneyi ‘doğruda durmak’tan başka hiçbir şey yapmasına imkân vermeyen süper emperyalistlerle açıklamak. İkincisi de sivil faşist eğilimler ve militarizasyon kısa-orta vadede yükselmeye devam edecekken somut talepler haricinde sokağa çağırmak.
İlki baştan çaresizlik propagandasına, ikincisi ise 'hemen şimdi göğüs göğüse çarpışmaya hazır olmayanın solda ne işi var?'a varır.
İki hatayı da bu düzeni alt edebileceğimize inanmayanlara bırakalım.
…
Konut fiyatlarının ısrarlı ve sürekli olarak gerilemeye başlamasıyla gerici ideolojilerin çatırdaması nasıl bu kadar doğrudan ilişkili oluyor konusu derin, geniş ama sabit bir konu. Düzene ve tüm kire pasa orta sınıf onayının temelinde bu “sanal” teminat yatıyor çünkü.
…
Gördüğünüz gibi, çok kısa olmadığı zaman yayınlanamayan, kısaltınca anlamsızlaşan hiçbir şeyin okunmadığı bir mecrada dert anlatmak, bunu başarıyla yapmak mucize gibi bir şey. Diğer taraftan, günümüz kapitalizminin günlük hayatta uzun metin okumaya giderek daha az yer bıraktığının farkındayım ve sosyal medyadan şikayetçi değilim. Çünkü aşırı karmaşılaştırılarak uzatılan, sündürülen konuların, günümüzün yakıcı sıkıştırmalarına çare olamadığı ortada.
Bu bir sığlaşma çağrısı değil elbette. Meramım basit: Sade anlatılabilen şeylerin süslenerek bezenerek serilmesi, hem okuyucu sayısını düşürürken hem muhtemel haklı itirazları caydırmaya yarıyor. Böylece teorik donanımı tutarlı bir politik hat örmeye, veya böyle bir hatta onu güçlendirecek kritik katkılar koymayı hak eden birçok kadro steril bir biçimde “derin mevzulara” gark oluyor.
Gezi’yi akıllı telefonlar ve sosyal hesaplar olmadan düşünemiyoruz. Tabii ki sosyal medyayla sınırlı bir argümantasyon sonuçta bir tür sığlıktı. Ama çok işe yaradı! Bu aynı zamanda solda bazı kritik arızaların da deşifre edilmesine neden olan bir temel katalizör oldu. Gezi’nin üç ay ardından kaleme aldığım bir metinde bundan yeterince bahsettiğimi düşünüyorum. Tabii daha ayrıntıya ve farklılaşan noktalara inmek, öznel dersler çıkarmak, devamını getirmek iyi olur.
Gerici yüzde 50 tahkimatı, yani hani şu meşhur “evde zor tutulanlar,” önümüzdeki yıllarda çatırdamaya başladığında paniği seyretmeyeceğiz, Gezi’den öğrendiklerimiz sayesinde ve Gezicilerle birlikte orada olacağız. Onun için temel meselemiz Gezi’yi anmak değil, Gezi’nin devamına hazırlanmak olsun.
Belki düzen artık benzer durumlarda telefonları işlevsiz kılmayı öğrenmiştir. Ama inanın bizim öğrendiklerimiz daha fazla, ve biz kazanacağız!