"Bugünler de geçecek…”
Yine sıkça kullanmaya ve duymaya başladığımız bir söylem.
Dar zamanlarımızda hep söyleriz.
Belki de anlamsızlığını bilerek başvurduğumuz bir tekerleme. Anlamsız, çünkü zaten aksini iddia eden yok. Aksinin olduğunu bugüne kadar gören de olmamış. Çünkü : “Bütün bugünler geçer…”
Yarın, başka trlü gelmez de, ondan!
Zaman, bizim yarattığımız bir kavram ve bir ölçüt. Bir zamanlar hayatın sonrasız akışını bir nebze olsun – yani kendi aklımızca! – denetim altına alabilmek için yaratmışız.
Dün, bugün, yarın…
Bugün’ün varlığı, dün’ün geçmiş olmasından bağımlı.
Yarın’ın geçerlilik kazanması da bugünler’in dünlere karışmasından…
O halde zamanlarınız ne zaman daralsa bugünlerin elbet geçeceğine sığınmamız neden?
Örneğin, zaman kavramını yaratışımızdan yüzlerce, binlerce yıl geçtikten sonra, bir de ‘akıllı zaman’ diye yeni bir buluş mu yaptık? Yani demek istiyorum ki, elbet geçecek olan bugünlerin geçme eylemine, yaşanan bugünlerde yoğunlaşan yanlışlarımızı ve yanılsamalarımızı kendiliğinden siliverecek bir çare mi bulduk?
Elbette hayır!
Sadece, bugünler geçmeye koyulduktan bir süre sonra elimizi kolumuzu bağlayıp bir kenara çekilmeye, eylem ile aramıza mesafe koymaya ve geçecek zamanın bizim eylemsizliklerimizin, körleşmelerimizin, en başta da dipsiz cehaletimizin ürünü bütün olumsuzlukları kendiliğinden silivereceğine inanmaya kendimizi fena alıştırdık, o kadar –
Yoksa elbette geçer. Bütün zamanlar gibi bugün’ler de geçer.
Ama, olduğu gibi geçer. Yani biz onu bir kenara çekilmezden önce nasıl ve nerede bıraktı isek, öyle ve orada bıraktığımız gibi geçer.
Çünkü zamanın akıllısı akılsızı yoktur. Sadece geçmiş, bugün ve gelecek olanı vardır.
Osmanlı’nın yedi yüzyılı boyunca zamanın her şeyi haledeceğine olan sonsuz imanımızdan, Cumhuriyet’in Mustafa Kemal’in ölümünü izleyen onyıllar boyunca da bol kepçe yararlandık(!).
Şimdi, yani 93 yaşındaki Cunhuriyet’imizin bugün vardığı en kritik – ya da, artık daha doğru bir nitelendirme ile, en ölümcül noktada da yaptığımız, şimdiye kadarki kalıcı halimizden farklı değil.
Hiçbir gaza basmadan veya hiçbir direksiyonu kendi gücümüzle herhangi bir yöne çevirmeden zamandan kendi kendine geçmesini beklemek.
O zaman en azından böyle bir gidişin hangi duvara çarpmayla veya hangi uçuruma yuvarlamakla noktalanacağını düşünüyor muyuz?
Düşündüğümüz oldu mu?
Ne dersiniz?