Geçmişte bolca bölünme yaşadığımızdan, birlik tartışmalarının da uzun bir geçmişi var. Tartışmaların sadece bir kısmını anımsıyor ve şunları görüyoruz:
1) Parti ve kesimler, “birlik” için değil, “birlik neden olmaz, olamaz?” üzerine tartışıyorlar.
2) Birlik gerçekten istendiğinde bile, fikir tartışmasından, önerilerden somut, pratik, politik mekanizmalara geçilemiyor.
3) Birlik ve birleşme, ittifak, işbirliği, cephe, platform, sıkça birbirine karıştırılıyor.
4) Tartışmalarda oldukça açık biçimde, “ideolojik mücadele” ile “politik mücadele” arasında ayrım yapılmıyor. Daha da kötüsü, strateji ve taktik, genel ve özel, küresel ve yerel, uzun vade-kısa vade türünden ayrımlar da dikkate alınmıyor.
Tekrar soralım:
En genel, makro, kuramsal ve stratejik konularda ortaklık kurmayacak nelerimiz var? Birlik üzerine yazılarımızda, bu türden ayrım yerlerinin kalmadığını, ya da tarihsel anlamını yitirdiğini söyledik. Bir Leninist-Stalinist, Troçkist, Maocu, Hocacı arasında bu gün için önemli ayrımlar var mıdır? Bizce ayrım artık bulunmuyor. “İyi de mevcut ayrımların nedeni ne” diye soranlara şunu söyleyebiliriz: Her bir çizgi ve geleneğin kendi iç dinamikleriyle ve dışarıya karşı kendini devam ettirmeleri, kimliklerini korumaya çalışmaları. Şimdiden ve gelecekten çok, geçmişe olan aşırı ilgi. Bazan da, geçmişte yaşamanın rahatlığı.
Oysa, ortak yönümüz, Marks ve Lenin’dir, bu da yeterli bir ortaklıktır. Sonrası, deneyim farklılığı, iç tartışmalar ve zenginliktir. Daha fazlasını aramak, skolastik tartışmadır. SD-MDD tartışması mı? SD'ciler bir adım geri attı ve Türkiye'nin geri sorunlar yığınıyla karşı karşıya olduğunu gördü. Ayrıca, “reel sosyalizmin” çözülüşü, “sosyalist devrim” hedefinde kaçınılmaz bir ertelemeye yol açmıştır. Sosyalizm hem henüz toparlanamamış, hem de küresel düzeyde gösterilecek başarılı örneklerden mahrum kalmıştır.
MDD'ciler ise, hem köylülük temeli kalmadığı, bu anlamda “köylü temelli” bir “halk devrimi” olamayacağını, hem de mili burjuvaya artık bir “öncülük” ya da müttefik muamelesi yapılamayacağını anladılar. Kaldı ki, “milli” olan bir burjuva, o da sınırlı, sadece “taşrada” bulunuyor ve milli olmaktan çıkmak için, özel çaba sarf ediyor. Askeri bürokrasiye öncü ve devrimci anlamlar ve görevler yüklemekse, sapma bile değil, açıkça sosyalizmin dışında bir arayıştır.
Daha önce yazdık: Birinci TİP bazı uluslararası konularda tarafsız kalsaydı, daha Leninist bir çizgiyi benimseyebilseydi, bir de gençleri elinde tutmaya azami gayret gösterseydi, ne olurdu acaba diye!
Tahminimiz şöyle: İkinci TİP daha önce kurulurdu ve ama o da hemen kapatılırdı. Ama, tüm sosyalistleri birleştiren bir parti düşüncesi bir gerçeklik olarak hep dururdu. Hem Maoculuk hem Kastroculuk etksi daha cılız kalır, sadece birer renk, çizgi, belki de parti içi birer kanat haline gelirdi. Kapatılan TİP yerine gelen İkinci TİP kapatılsa bile kalacak, kitleselleşecek, “parlamentarizm”, “pasifist” suçlamalarına bahane de kalmayacaktı. Burada seçimler dışında politika yapan, örgütlenen, ama kitlesel bir sosyalist partinin oluşma olanaklarından bahsediyoruz.
Birlik yazılarımızda dile getirdiğimiz tez ve saptamalara katılmayanlar elbette çok olacaktır. Ama sorunumuz, amacımız da burada yatıyor. Birleşmeden, cepheden değil, farklı partileri içinde koruyan ama merkezi karar alma mekanizması olan, aslında ortak federal bir partiden söz ediyoruz. Kastettiğimiz cephe değildir, cephe, sizden olmayan ama demokrat ve sol olan her kesimi kapsar. Platformdan da bahsetmiyoruz. Burada partiler ve çevreler seçim ittifakı yaparlar. Onu da kastetmiyoruz, elbette bu da düşünülebilir. Kastettiğimiz, tüm sosyalist örgütlerin sosyalist mücadele için eş güdüme ve planlamaya gereksinimi olduğudur. Eğer federal ortak partimiz yaşama geçerse, bir cephenin ya da platformun içinde elbette yer alabilir. Bu konu, genel olarak “sol cephe” ile ilgili bir tartışmadır. Eğer Kürt parti ve örgütleri önerdiğimiz sosyalist ortak federal partinin dışında kalırsa, “sol cephenin” içine girebilecektir.
Bazılarına “hayalci” ve “gayri pratik” geleceğini bildiğimiz önerimiz, hem sosyalizm hedefimize hem de Türkiye politik yaşamının ve özel olarak sosyalist mücadele geleneğimizin gerçeklerine uygundur diye düşünüyoruz. Hem eleştirel, hem kendini koruyan, hem devrimci idealist, hem de reelpolitiker’dir. Açılıma, ve açıklığa uygundur, ama, sapmaya da izin vermez.
Her şeyden önce, bu kadar farklı ve bol sayıda parti, örgüt ve çevrenin nasıl ortak politika ve mücadeleyi yapacağı, federal merkezde kararların nasıl alınabileceği sorusu birinci sıradadır. Politika ne kadar yüksek, ne kadar aşağı seviyede yapılacak, sınıfın hangi kesimlerine ağırlık verilecek? Kürt sorunu konusunda nasıl kararlar üretilecek? Burada sosyalist yön ve sosyalist içerik önemlidir. Bir de ortak eş güdümlü politik mücadele. İsteyen parti sendikalara ağırlık versin, isteyen fabrika konseyleri kurmaya çalışsın. İsteyen Kürt örgütleriyle yakınlaşma, birlikte hareket etme sorunuyla uğraşsın. İsteyen örgüt, çevre sorunlarına ağırlık versin. İsteyen kadın sorununa, isteyen dinselleştirmeye karşı mücadeleye. Zaten ilgi ve yoğunlaşma alanlarımızda bu türden bir yelpaze bulunmaktadır. Bu farklılaşma, aynı zamanda, üstünlüklerimizle ilgili bir uzmanlaşma anlamına da geliyor. Merkezin yapacağı, sosyalist mücadelenin içeriği ve biçimi üzerinde, ortak kararlar almak, sosyalist enerjiyi en stratejik biçimde dağıtmak, olacaktır.
Tüm burjuva parti ve örgütlerinin eş güdüm ve planlama merkezleri, kurumları, ortamları bulunuyor. Bu görevi büyük ölçüde “burjuva devlet” üstlenmiştir. Ekonomiden, seçimlere, “ulusal” savunmadan dış politikaya, eğitimden imar düzenine kadar. Ne kapitalistler, ne devlet, ne piyasa, sanıldığı gibi, “anarşik” bir ortamda hareket etmez. Anarşik halde bulunan ne yazık, sadece biziz.
Lenin'in “ikili iktidar” kavramı oldukça stratejik, hala verimli ve pratik değeri yüksek bir kavramdır. Bu kavram, mevcut iktidarın yanında sosyalist işçi iktidarının kurulmasını, hazırlanmasını, devlet dışında yeni devlet kurulmasını anlatır. Mevcut siyasal iktidarın “alınması”, ele geçirilmesi, eş zamanlı olarak yerine yeni iktidarın konulması anlamına da gelmektedir.
Biz partilerin ortak federal partisini önerirken, bu türden partiler birliğini aynı zamanda “şuraların”, “sovyetlerin”, almaşık devlet iktidarının, hem kendisi hem de kurucusu olarak da görüyoruz. Kurulacak federal partinin sadece eş güdümlü ve planlı mücadele değil, böyle bir almaşık iktidarı örgütleme görevi de bulunuyor. Yoksa, sovyet türü örgütlenmeler oluşsun sonra bu örgütleri partinin ve sonra devletin içine ya da yanına alırız demekle yetinemeyiz.
Almaşık devlet iktidarının kurulmasıyla ilgili olarak ortak federal partiye yüklediğimiz işlevin Türkiye’yle ilgili bir geleneğe dayandığını da düşünüyoruz: Türkiye, “yukarıdan aşağıya” müdahalelerin sıkça yaşandığı bir ülkedir ve atılım ve yeniliklerin “örgütsel” düzeyde alttan yukarı oluşup gelişmesini beklemek, gerçekçi değildir.
***
Yazının sonuna doğru, “psikolojik” engellerin ne kadar güçlü olduğunu bildiğimizi bir kez daha söyleyelim. Belki de çoğu zaman, ideolojiden bile bahsetmiyor, sadece kendi geçmiş bilincimizle, deneyimizle düşünüyoruz. Sosyalistlerin birbirlerinin “sicilleri” hakkında söyleyip yazdıkları, bırakalım kişiler ve örgütler tarihinin konusu olsun. Farklılıklarımızı koruyalım, ama birlik içinde. Aynı düşünceye sahip olmak partilerin içinde bile olanaklı değildir. Önemli olan, tartışma yapmak, karar almak ve bu karara uymaktır.
Lenin'in “demokratik merkeziyet” kavramının hem farklılık-bütünlük, hem de yerel-merkez ilişkisini düzenleyen bir ilke anlamına geldiğini unutmamak gerekir.
Biz bu ilkenin aynı zamanda tüm sosyalistlerin federal merkezini kuran ve çalıştıran ilke olduğunu söylüyoruz.
Bu ilkenin yanında, büyük bir tarihsel deneyimimiz de bize yardımcı olacaktır Bu deneyim, birlik, Birinci TİP'tir. Farklılaşmadan önce, hepimizi içine alan, bir modeldir!
Şimdi, diyalektik olarak, “şimdinin bilinciyle” geçmişe gidelim ve Leninist ve federal bir tür TİP düşünelim.
Artık ne Aybar, ne Boran, ne Belli, ne Çayan, ne Gezmiş, ne Kaypakkaya vardır. Ama yığınla takipçi parti ve örgütleri, aydınları bulunuyor. İlişkili yeni sentezleri, yorumcularıyla birlikte. TKP mi, o da, bugün de, ama yeni haliyle vardır.
***
Birlik üzerine yazılarımıza burada ara veriyoruz, Konunun “yaşamsal” olduğunu anımsatmış olsak bile, yararlı olmuş sayılırız.