Birlik için artık sorun yaratmaması gereken pek çok “bölücü” ve “ayırıcı” konulara değindik. Birlik olunması olanaksız olanlardan ise, sadece “liberal sol”u belirttik. Bir diğerinden ise, sosyalist solun en dışlayıcı kesimi olan, adeta bir “laik tarikata” benzeyen “Aydınlıkçılar”dan bahsetmedik. Bu kesim eski Mihri Belli çizgisinin en sağ kısmında bulunmaktadır. Ama, benzer çizginin solunda görünenleri de, önceki yazılarda ele aldığımız gibi, doğru bulmuyoruz. Zaten tarihsel olarak da bittikleri açıktır. Ancak “Aydınlıkçıların sağda olan çizgileri henüz bitmemiştir. Reelpolitik olsun diye herhalde, istedikleriyle istedikleri gibi birlik oluyor, istediklerinde politikalarını değiştiriyor, ve diğer sosyalist çizgilere Türkiye sağının baktığı gibi bakıyorlar. Ayrıca, bu kesimin katkı yaptığı çok fazla geçmiş kavga ve kan davası da vardır. Oldukça tuhaftır, bu kesimle birlik, here türlü ödün verilse bile, sadece laiklik ve Kemalizm kapsamında bile yapılamaz. Bu konularda bile kendileri gibi düşünmenizi şart koşacaklardır.
Demek ki, “liberal sol” ile Aydınlıkçılar, lider kadroları kapsamında, sosyalist birliğin parçaları olarak düşünülemez.
Hala en büyük muhalefet partisi CHP ise, sosyalist birliği, sadece “tabanı” kapsamında ilgilendiriyor. 12 Eylül sonrası süreçte, darbeden canını kurtaranlar ve hala politika yapmak isteyenler, büyük ölçüde CHP içinde çalışmaya başlamışlardır. Bu parti adeta sosyalistlerin önemli kısmı için “emanetçi” durumundadır. CHP ile ilgili yazıp konuşurken, içindeki sosyalistleri mutlaka dikkate almak gerekiyor. Eğer ileride sosyalist devrimci partilerin yanında bir de sosyalist kitle partisi kurulacaksa, ya da bu iki oluşum birbirleriyle organik bütünlük içinde olacaklarsa, CHP’nin tabanı olmadan olamaz. Bu partiye oy verenler konusunda ise, tümüyle karamsar değiliz.
Birlik üzerine en önemli konuysa, sadece şimdi değinmeye başlayacağız, malum, sosyalist Kürtler ve örgütleridir. Burada iki önemli saptama yapmakta yarar görüyoruz. Bir, AKP ile masaya oturulduğunda, sadece karşılıklı taktikler söz konusuydu. Bir taraf İslamcılığını milliyetçiliğinin önüne geçirmek ve Türkiye'de “milli” ya da “millici” olarak kendilerini tanımlayanları tasfiye etmek amacındaydı ve ayrıca, İslamcı Kürtleri daha fazla yanlarına çekmek istiyorlardı. Elbette, son olarak, silahların susmasından da yararlanmak istiyor ve şehit cenazelerinin azalmasını ranta çevirmek istiyorlardı. Diğer taraf ise, daha fazla “legal” alana geçerek kendini tüm ülkeye kabul ettirmek yanında bazı demokratik ödünler de koparmak istiyordu. HDP’nin işlevi buydu ve başarılı da oldu. Ancak, farketmedikleri ya da dikkate almadıkları durum, kendilerinin (Kürtlerin) güçlenmesi karşılığında AKP’nin daha da güçleneceği gerçeğiydi. HDP başarılı oldu, o kadar başarılı oldu ki, AKP, oyları yüzde kırklara düşerek tek başına hükümet olma gücünü bile kaybetti. Sonuçsa, AKP’nin korkusu, nefreti ve intikamcılığıyla şiddetin tekrar başlaması oldu.
Kürt hareketi için AKP ile masaya oturmak tarihsel olarak büyük bir başarı ve büyük bir fırsattı. İki hataları şunlardır: Bir, AKP’ye güvenmek, onunla masaya oturmak; iki, Kürt sorununda küçük bir ilerleme için, Türkiye’nin daha da gerilere gitmesi gerektiğinin görülememesi. Adeta bir tarih yasası gibi, Kürtlerin tek başına ilerlemelerinin ancak Türkiye gericiliğinin ilerlemesiyle olanaklı olması, gerçeği.
Kürt solu, ne dersler çıkarmıştır, sadece AKP’ye güvenmemek mi, bilmiyoruz. Umarız, yukarıda yazılan “yasa” gibi gerçeği de görmüşlerdir. Yasa şunu da söylüyor: Kürt solunun Kürt sorununu çözmesi, Türkiye sosyalist solu olmadan olanaksızdır. Yoksa, iyi bir fırsat yakalanır, masaya oturulur, ve kader kendini tekrar dayatır.
Demek oluyor, sosyalist birliğin en önemli ögelerinden biri, Kürt sosyalist solu, hatta genel olarak Kürt soludur. İki yüzyıllık Kürt sorununu çözmek, Kürtlerin olanaklarıyla olanaklı değildir. Bu sorun bir Türkiye sorunu olup, Türkiye sosyalist hareketinin birliğini gerektirir. Nihai çözüm ise, ancak ve ancak, sosyalist bir hükümette, devlette, olanaklıdır.
Ancak, bu türden büyük bir Türkiye sosyalist birliği için, bazı engeller olduğunu görüyoruz. Birincisi, doğrudan yazalım, PKK’nın bizzat kendisidir. PKK silahlı mücadelesiyle Türkiye sosyalist hareketinin gelişimini de engellemektedir. Bırakalım PKK’yı, Kürt halkına tüm ülke olarak sahip çıkmak bile, onlarla kurulacak küçük bir ilişki, destek bile, “terörist” damgasını yemeye yeterlidir. Bu damga ise, tüm Türkiye'de politika yapmayı açıkça engellemiştir, engellemeye de devam ediyor.
Öyle anlaşılıyor ki, PKK'ya “Türkiye'de” silah bıraktırmak, AKP'nin, TSK'nın değil, Türkiye sosyalist solunun görevi ve sorumluluğudur. Ancak, PKK, tüm Türkiye'ye yabancı bir güç olarak kalmaya devam edecekse, ve biz bu nedenle Kürt halkını ve yasal partilerini her savunduğumuzda hemen “terörist”, “bölücü” damgası yiyeceksek, akıl vermemiz zorunluluk gereğidir.
Kürt sosyalist hareketinin, 1960’larda, 1970’lerde olduğu gibi, tüm Türkiye’nin sosyalist örgütlerinde yer almaları, gelecek devrimin gerçekleşmesinde zorunludur. Kürt sorunun çözümü de, bu devrimin bir günlük mesaisidir. Şimdilik yazmıyoruz ama, Türkiye dışı Kürt bölgeleri de, bu devrim sürecinin dışında kalamayacaktır. “Dış” Kürtlere ise daha sonra değineceğiz.
***
Hayal mi kuruyoruz, olabilir, ama bazıları gibi sürekli “tahayyül” edip durmuyoruz.
Olanakların azlığı, gerçekçi olmadıkları anlamına gelmiyor.
Aslında gerçekler üzerine stratejik kurgu yapıyoruz. Bunu yaparken de bazan bir mekanikçi gibi, vektörlerin yönüne ve uzunluğuna bakıp, hesap yapıyoruz.
***