Haziran ayaklanmasına katılan geniş yığınlar için, sadece bu büyük kalkışmanın parçası olmalarından kaynaklı “devrimci bir bakış açısına sahiplerdi” diyemeyiz. Bu açıdan Haziran’ın kendiliğinden ortaya çıkardığı en ileri bilinci “reddiyecilik” olarak bir kenara not edelim. Reddiyecilik ileri bir bilinç düzeyi sayılmalı. Kendi hayatları ve ülkenin geleceği konusunda tek söz sahibi kurum olarak gördükleri AKP’ye karşı ayağa kalkan milyonlar, kendilerini “ayrı bir kategori” olarak saymış, buradan reddiye ve karşıtlık üretmişlerdir. Bu bir bilinçtir ve kendini bu yolla ayrıştırmanın ileri bir bilinç olduğunu kabul etmek gerekir.
Bunu geride kalmış bir tartışmayı tekrar açmak için yazmıyorum. Haziran’da ortaya muazzam devrimci olanaklar çıktı. Değerlendirilip değerlendirilemediği ayrı bir tartışmanın konusu olsun. Yukarıda yazılanları Haziran kitlesi üzerinden yapılan analizler, ittifak arayışları ve kurulan stratejiler bağlamında bir vurgu tekrarı olarak okumakta fayda var; Bu bilinç düzeyinden eşit, özgür ve kardeşçe yaşanabilecek bir dünya için mücadele “otomatik” olarak çıkmayacak.
Bu değerlendirmeyi, Kürt sorununda ya da bölgeye dönük emperyalist müdahalelerin ve bölgedeki siyasal aktörlerinin aldıkları pozisyonların ülkemizdeki toplumsal dinamikler üzerindeki etkileri bağlamında biraz daha açalım. Bölge açısından yıkım ve yeniden kuruluş süreçleri iç içe yürüyor. Geniş toplumsal kesimler söz konusu olduğunda, yıkımın birleştirici etkisinden ziyade, kuruluşun farklı reddiyeler ve yönelimler üzerinden kendisini var eden ayrıştırıcı etkisinin ağır bastığı söylenebilir. Bölgede kartların yeniden karıldığı bu dönemde, ABD yıkımın mimarı olduğu kadar, yeniden kuruluşun da belirleyen öznesi olarak kendini konumlandırma arayışında. Eğer izin verirsek ve ABD’nin bu pozisyonu yıkımdan etkilenen halklar tarafından kabul görürse, buradan ayrışma ve düşmanlaşma çıkacaktır. Düşmanlaşma, bir halkın yükselişinin bir diğerinin yok oluşu üzerinden olacağının düşünülmesinin doğal sonucudur. Yıkımın ise kendiliğinden bir kader birliği sağlamayacağını tekrar etmekte sakınca yok.
Hem ilk paragrafta değinilen Haziran kitlesiyle sosyalizm arasındaki ilişkiyi tesis etmek, hem de ikinci paragrafta değinilen bölge halklarını emperyalizmin yörüngesinden çıkaracak bir ittifak seçeneği yaratmak gerekiyor. Bunun için, Haziran’ın değer ve yöntemlerine sahip çıkarak, geniş kitleleri ve katmanları içine alan bir devingenlik arayışı solun en önemli ve değerli özelliğidir.
Buradan devam edelim.
Türkiye solu bugün, tarihsel birikimi, teorik çıkarsamaları, ülke analizi ve siyasal pozisyonu açısından, ülkedeki siyasal gelişmelere müdahale için gerekli yetkinliğe sahip. Bu yetkinliği biz isterseniz kısaca “siyasal akıl” olarak kodlayalım. Bu “siyasal akıl”, gerek AKP eliyle ülkenin İslami faşist bir diktatörlüğe doğru taşınmaya çalışıldığını, gerek piyasacı yağma ve talan düzenin, emperyalizmin bölgeye dönük müdahaleleriyle arasındaki uyumu ve buradan halklara hiçbir fayda çıkmayacağını anlatmaya muktedirdir. Anlatmak önemlidir, fakat bugün tek başına yeterli değildir.
Üç nedenle;
Birincisi bugün insan aklı üzerindeki her türlü manüplasyon egemenler tarafından güç ile yapılıyor. Benzer bir güçle (ki bunun sadece fizik güç ya da kitlesellik olarak okunması yanlış olur, yaygınlık, yaratıcılık ve heyecan da eklenebilir) birleşmeyen bir bilinç taşıma yöntemi, taşınan bilincin doğru ya da haklı olmasından bağımsız, güven vermediğinden, karşılık bulmuyor.
İkincisi, geniş kitleler söz konusu olduğunda gerekli ve yeterli hızda anlatmak mümkün olmuyor.
Üçüncüsü anlatmak tek taraflı bir süreç olduğundan, eğer dinleyenin ihtiyaçlarına değecek bir mücadele pratiğinden süzülmüyorsa, hikayecilikten öteye geçmesi mümkün olmuyor.
Tüm bunlar “siyasal aklı” bir vadede kendinde bir değer haline getirip, kadükleştiriyor. Kadükleşen siyasal aklın ise kendine faydası olmadığı gibi ülkesine de bir faydası olamadığını hep birlikte yaşayarak deneyimledik.
Bu nedenle, geniş kitleleri ve katmanları içine alan bir devingenlik arayışı, sadece politik programların öne çıkarılmasını değil, toplumsal mücadele başlıkları ile devinmeyi, bu mücadele başlıklarının üstesinden gelebilecek güveni taşımayı, kazanımlara ve yeni mevziler elde etmeye odaklanmayı, başarılı örnekleri çoğaltmayı gerektiriyor.
Özgürlükçülüğe, neresine liberalizm bulaşmıştır diye bakmadan, burun kıvırmadan el uzatabiliyor muyuz?
Laik duyarlılıkları, ABD IŞID’i vururken şimdi sırası değil diyenleri bir kenara bırakıp, cesaretlendirebiliyor muyuz?
Adalet arayışına, buradan ya cemaatçilik çıkar ya AKP’cilik demeden, güç verebiliyor muyuz?
Yurtseverliği, bölgeyi kan gölüne çeviren her tür milliyetçiliğe karşı, halkların kardeşçe bir arada yaşabileceği bir ülke kurma iddiasının taşıcılığı olarak sahipleniyor muyuz?
Geniş kitleleri ve katmanları içine alan bir devingenlik arayışını, tüm bu başlıkları harmanlayacak bir mücadele pratiğiyle birleştirebiliyor muyuz?
O zaman önümüzdeki dönemin siyasal görevlerinin hakkını verebiliriz.
Her yeni gelişme sosyalizmi çağırırken, sosyalizmin zamanının geleceğini beklemek yerine, şimdi mücadele etmenin tam zamanıdır diyerek kolları sıvayabiliriz.
Bu daha başlangıç, mücadeleye devam diyenlere, Birleşik Haziran Hareketi’ne yürekten merhaba!