Tanıl Bora, kitapları, derlemeleri, editörlüğüyle bu ülkenin en sevilen münevverlerindendir istisnasız. Bora’nın sahip olduğu hale biraz da bu saygı ve sevgidir. Yıllarca Birikim ve Toplum-Bilim dergisinin dümeninde oldu; akademi ve yayıncılık dünyası arasındaki kritik köprülerdendi. Hep garantili konular üzerine çalıştı, 1990’larda milliyetçilik ve ulus devlet, 2000’lerde sol sinizm ve şimdi fazlasıyla “gözde” orta sınıflar üzerine kalem oynatıyor. Osmanlıcaya şehla etkileyici Türkçesiyle kendini okutmayı bilen bir yazardır. Her yazısı dikkatle takip edilir ve konuşulur. Son yazısı da öyle oldu. Birikim dergisinin son sayısında hegemonya üzerine yazdı üstad…
Özetle son yazısında, kendini karşıtına göre belirleyen bir dilin ve muhalefetin gerilimlerinden söz ediyordu. Sürekli AKP’yi muhatap alan bir sürecin yoruculuğu. AKP’nin gerilimi arttıran söylemlerine karşı bir serin durma çağrısı yapıyordu sanki. Şöyle diyordu Tanıl Bora: “(Kürtaj provokasyonunun aynı zamanda Roboski’yi unutturmaya, “kadın erkek eşitliği fıtrata aykırı” fetvasının aynı zamanda Galataport ihalesinin iptal eden yargıyı dönük tehdidi perdelemeye yaradığına hiç girmiyorum.) Hegemonyayla mücadele, hele karşı-hegemonya iddiası, bir miktar da iktidar yokmuş gibi davranabilmeyi gerektirmiyor mu? İktidar var, elbette – hem de nasıl var! Onu büsbütün unutmaktan söz etmiyorum; unutamayız. Aklımızı, fikrimizi, düşlerimizi, dilimizi, uğraşımızı, iktidarın markajından kurtarmaktan söz ediyorum. Kendi sözümüzü kurmaktan… Kendi ağımızı örmekten… Kendi hikâyemizi yazmaktan…”
Kısaca AKP kendine muhatap kılarak bizi hegemonyası içine alıyor; arkada başka işleri kolayca çeviriyordu. Bir tarafıyla hak verilebilir bu saptamalara. Hayat tarzı, laiklik, din üzerinden bir kıyamet koparmak, örneğin Galataport gibi önemli “maddi” bir operasyonu gizleyebiliyor.
Ama şöyle bir problem var Tanıl’ın söylediklerinde. Yine suç AKP’de değil, bazen “AKP yokmuş gibi davranamayan bizde sanki. Top yine bize atıldı… Ya da taca… Yani başkaları akıllı değil… Bu saptalamalar fazlasıyla “politik doğrucu”… Eğer gerçekten hegemonyanın ne olduğunu tartışacaksanız, lafı kıvırmadan bu sürece Tanıl’ı da dahil etmek gerekecek. Gücenmek yok!
Hegemonya entelektüel alemin temel enstrümanlarından olduğu için de tartışmaları getiriverdi. Sevgili Deniz Yıldırım, bu sayfalarda anlaşılır bir döküm yaptı iki gün önce… Yıldırım elbette saygılı bir ton tutturmuştu. Zaten Tanıl hakkında konuşunca önce saygı geliyor. Bunu anlamak gerekiyor. Ama bence tam da bu saygı halesi Tanıl Bora’yı tartışmanın kendisini engelliyor. Oysa, uzun ama çok uzun zamandır herkesin bildiği ama söylemediği bir şeydi Tanıl Bora’nın konumu… Duruşu, Ernst Bloch’u devrimci eskatolojisi düşünüldüğünde, “üstad o alemde ne geziyor” serzenişlerini, utangaçça terennümleri duymuşumdur bizzat. Alem derken, kastedilen Murat Belge, Yetmez ama Evet, Birikim sol liberalizmi, Ömer Laçiner ve bir sürü tavır anlaşılıyor farz edersiniz. Sanki Tanıl ve burası arasında bir uyumsuzluk vardı… Evet herkes bunu hisseder ama söylemezdi. Bunu belki de ilk kez ben söyledim. Yurt’taki son yazımı Tanıl Bora ve Yasin Aktay üzerine yazmıştım. Açıkçası tık çıkmadı kimseden…. Saygıdan olsa gerek dedim… Yazının ana fikri şuydu: Tamamen sol-liberal bir faunada palazlanmış, AKP payandası Yasin Aktay gibi zevatın bu meşruluğunda Tanıl Bora’nın katkısını sorgulamış ve eleştiri beklentimi yinelemiştim. Gezi’ye küfür eden ve şu an AKP’de kritik yerlerde olan muhafazakar zevatın önemli bir kısmı meşruluklarını Birikim-Radikal-Taraf hattı üzerinden kurmuşlardı. Bu hegemonya artık herkes için malumatu-furuş… Daha fazla şey söylemek gerekmiyor. Sol liberalizm ve AKP hegemonyası Cengiz Algan ve DSİP gibi “kullanışlı” ucubeler çıkartmış bugün artık master tez konusu haline gelmiştir.
Eğer Gramsci ve hegemonya üzerine yazılacaksa yukarıda sıraladığım hat müthiş malzeme veriyor. Bence dünya siyasetinde eşine az rastlanır bir eklemlenme. Bu eklemlenmede muhafazakar ve sol aydınları bir araya getiren blok, cürmünden fazla yer yakacaktır. Yani sadete gelirsem: Hegemonya üzerine yazan Bora, bizzat bu hegemanyanın parçasıydı zaten. 1990’lı yıllarda sol kötümserlik ile ateşlenen atmosferde İslamcı, muhafazakar aydınları, sosyalist sola eklemleyen çevrenin en dinamik isimlerinden biriydi Tanıl Bora. Modernlik eleştirisi bütün dünyada gözde hale gelmiş, muhafazakar aydınlar için beklenmedik bağlamlar oluşturmaya başlamıştı. Öncelikle Habermas’ın “iletişimsel eylem” paradigmasını yerelleştiren “Medine Vesikası” tartışmaları, daha önce bir araya gelemeyecek insanları buluşturuyordu. Birikim burada dinamo rolündeydi. Konya-Ankara hattında demlenen Tezkire, Vadi Yayınları gibi post modernizm tartışmalarını İslami cenahta yürüten blok, kısa sürede Birikim çevresiyle de eklemleniverecekti.
Yasin Aktay, Erol Göka gibi akademisyenler işte bu faunada yeşillendiler. Gezi sürecindeki kırılmada bu zevat, yandaş köşelerinden ağız dolusu küfür ederken, biz de Tanıl Bora’dan usturuplu bir eleştiri bekledik. Ama gelmedi… Hala bekliyoruz!
Neyse lafı uzatmayacağım. Ekte, çalışmaları devam eden “Entelektüel Mülksüzleşme Haritası”ndan bir eskiz var… Gezi sürecine kadar gelen sol-liberal eklemlenmeleri ve hegemonyayı gösteriyor…
Son bir söz daha: Kendileri vaka olanlar vaka analizi yapamazlar!