Bir ülkeyi okumak

Konu İtalya ise geçmişe yönelik bilinmesi gereken iki çok önemli dönem sayılabilir; biri Roma İmparatorluğu, diğeri ise Rönesans. Bundan sonrası artık ilgi alanınıza göre biraz daha ayrıntıya giren bir kitap seçmektir. Bence imparatorluk dönemi Roma’sını teknik açıdan ele alan kitaplar iyi bir seçim olacaktır.

Aslında ‘ısmarlama’ yazıya karşıyım. Daha önce de birkaç kez bahsettiğim gibi, kitaplığımdaki ‘okuyacağım ‘kitaplar’ rafından seçtiklerimden yazımı hazırlarım. Ancak geçenlerde yurtdışında, İtalya’da, toplantıya katılacak olan bir arkadaşım “gitmeden ne okuyayım, bunu yazsana” deyince, önce hayır desem de sonra okumayı planladığım üç İtalya kitabını anımsayıp, yazmaya karar verdim. Belki ısmarlama değil ama yarı-ısmarlama bir yazı oldu bugünkü.

Bu tip geziler için hazırlanmış ve sıklıkla kullanılan kılavuz kitaplar var ama bu kitaplardaki bilgiler genellikle yüzeysel ve herhangi bir internet kaynağından ulaşılabilecek nitelikte. Ben bu kılavuzlarda en çok fotoğrafları seviyorum; bana kalırsa bahsedilen her yerin, yapının, en güzel açıdan ve en uygun zamanda çekilmiş fotoğrafını koyuyorlar. Ama bu kadar, daha fazlası değil.

Böyle söyleyince sık sık yurtdışına çıktığım sanılmasın. Zaten uzunca bir süre yurtdışına çıkış yasağım vardı, pasaportuma el konulmuştu; hatta yakınlarımın da. Arkasından pandemi sınırları kapattırdı. Şimdi de dolar avro kurları işi iyice anlamsızlaştırdı.

Konuya dönecek olursam, gezilen, görülen bir yerden keyif almanın gerçek yolu, bir kere, gördüğünü anlamaktır. Zaten hiçbir şey anlamadan sevilemez ki. Bunları yazmamın nedeni; garip, mekanik bir gezme kültürünün toplumda yayılması. Çoğunlukla tanımak, keyif almak için değil de görülen yerler listesine yeni bir “tik atmak” için yapılıyor. Tüketim toplumunda gezinin tüketilmesi de böyle oluyor demek ki. Bence, zaman boşa geçiriliyor, elindeki paranın bir kısmını da sistem böylece geri alıyor.

Bunca olmaması gereken şeyi sıraladıktan sonra, gelelim ne okunması gerektiğine. Öncelikle gezilecek yerdeki eserlerin yapıldığı dönemin tarihini ve sosyal yapısını okumak gerekiyor. Ancak bu şekilde bir tabloya, deyim yerindeyse, boş boş bakmaktan veya antik bir yapı için “acaba bu taşları oraya nasıl çıkardılar?” basitliğinden kurtulunabilir. Burada eserlerin oluşturulduğu dönemin yapısı ve eserlerin bu yapı içerisindeki yeri çok önemli. Elbette bahsedeceğim kitaplar, görmeyle birleştirilirse çok iyi olur ama hepsi gezmeden de okunabilecek ve kişiyi zenginleştirecek yapıtlar. Şunu da vurgulamalıyım; İtalya için, okuyup, neyi görmek istediğinize karar vermek önemli çünkü ülke çapında 100.000’in üzerinde anıtsal yapı (katedraller, kiliseler, arkeolojik alanlar vs.) bulunmaktadır ki bu da tüm dünya mirasının yarısından fazlasına denk gelir. Müze sayısı 3000’in üzerindedir. Demek istediğim, bilmeden görmeye çalışılırsa, kişinin darmadağın olması işten bile değildir.

Konu İtalya ise geçmişe yönelik bilinmesi gereken iki çok önemli dönem sayılabilir; biri Roma İmparatorluğu, diğeri ise Rönesans. Bundan sonrası artık ilgi alanınıza göre biraz daha ayrıntıya giren bir kitap seçmektir. Bence imparatorluk dönemi Roma’sını teknik açıdan ele alan kitaplar iyi bir seçim olacaktır. Ve bu düşünceyle Fritz Kretzschmer’in Antik Roma’da Mimarlık ve Mühendislik kitabını okudum. Tercih nedenim sadece konusu değildi, kitapta anlatıların resimlerle desteklenmesi anlatılanların üç boyutlu düşünülmesini kolaylaştırıyordu. Ayrıca, Arkeoloji ve Sanat Yayınları’nın çevirilerine güveniyorum çünkü bildiğim kadarıyla profesyonel çeviriler sonra arkeologlarca kontrol ediliyor.

Kretzschmer’i okuduğunuzda yukarıda değindiğim “abi, bu taşları buraya nasıl taşımışlar” sorusunun fiziksel açıklamalarını bulduğunuz gibi, kilometrelerce uzunluğundaki su yollarının, kanalizasyon sisteminin, yerden ısıtmalı evlerin ve diğerlerinin nasıl çalıştığını da anlıyor insan. Gerçekten de ısıyı hamam külhanlarında 600-800 çıkarıp, sauna benzeri yerlerde 55 derecede tutabiliyorlardı.

Isı demişken, kitapta anlatılan bana ilginç gelen bir öykü var. Trier bazilikasının alttan ısıtma sistemi incelendiğinde, araştırmacılar sistemin tüm bazilika alanını ısıtmaya yetmeyeceğini, yüzde 15’lik bir eksiklik olduğu görmüşler. ‘Antik çağda bu kadar hesap hatası olabilir’ denilerek pek de üzerinde durulmamış. Ancak yıllar sonra yan duvarların restorasyonu sırasında 8 metre yüksekliğe kadar çıkan ısıtma boruları bulunmuş. Duvar yüksekliği 29 metre olan bazilikada, sadece 8 metreye kadar çıkan ısıtmaya önceleri bir anlam verilemezken, sonra fark edilmiş ki, tabandaki yüzde 15’lik kayıp, duvarlardaki 8 metre ile tam olarak kapatılabiliyor!

Bu yazdıklarımdan, ‘öncesi yoktu, Romalılar mucizevi bir biçimde büyük işler başardılar’ anlamı çıkartılmamalı. Yaptıkları sadece, kendilerinden önceki birikimi iyi kullanmalarıydı. Ayrıca dönemin en ileri üretim biçimi olan köleciliğin de zirve yaptığı bir yönetim kurmuşlardı. Bu sayede çeşitli el sanatları, çok sayıda kölenin çalıştırılmasıyla bir bakıma, büyük sanayi girişimlerine dönüşmüştü. Ürünlere, örneğin porselenlere basılan mühürler hem kaliteyi gösteriyor hem de reklam aracı oluyordu.

Roma’nın Akdeniz ve Karadeniz’i iç deniz haline getiren koca bir imparatorluk olduğunu düşünülürse, İtalya dışında geniş bir coğrafyada, örneğin Türkiye’de, Roma dönemi eserlerine sıkça rastlanması olağandır. Dönemin en akustik tiyatrosunun Aspendos, en dik inşa edilenin Bergama olduğunu söylemeliyim. Yani Kretzschmer’in kitabı İtalya’ya gitmeden de, hatta Aspendos ve Bergama’ya gitmeden de insanlık tarihi açısından okunmalıdır bence.

Rönesans diye adlandırılan 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupa'daki muazzam bilim ve sanat atılımının İtalya’da başladığını herkes bilir. Burjuvazinin de toplumsal sahneye çıkışı da yine bu dönemdedir. Bana kalırsa Jacob Burckhardt’ın İtalya’da Rönesans Kültürü kitabı konusunun en iyilerinden biri, belki de en iyisi. Ancak, doğrusunu söylemek gerekirse biraz ‘ağırdır’. En azından benim için böyle çünkü verilen birçok örneği tanımadığım gibi, tanıdıklarımda bile anlatılan ayrıntılar bana fazla geldi. Böyle ama kitap bittiğinde çok şey öğrendiğimi fark ettim.

Rönesans’ın dünya tarihindeki en büyük sanat atılımı olduğu konusunda kuşku yok sanırım. Doğal olarak doğum yeri olan İtalya da bu açıdan en zengin ülke. Ancak iş bununla sınırlı değil; sanatla koşut olarak bilimde de önemli atılımlar vardı: “On beşinci yüzyıl sonlarında İtalyanlar, Paolo Toscanelli, Luca Pacioli ve Leonardo da Vinci gibi üstün kişileriyle matematikte ve doğa bilimlerinde hiçbiriyle karşılaştırma kabul etmeyecek şekilde Avrupa’nın en ilerisidir. Başka memleketlerde yetişen bilginler, Regiomontanus ve Copernicus da dahil olmak üzere İtalyanların öğrencileri olduklarını itiraf etmektedirler.” Doğa bilimlerindeki gelişmeler, doğa resimlerinde kendisini gösterirken, özel olarak fizyolojideki atılımlar, resim ve edebiyattaki insan güzelliği anlatımında yer buluyordu.

Bunca değişim içerisinde üst yapının önemli, belki de en önemli kurumu olan devlet de değişiyordu. Burckhardt’a göre dönemin yöneticileri devleti de bir sanat eseri olarak ele alıyordu. Yani Rönesansın hümanizma düşüncesi, devleti de değiştirmişti; ya da devletteki değişim sanata da yansımıştı.

Aslına bakılırsa, sadece İtalya için değil, tüm Avrupa için Rönesansın bilinmesi gerekiyor. Öyle ki, Rönesans döneminde İtalyan her şeye duyulan hayranlık, ‘Italophilia’ diye bir hareketten bile söz ettirmeye başlamıştı. O zamandan beri tüm opera eserlerinin dünyanın her yerinde İtalyanca oynanması bir yana, 17. yüzyılın başlarında Almanya'da bulunan tüm kitapların üçte birinin İtalyanca olduğu söylenmektedir.

Buraya kadar yeterli bir okuma gibi dursa da kanımca bir eksik var; o da insan faktörü. Bence bu mühendislik yapılarını inşa eden, sanat eserlerini üreten insanları tanımak gerek. Bunu İtalyan arkadaş edinmek ve/veya onlarla muhabbet edilsin diye söylemiyorum. Evet bunlar yapılsa iyi olur ama kısa sürede pek olanaklı olmayabilir ama yine de o coğrafyada yaşayanları tanımak gerek. Bunun için en iyi yol, o ülkenin edebiyatıdır bana kalırsa. Tercihim doğrudan bir roman değil de Toplumsal İşleviyle Çağdaş Güney İtalyan Romanı oldu bu kez. Kitabı sahaflarda bulup okumaya başlayınca, önce “acaba doğru seçim mi yaptım” diye aklımdan geçmedi değil. Çünkü Necdet Adabağ’ın üzerinde durduğu dört yazardan üçünün hiçbir romanını okumamıştım, daha doğrusu Türkçeye çevrilmemişti. Ama olsun, farklı bir deneyimdi, tanımadığım yazarlar üzerinden bir yandan İtalyan geleneklerinin aydınlara etkisini izlerken, diğer yandan kendilerinin nasıl yansıttıklarını gördüm. Dediğim gibi farklı bir deneyimdi ama bir çekinceyle; okuduğum yazarlarda Adabağ’ın yorumlarını doğru kabul etmek koşuluyla.

Kuzeyi değil de güneyi okumanın bir faydası da siyaseti ve mafyayı daha doğrusu “yasayı koyanla, yasaya karşı koyanı” aynı potada düşünmek için yeterince veri sağlayabilmesiydi. Üstelik Mussolini döneminde, mafya nedeniyle faşizmle kurulan özel ilişkiyi görmek, İtalya’yı tanımak açısından önemli bence.

Biliyorsunuz, İtalyan egemen güçlerinin planlarında “İtalya’da güney tarım bölgesi olarak kalacak, insan gücü üretecek, bu arada kuzey sanayileşmeyle varsıllaşacaktı.” Şunu söylemek istiyorum, nasıl güneydoğuyu tanımadan Türkiye hakkında konuşmak zorsa, benzer durum İtalya’da güney için geçerlidir.

İşte böyle, Toplumsal İşleviyle Çağdaş Güney İtalyan Romanı’nda ne roman okuyorsunuz ne tarih ne de toplumbilim. Ama bunların tümünü, hatta fazlasını, bir arada ve içi içe geçmiş biçimde görüyorsunuz. Ne yalan söyleyeyim, seçimimin biraz rastlantısal olmasına karşın, sonuçtan memnunum; hatta diyebilirim ki doğrudan tek bir roman okumaktan daha iyi oldu.

Dediğim gibi, yazıda kullandığım mantık, başka ülkelere de uyarlanabilir. Yani, öncelikle o ülkenin tarihindeki belirleyici dönemlere ait kitaplar, sonra o ülkenin edebiyatı. Böyle bir donanım o ülkeyi daha iyi anlamayı getirecektir beraberinde.

Son bir not, evet, İtalya yazısı istendi, yazdım. Bu demek değildir ki istek üzerine başka yerleri de yazarım; yaptığım sadece genel yaklaşımımın somut bir örnek üzerinden gösterilmesiydi, o kadar. Zaten bu yüzden yazının başlığı “Bir Ülkeyi Okumak” oldu “İtalya’yı Okumak” değil.


KÜNYELER

- Antik Roma’da Mimarlık ve Mühendislik. Fritz Kretzschmer, Çev.: Z. Zühre İlkgelen, Arkeoloji ve Sanat Yay., 2. baskı 2010. Sahaflarda 50-100 TL arası.

- İtalya’da Rönesans Kültürü. Jacob Burckhardt. Çev.: Bekir Sıtkı Baykal, Kitapçılarda Okuyan Us ve Panama Yay., baskıları 42 ve 99 TL.

- Toplumsal İşleviyle Çağdaş Güney İtalyan Romanı. Necdet Adabağ, Hatiboğlu Yay., 1987. Sahaflarda 8-21 TL arası.