Musul’da rehin alınan konsolosluk görevlilerinin kurtulması, Başbakan’ın orantısız sevgi gösterileri eşliğinde yansıdı kamuoyuna. Rehineler dönmüştü ama serbest kalan babalarını karşılamaya gelen çocuklardan birkaçı, kutlamalar sırasında bizzat Davutoğlu’nun elinde telef olabilirdi. 101 gündür bin bir türlü kaygıyla eşinin kurtarılmasını bekleyen bir kadın düşünün. Tam her şey yoluna giriyor derken, çocuğunu boynundan kavrayıp, ayaklarını yerden keserek öpmeye çalışan Davutoğlu’nu gördüğünde aklı gitmiş ve herhalde bu “kafa” etrafta serbestçe dolaşırken, yüreği ağzına gelmeden geçirebileceği tek bir saat olmayacağına kanaat getirmiştir. Zaten hem Davutoğlu hem de Erdoğan’ın icraatları söz konusu olduğunda, memlekette aklı başında her yurttaşın, her an başımıza bir şey gelebilir korkusuyla yaşadığı sır değil. Neyse ki hem rehineler, hem de çocuklar sağ salim evlerine dönebildiler.
Rehine krizinin “mutlu son” ile bitmesi, Türkiye’nin önümüzdeki günlerde huzur bulacağı anlamına gelmiyor. Her şeyden önce, IŞİD büyük bir tehdit ve sadece bir “dış tehdit” olmadığını herkes biliyor. AKP’nin bu vahşi terör örgütüyle arasındaki ideolojik kan bağı ve Esad karşısında kurulan stratejik işbirliği, kısa süre içinde Türkiye’yi örgütün lojistik üssü haline getirdi. Sadece sınır bölgelerinde değil, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Türkiye’nin birçok ilinde örgütün yuvalanmasına, sempatizan ve militan toplamasına olanak yaratıldı.
Diğer taraftan, ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmak için IŞID tehdidini fırsata çevirmesi, AKP’nin elini bir kez daha zora soktu. Daha dün Suriye’ye girmek ve ABD başta olmak üzere, NATO üyesi ülkeleri bu savaşa ortak edebilmek için kendi eliyle kendi ülkesini vurmayı planlarken yakalanan Erdoğan ekibi, şimdi diplomasiden, “farklı” yöntemlerden ve sağduyudan bahsediyor. Bu çelişki gibi gözükse de, bunun tek nedeni, IŞID’in savaşı Türkiye’ye taşıma riski değil elbette. Ağırdan almalarının birçok nedeni var.
Birincisi, yukarıda sözünü ettiğim ideolojik kan bağı. 2015 genel seçimleri öncesinde Erdoğan ve ekibi, IŞID’e karşı ABD öncülüğünde yürütülecek bir operasyonun taşeronluk yükünü kaldıramaz.
İkincisi, bu ekip Ortadoğu’nun yeniden yapılanma sürecinin dışında kalamaz. Bu olasılık kullanım sürelerinin sonu anlamına gelir.
Üçüncüsü ise ikincisiyle bağlantılıdır. Sürecin dışında kalamayacakları gibi, Kürt sorununda inisiyatifi kaptırmayı da göze alamazlar.
Erdoğan Birleşmiş Milletler Genel Kurul görüşmeleri için Amerika’da olacak.
IŞiD’e karşı koalisyonda daha etkin rol alması için, rehine bahanesi kalmayan Erdoğan’ın üzerindeki basınç artıracak.
Görünen o ki Erdoğan da tüm dünyayı, IŞİD’i yaratan asıl nedenin Suriye lideri Esad olduğuna ve IŞID üzerine çevrilen namluların Esad’a çevrilmesi gerektiğine ikna etmeye çalışacak.
Erdoğan ağırdan satacak, ABD bastıracak, pazarlık kızışacak.
Öyle ya da böyle bu pazarlık bağlanacak. Bu pazarlık nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın buradan hayır çıkmayacak. Bu kirli, kanlı oyunda yol alınmış olacak.
Huzur bulmak isteyenlerin ise aklının başında ve uyanık olması gerekecek.
Herkes uyanık kalmanın kendince formülünü bulur ama ben aşağıdaki yöntemi uygulayacağım.
Esad diktatör diyene, “hadi oradan” diyeceğim.
Bu Kürtler de çok oluyor diyene, “biz kardeşçe yaşamanın yolunu buluruz, sen aradan çekil” diyeceğim.
ABD bölgeye barış ve istikrar getiriyor diyene, “sıra bize geldiğinde gözüme gözükme” diyeceğim.
IŞİD aslında terör örgütü değil, tepkiyle yan yana gelmiş insanlar diyene, odunla girişeceğim.
IŞID’çiye denk gelirsem iflahını keseceğim.
Yeni Türkiye diyene, okkalı bir küfür edeceğim.