Belirsizlik ya da siyasetin sonu

Bu hafta başında, değerli gazeteci Kemal Can ilginç, düşünmeyi provoke eden bir analiz yaptı; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “siyaseti bıraktığını” söyledi. AKP’nin hikayesini kaybettiğini, Cumhurbaşkanı’nın siyaset alanı dışında bir güç olduğunu anlatan bu ilginç analiz önümüzdeki günlerde enine boyuna tartışılacaktır diye düşünüyorum. Ben de bu yazıda Cumhurbaşkanı'nın siyaset - devlet ilişkisi açısından durumunu Kemal Can’a katılarak bir başka açıdan anlatmaya çalışacağım.

Her şeyden önce siyaset kavramının anlamı üzerinde durmak, olup biteni gerçekçi bir gözle görebilmek için Carl Schmitt’in konuya denk düşen siyaset kavramını anımsamakta yarar var. Schmitt, siyaset alanının varlıklarını sürdürmek için birbiriyle ilişkili birbiriyle bütünleşen ya da ayrışan güçlerin ve iktidarların alanı olduğunu söyler.(*) Devlet ile siyaset arasında esaslı bir ayrıma da dikkat çeker. Kimi örneklerde önce devleti belirleyen siyaset, daha sonra etkisini yitirir; devletin değişen formu içinde dar alanda kendine iş arar.

Güncel tartışma ise devlet siyaset farklılaşmasını görmüyor. Bir erken seçim olacak mı? Kim kazanacak, kim kaybedecek? Bu tartışma ülkenin yönetim sistemini dikkate almayan bir tartışmadır. Cumhurbaşkanlığı Hükümeti Sistemi (CHS) siyasal partilere, parlamentoya dayanarak ülkeyi yönetmeyi öngören bir sistem olarak kurgulanmamıştır. Partilerde Meclis’te görünür hale gelen siyasetin Başkan’a karşı çıkma ihtimalini önlemek için Cumhurbaşkanı’nın partili olabilmesinin yolu açılmış, parti kısa sürede siyasal niteliğini yitirmiş, böylece gerçek otoritenin CHS olduğu ortaya çıkmıştır. Cumhurbaşkanı ile çoğunluk partisinin ya da koalisyonunun farklı olabileceği, sistemde varsayım olarak öngörülmüştür; şimdiki somut durumda cumhurbaşkanı ile partisine oy vermeyi düşünenlerin arasındaki farkın Cumhurbaşkanı lehine belirginleşmesi de bu öngörünün doğrulanabileceğini göstermektedir.

TARTIŞMALARIN GERÇEKLİĞİ

Ama yine de günümüzün hararetli tartışması iktidarın yani Cumhurbaşkanı ve partisinin güçten düşüp düşmediği, seçimleri kaybedip kaybetmeyeceği, kaybederse sonuçları kabul ederek bırakıp bırakmayacağı üzerinedir. Üstelik yalnızca muhalifler arasında değil sisteme destek veren iktidar kanadının, iktidarı oluşturan çevrelerin ve iktidar kanadında varolduğu artık açık olan farklı, çatışmalı kesimlerin de konusudur. Muhalefet kanadında “iktidar başarısız, oy yitiriyor, kendi içinde de çatışıyor” yaklaşımı egemendir; CHP laikliği geri çekerek, muhafazakar çevrelerle ilişkiyi öne alarak, Millet İttifakı’nı tek çare sayarak oluşturduğu stratejide ısrarlı görünüyor. Muhalefetin lider kesimi bu iyimser bakışı bir strateji olarak bilinçli bir şekilde yayıyor mu yoksa gerçekten inanıyor mu anlamak zor. Ama tabanda iddianın “iktidar seçimleri kaybedecek ve gidecek” kısmına inananların sayısının gittikçe arttığı görülüyor. Ekonomik durumun ağırlaşan koşullarında artan bir yoksullukla baş etmeye çalışan üstüne bir de pandemiyle boğuşan kesimin, durumu gittikçe sarsılan orta gelir sahibi muhalif kitlenin bir kurtuluş umudu olarak bu tür bir iddiaya inanması, inanmak istemesi doğaldır. Kitleleri umutlu bir rehavete sürükleyen bu yaklaşımı “kaybedecekler ama gitmezler” kaygısı izliyor, bu da muhalif kitledeki iyimserliğin hızla karamsarlığa dönüşmesine yol açıyor.

Aynı tartışma iktidar partisi çevrelerinin de gündemindedir. Orada ağır basan seçimlerin yitirilmesi ve sonrasının belirsizliğidir. Kamuoyu yoklamaları gizlenemez bir inişi gösteriyor. Ekonomiyi düzeltme imkanı yoktur, pandemiyi kontrol altına alma çabası ekonomiyi kurtarma, düşüşü durdurma stratejileriyle çatışıyor, dış politika ise yokuş aşağı yuvarlanan çığa dönüşmesi ihtimal dahilinde bir kar topuna benzemektedir. Kuşkusuz iktidar kanadı yani Cumhurbaşkanı ile artık dıştan baktığı partisi ve ortağı, oy kitlesini, ne deniyordu, konsolide etme umuduyla bu politikadan vaz geçmiyor ama parti içinde, yandaşlarda, bürokraside tedirginliğin artması kaçınılmaz görünüyor.

Peki yürütmede, iktidar partilerinde “kaybedersek gitmemenin yollarını aramalı şimdiden hazırlık yapmalıyız” görüşü ağırlık taşıyor mu? Atılan adımlara bakılırsa böyle bir hazırlık var ya da ikili bir strateji üzerinde çalışılıyor. Bir yandan seçimlerde başarısızlığı imkansız kılacak “önemler” için arayış var, öte yandan siyasi partilerin siyaset yapma alanını daraltmak için yoğun bir çaba gözleniyor. HDP’yi devre dışı bırakmak, Millet İttifakı’nı HDP konusundaki önyargıları güçlendirerek, çelişkileri zorlayarak parçalamak için harekete geçildiği ortada. Ama bu adımların aynı zamanda siyaseti bitiren karakteri de öne çıkıyor; her adımda siyaset geri çekiliyor devlet kurumları ağır basıyor.

Bu tartışmada seçilmişlerden oluşmayan, gücünü sistemin yapısından alan Hükümetin aldırmazlığı, hiç bir eleştiriyi dikkate almayan tutumu dikkatinizi çekmiyor mu? Gerçek hazırlık siyasetin devlet karşısında gerilemesi ile ilişkilidir.

SİYASET VE DEVLET

Burada yazının başında altını çizdiğimiz gerçeklere yani CHS’nin yapısından kaynaklanan gerçeklere dönmekte yarar var. Yineleyelim; bu sistem bir siyasal partiye dayanarak ülkeyi yönetmeyi öngörerek kurgulanmadı. Bir parti söz konusu olsa bile onun görevi CHS kararlarını onaylamakla sınırlıdır. CHS için mecliste ille de bir çoğunluk zorunlu değildir. CHS’i Cumhurbaşkanı’na olağanüstü yetkiler veren süreklilik üzerine kurulmuş bir sistemdir. Öyleyse seçimlerle ya da seçimsiz parlamentoda çoğunluk ne yönde olursa olsun, sistemi değiştirebilecek anayasal bir çoğunluk daha önemlisi bir güç olmadıkça CHS devletin kendisi olmayı sürdürecektir. Kuşkusuz yasama meclisinde bir çoğunluğa dayanmayan Başkan’ın her ne kadar kendi hükümeti ile yönetmeyi sürdürse de kimi zorluklarla karşılaşacağı söylenebilir. Ama bu durumda bile sistem kendini koruyacak, sürekliliğini sağlayacak araçlara sahiptir.

Somut koşullarda CHS sürekliliğinin güvenceye alınmasının ilk koşulu ya da yöntemi siyasetin devre dışı bırakılması, bir anlamda tatil edilmesidir. CHS’nin olağanüstü yetkilere sahip lideri siyaset üstü bir söylem benimseyerek, parlamentoyu, siyasi partileri fiilen devre dışı bırakarak “yasal”, “meşru” yöntemlerle hükümet etmeyi sürdürebilir. Cumhurbaşkanı’nın kararnamelere ağırlık vererek, kararnamelerin alanını yasa gerektiren konulara doğru de facto genişleterek, (Muhalefetin itirazlarını AYM’ye götürmesi ve AYM’nin muhtemel olumsuz kararları kolaylıkla göğüslenebilecektir) nihayet seçimleri erteleyerek ülkeyi kabinesiyle yönetmeyi ulusal çıkarlar için gerekli gördüğünü zamana yayarak ilan etmesi olmayacak bir iş değildir. Böyle bir emr-i vakiye itiraz edebilecek siyasal güç, siyasal partilerde gerekli kararlılık ortada görünmüyor. Bu adımların kimi entelektüel çevrelerde “otoriter demokrasi” olarak kabul göreceği, sermaye çevrelerinde, Batı’da “demokrasi” kapsamı içinde sayılacağı da söylenebilir.

Burada önemli olan siyaset-devlet ilişkisini gözden geçirmek CHS’nin siyasetten devlete doğru bir gidişi ifade etmek için kurgulanıp kurgulanmadığını tartışmaktır. Devlet, eski devletin Kürt hareketine ve sola karşı refleksini koruyarak, İslamcı renkleri ağır basan bir yapıda yeniden örgütlenmektedir. Siyaset ise kendini olabildiğince “dost düşman” ayrımına dayanarak geliştirmiş, “istisna” hali ve sürdürülebilir “olağanüstü hal” sınanmış, nihayet hedeflenen yeni devletin oluşumu için gereken malzeme biriktirilmiş, hizmete sunulmuştur. Bu noktadan sonra liderin kendini, siyasetten uzaklaşarak, değiştirilmiş devletin sahibi, simgesi haline getirmeye çalışması doğal olacaktır. Sonuçta devlet-siyaset ilişkisi yeniden tanımlanacak, siyaset önceliğini yitirecek, bizatihi devletin kendisine dönüşerek pek çok örnekte olduğu gibi ortadan kalkacaktır. O aşamada siyaset devlet ayrımından söz etmenin anlamı kalmayacaktır.

Bulunduğumuz nokta, önümüzdeki verili koşullar böyledir.

***

Bu hızlı gidişe, siyasetten devlete doğru bu hızlı değişime karşı söylenmesi gereken, belki bıktırıcı bir şekilde yinelediğimiz alıntıyı bir kere daha aktarmaktır. Şöyledir: “İnsanlar tarihlerini kendileri yapar; ama onu özgür iradeleriyle değil, dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili, geçmişten devrolan koşullar altında yaparlar.” Bu özlü sözleri, özne “insanlar” ile yüklem “yaparlar” arasındaki geniş eylem alanına dikkat çekmek için yineliyorum.

Günümüz koşullarında siyaset alanında öyle ya da böyle varolan siyasal özneler CHP ve HDP’dir. Her ikisinin de kendi kurguladıkları demokratik eylem, strateji ne olursa olsun, geliştirilecek siyaset, günümüzün bu etkin özneleri ile siyasette doğan boşluğu dolduran kitle örgütleri ve sorunların harekete geçirdiği kendiliğinden eylemler ve günün siyasi gerçekleri dikkate alınmadan oluşturulamaz. Bütün mesele bu gerçeği kabul etmek, aynı zamanda iki siyasi kutba solu, solun siyasal çıkışa ilişkin önerilerini dikkate almadan sonuç alamayacaklarını hatırlatmak, onları bu gerçeğe inandırabilmektir. Siyasetin devlet karşısındaki ikircikli durumu ise olanakları artıran zayıf bir döneme işaret ediyor.

Değerlendirmek sola kalmıştır.

———————————

* “Siyasal kavramının temas ettiği alan, varlıklarını sürdürmek için birbiriyle bütünleşen ya da birbiriden ayrılan güç ve iktidarlara bağlı olarak değişmektedir.” Carl Schmitt; Siyaset Kavramı, sf.40. Metis Yayınları