1982 yılında, yönetmeni olduğum YAZKO Çeviri Dergisi’nin 8.sayısında, “Barış İçin Çeviriler” başlıklı bir özel bölüm hazırlamıştık. O sıralarda ünlü “Barış Derneği Davası” sürmekteydi, ve onlarca Türk aydını, 12 Eylül Faşizmi’nin yakın tarihimize armağan ettiği en kirli sayfalardan birinin kurbanları olarak, dünyada sürekli barış istemiş olmalarının hesabını(!) yargı önünde vermekteydiler.
O karanlık günlerde, YAZKO’nun o zamanki başkanı Mustafa Kemal Ağaoğlu’nun ve YAZKO Edebiyat Dergisi’nin yönetmeni Memet Fuat’ın da içten destekleriyle, YAZKO Çeviri Dergisi’nde dünya şairlerinin ve yazarlarının barış üzerine yazdıklarından bir seçme sunmuştuk. Bölümde Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol, Adnan Cemgil, Ataol Behramoğlu, A.Kadir, G. Aktaş, Zeyyat Selimoğlu, Ülkü Tamer, Afşar Timuçin, Eray Canberk ve Ahmet Soysal’ın birbirinden güzel düzyazı ve şiir çevirileri yayınlanmıştı.
Bölümün hemen başına, Albert Einstein’ın şu deyişini koymuştum : “Savaş uğruna hiç direnmeksizin göze aldığımız özverileri barış uğruna da göze almak zorundayız...” Şimdi aradan yirmi yılı aşkın bir süre geçti, ve dünyanın “süper güç” diye adlandırılan örgütlü katillerinin barış uğruna hiçbir şeyi göze almak zorunluluğunu duymadıkları, kolları ve bacakları bombalarla kopmuş Iraklı çocukların kana bulanmış yüzleriyle bir kez daha kanıtlandı.
Böyle bir dönemde, “Barış İçin Çeviriler”in yılların yükünü taşıyan, sararmış sayfalarına dönüp bir kez daha bakma gereğini duydum.
“Barış İçin Çevriler”in giriş yazısında şöyle demiştim :
“Neden barış için çeviriler?
Eylül 1939 – Danzig.
Ağustos 1945 – Hiroşima ve Nagasaki.
Yarım yüzyıla yaklaşan bir süredir, bu adları bu aylardan ayırmak artık olanaksız. Birincisi, yani Danzig, İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcını, öteki iki ad ise atomu parçalamayı başaran insanoğlunun böylece ürettiği korkunç enerjiyi, o güne dek bilinen insanlık kavramını ve insanca değerleri paramparça etmek yolunda kullanışını simgeler. Ancak ... Danzig ile öteki iki ad arasında bir ayrım vardır. Danzig, tarih haritasında donup kalmış bir addır. Tarih sahnesindeki rolü, Nazi ordularının çıkış noktası olmasıyla başlar ve biter. Buna karşılık Hiroşima ve Nagasaki, işleyen birer yaradır... Öldürücü ışınların kuşaklar boyu süren, kana işleyen etkisi, Hiroşima ve Nagasaki’yi işleyen birer yaraya dönüştürdü. Atom bombası denen buluşun en dahice yanı, bilinen silâhlar arasında savaşa en yakışanı oluşudur. (...)
1945’den günümüze uzanan zaman parçası, barış arayışlarının ve girişimlerinin tarihte en yoğunlaştığı dönemdir. Ama atom yanıklarını aratmayan Napalm yanıklarını tıp bilimine bir araştırma alanı diye kazandıran da aynı dönemdir. Filistin halkının son aylarda yaşadıkları ise, bir yandan Nazi yöntemlerinin, öte yandan da Vietnam’a sözde özgürlük götürenlerin öğrenci yetiştirmekteki ustalıklarının kanıtlarıdır.
Sürekli barışa nasıl kavuşulabileceği sorusunu birkaç satırda yanıtlayabilmek, olanaksız hiç kuşkusuz. Ama şurası kesin ki, hep soyut kavramları çıkış noktası yapmak, soyut arayışlara umut bağlamak, somut sonuçlara ulaştırabilecek yollar değil (...) Artık ulusların geri kalmalarının doğa yasalarından değil, somut geri bıraktırma yasalarından kaynaklandığını, savaşlara hangi somut yarar hesaplarıyla girildiğini somut olarak biliyoruz (...) İçinde bulunduğumuz dönemde dünyamız, tarihinin belki de en tehlikeli çelişkisini yaşıyor : Bir yanda her zamankinden yoğun bir silâhlanma, öte yanda yine her zamankinden yoğun bir barış arayışı. Ve artık tüm insanlığın geleceği, falcıların dudaklarından çıkacak sözlerde değil, bu çelişkinin çözümünde yatıyor...”
“Barış İçin Çeviriler”den seçmeleri haftaya sürdüreceğiz.