Barış Atay’dan Can Atalay’a uzanan ışık
Zaman hızla akar, kazanımlar zafere dönüşür, hedefler tam olarak gerçekleşmese bile bu seçimler büyük bir atılımın habercisi olmaya adaydır. Bu kez umutlar gözle görülebilen verilerle besleniyor.
Lise bitti, İstanbul’a gidiyoruz, Üniversitenin görkemli kapısından içeri giriyor, aldığımız puanla hangi fakülteye girme hakkı kazandığımızı öğrenmek için kalbimizin çılgın vuruşlarını yatıştırarak listelere bakıyoruz. Hukuk Fakültesi, tamamdır öyleyse. Anayasa dersine giriyoruz, yine aynı heyecanla, ünü büyük Hüseyin Nail Kubalı’yı dinliyoruz. Ama derslerin çoğuna Kubalı değil, asistanı Bülent Tanör giriyor ve biz Tanör’ü çok seviyoruz. Bir de İdris Küçükömer’i çok seviyoruz. İktisat’a giriş dersinin ilk gününde kürsüde elleri arkasında gidip geliyor, bize bakıyor ve nihayet yeşil tahtaya büyük harflerle “devlet kimin” diye yazıyor. Bilmiyoruz kimindir devlet. Kısa sürede öğreniyoruz ama. Sonra üniversitenin öğrencilerin hakkını hukukunu tanımayan yapısı ile karşı karşıya kalıyoruz ve boykotlar işgale dönüşüyor. Bana da İstanbul Üniversitesi Rektörlük binasında iş düşüyor, kızıl saçları ile hemen göze çarpan can dostum Kızıl Rudi - Ertuğrul ile tanışıyorum orada. Kızıl Rudilik sağcı medyanın arkadaşımıza takığı isimdir. Halkı öğrencilere karşı kışkırtmak için yalan üstüne yalan söyleyen gerici gazeteler Fransa’dan Türkiye’ye ortalığı karıştırmak için geldiğini yazıyorlar. Oysa Eskişehirli dünya tatlısı bir ailenin kalender oğludur o. 17 gün sürüyor işgal; sonunda yönetim pes ediyor. Bir broşür olarak basılıp dağıtılan talepleri kabul ediyor Senato. Heykel ile ana bina arasında iki sıra halinde dizilerek oluşturduğumuz koridordan geçerek üniversiteye dönüyor proflar. Kimisi çok kızgındı, yüzlerinden okuyabiliyoruz. Kimisi ise sempatiyle bakıyorlardı. Ne yapacağız peki şimdi biz?
***
Aksaray’daki Fikir Kulüpleri Federasyonu’na çıkıyor yolumuz. Ve ertesi gün Türkiye İşçi Partisi’ne gidiyorum ben üye olmak için. O günden bugüne çok dağdağalı günlerden geçtik. Attila Aşut- Gökhan Atılgan ‘ın TİP’in radyo konuşmalarını derledikleri “Proletaryanın Büyülü Kutusu”nda şöyle yazdılar: “1920’lerde başlayan işçi sınıfı mücadelesinin mirasını yüklenen Türkiye İşçi Partisi genellikle Gogol’ün Palto’suna benzetilir. Dostoyevski hem Rus hem dünya edebiyatının büyük önem taşıyan gerçekçilik akımının köklerinin Palto öyküsüne dayandığını vurgulamak için “Hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık” demiştir.” (Yordam kitap, Önsöz, s.15) Gerçekten de Türkiye’de tüm siyasal parti ve hareketler TİP’in paltosundan çıkmıştır. Kuşkusuz öncesinde Suphilerin tarihi TKP’si var. Ama oradan TİP’e tek bir hat çizilebilir ancak. TİP’ten sonra kurulan tüm partilerin, hareketlerin kaynağı, vücut buldukları rahim TİP’tir. Kadroları üyeleri büyük ölçüde TİP’ten gelen 80 öncesinin görkemli TKP’si ve şimdiki partiler dahil hepsi o paltodan çıktılar. Şimdi rüzgârı 1965’lerin rüzgarına benzeyen TİP de o geleneğin son halkasıdır.
***
Peki bu rüzgâr nereden eserek TİP’in yelkenlerini dolduruyor. Bu soruya, değerli akademisyen TİPi içerden ve dışardan yani nesnel bir bakışla değerlendiren Cenk Saraç’ın yaklaşımı isabetli bir yanıt olabilir. Şöyle yazdı Cenk Saraç: “Nasıl olmuştur da Türkiye solu içerisinde bir yandan geniş bir sol blokla müttefiklik ilişkisi içerisinde, diğer yandan da kendi siyasal iddiasını sergileme ısrarında olan sosyalist bir parti” ortaya çıkabilmiştir? (…) herhangi bir geleneği, kurumsallığı ve iç hiyerarşiyi koruma kaygısı tarafından kısıtlanmaksızın bu olanak üzerinden kendisini bilinçli olarak biçimlendiren belki de tek siyasal oluşum. TİP solun/sosyalizmin doğrularının bugünün çelişkileri ve toplumsal dinamikleriyle yeni bir içerik ve biçim içerisinde aktarılmasına yönelik bilinçli bir arayışı temsil ediyor. Şunu söyleyebiliriz: TİP bugün Gezi’yi tek başına temsil etme gücüne sahip bir parti değildir; ama Türkiye sosyalist hareketi içerisinde Gezi’nin içerisine en fazla “işlediği” partidir.”
Bu değerlendirme ufuk açıcıdır. TİP Gezi ruhuna can veren o ruha dayanan bir cesaretle seçimlere katılıyor. O rüzgardır ki TİP’i, “hem geniş bir sol blokla müttefiklik ilişkisi içerisinde, diğer yandan da kendi siyasal iddiasını sergileme ısrarında olan sosyalist bir parti”ye dönüştürdü. (Duvar, 11.4.2023)
***
14 Mayıs seçimlerine sol partiler, geçmiş seçimlerle kıyas kabul etmez bir özgüven, gözle görülür bir hareketlenmeyle hazırlanıyorlar. Tümünü kapsayacak bir birliğin kurulamamış olması üzücü olabilir ama sonuçta alınacak oy miktarından daha fazlasını ifade edecek kitle desteğinin ne kadar olduğunu, taşıdığı potansiyeli de görmüş olacağız. Bu tabloyu değerlendirirken Sol partilerin ve hareketlerin binlerce canı aramızdan alan deprem felaketi sürecinde gösterdikleri, göstermelik olmayan dayanışma, hiç kimsenin hiçbir siyasi gücün inkâr edemeyeceği bir gerçek olarak hafızalardadır artık.
***
Sosyalist dünyanın dağılması ve yıkılması sonrasında emperyal kapitalizmin yoğun çabasıyla güç kazanan ön yargılar büyük ölçüde etkisizleşti. Bunun büyük bir değişim olduğu kanısındayım. Tekil örnekler genel ve olumlu yargıları pekiştiriyor. Bu örneklerden birisi de Hatay milletvekili sevgili yoldaşım, kardeşim, pek çok sosyalist yetiştirmiş Mengüllüoğlu ailesinin çocuğu Barış Atay’ın yerini, Behice Boran partisinin evvel eski yılmaz yıkılmaz, üç kuşak kadrosu Atalay ailesinin çocuğu, Cumhuriyet davasında savcı sorgusunda avukatım, dostum, yoldaşım, kardeşim, şimdi Silivri’de Gezi davası tutuklusu Can Atalay’a bırakmasıdır. İkisini de tanıdığım için kendime gurur payı çıkardığım örnektir; sosyalistlerin koltuk sevdalısı olmadıklarını, kendilerini değil, savundukları ilkeleri, mücadelenin gereklerini önemsediklerini göstermiştir.
***
Zaman hızla akar, kazanımlar zafere dönüşür, hedefler tam olarak gerçekleşmese bile bu seçimler büyük bir atılımın habercisi olmaya adaydır. Bu kez umutlar gözle görülebilen verilerle besleniyor. Gezi ruhu seçimlerin üstünde dolaşıyor, bize umut ve direnç vadediyor; değişime ayak direyenlerin bunca yıl tükenmeyen korkusunun kaynağıdır. Seçimleri yitirme telaşıyla sağa sola saldırıyorlar ya, korkunun kime ne faydası olmuş ki diyelim de bitirelim biz de bu yazıyı…