Birkaç yıl önce, 2009’da yitirdiğimiz Prof. Dr. Ünsal Oskay’ın deneme kitapları üzerine bir yazı kaleme almıştım.
Ünsal Oskay’ın hayatı, Aydınlanma’ya ve Aydınlatma’ya adanmış bir hayattı.
Şimdi, onun ölümünden yaklaşık altı yıl sonra, içinde yaşadığımız karanlıklarda – şimdilik– 97 insanımızı daha kurban verdik.
Yaşadığım ülkenin başkentinin ortalık yerinde bombalarla parçalanan bu insanlar, orada barış ve kardeşlik istemek için toplanmışlardı. Ölüm, onları barış, kardeşlik ve özgürlük şarkılarıyla çektikleri halayların ortasında aldı…
Şimdi, aydınlanma yerine yeni bir kararma’yı yaşamaktayız. Bu matemin ortasında son nefesine kadar aydınlanma’ya adanmış bir hayatın, Ünsal Oskay’ın kitaplarından söz etmek, “Kanlı Cumartesi”nin hemen arkasından ben ne yazayım diye düşünmekten daha anlamlı geldi.
Belki aydınlanmaya dair bir şeyler hatırlarız – dedim!
“Geçen haftaki “Bir Rönesans Aydını : Ünsal Oskay” başlıklı yazımda, 2009 yılında yitirdiğimiz Prof. Dr. Ünsal Oskay’dan, eserlerinden, özellikle de “Yıkanmak istemeyen çocuklar olalım” ve “Tek kişilik haçlı seferleri” adlı deneme kitaplarından söz etmiştim.
Ünsal Oskay, artık sayıları ülkemizde hızla azalan ve ‘aydın’ sıfatını kişiliğinde tam anlamıyla somutlaştıran ender bilim adamlarımızdandı. Bir ‘aydınlanma ve aydınlatma’ ustası diye de nitelendirilebilecek olan Ünsal Oskay’ın Yapı Kredi Yayınları’nın ‘cogito’ dizisinde ilk basımı 1998’de yapılan “Yıkanmak istemeyen çocuklar olalım” başlıklı deneme kitabı, içinde yaşadığımız kültür ikliminin dününe ve bugününe ışık tutan, bunu yaparken de Batı’nın kültür tarihine çok doğru atıflarda bulunmayı da ihmal etmeyen ender eserlerden biridir. Kitapta toplanan denemeler bir bütün olarak okunduğunda karşımızda beliren yol, ‘doğru’ bir aydınlanma kavramına uzanan bir köprü diye de tanımlanabilir.
‘Doğru Aydınlanma’, Oskay’ın temel kavramlarından biri olduğundan, denemelerinden örnek vermezden önce kavramın bir açıklamasını yapmak sanırım uygun olur. Zaten uzun uzadıya açıklamaya gerek duyurmayacak kadar saydam bir kavram. ‘Doğru Aydınlanma’, bu nitelendirmenin yalnızca soyut bir etiket gibi bırakılmadığı, fakat amaçlanan aydınlanma’nın, bunu gerçekleştirmek için kullanılan yöntem ve gidilen yol hangisi olursa olsun, bir toplumu oluşturan bireylerin her birinin iç dünyasında ‘kendi aydınlanmasına’ ulaşmasını da koşul kılan bir aydınlanma eylemi türü. Yani herhangi bir toplumda varılan bir noktadan başlayarak ‘biz artık aydınlandık’ saptamasıyla yetinmeyip, insanın kendisine : “Peki ben de aydınlandım mı gerçekten?” sorusunu yöneltmesiyle ve bu soruya dürüst bir karşılık vermesiyle gerçekleşebilecek bir durum. Çünkü bu yapılmadığında, sözünü ettiğimiz soru ciddiyetle sorulup karşılığı da – kendini kayırmanın yollarını aramaksızın – dürüst bir tavırla verilmediğinde, bir de sadece biz çoğuluyla yetinildiğinde, toplumun tikel kişileri kendilerini yıkımla eşanlamlı “yetmez, ama evet!”lerin eşiğinde de bulabilirler; ve daha da kötüsü, günün birinde başımıza âkil kişiler olarak da çöreklenebilirler.
Ünsal Oskay’ın “Yıkanmak istemeyen çocuklar olalım” adlı kitabında aydınlanma/aydınlanamama bağlamında kaleme aldığı en çarpıcı denemelerden biri “Sahi, Bizde ‘Tanzimat’ Diye Bir Şey Yapılmış mıydı?” başlığını taşıyor. Tarih kitaplarımızda neredeyse hep “Osmanlı’nın son döneminin en önemli yenilik hareketi” diye geçen Tanzimat olayına, çok sağlam bir Marksist kültürün taşıyıcısı olan Oskay şöyle giriyor : “Tarihçilerimizin çoğuna göre ‘Tanzimat’ denen olay, Osmanlı’nın son döneminde, mutlu eski dünyamızı tehdit eden Batılı devletlerin karşısında geri kaldığımızı anlayan dedelerimizin bir silkinme, toparlanma çabasıdır. Kişi heriukukunun başlangıcı Tanzimat’ladır. Devletin modern kurumlara kavuşmasının başlangıcı da Tanzimat’ladır. Piyanonun gelişi Tanzimat’ladır, vb.”
Yazarın kendi değerlendirmelerine geçişi ise şöyle : “Ben, epeyce bir süreden beri, dış etkilerle belirlenen ve geri kalmışlığımızın iç bünyedeki nedenlerinin derinden anlaşılmasına engel olmak üzere, mevcut iktidar yapılanması içinde, yukardan düzenlenen bu yenileşmelerin gerçek yenilikler olmadığını düşünüyorum…Tanzimat, bizde, iktidarını toplumun hiçbir kesimi ile paylaşmamak için Türk unsurlardan kız almayı bile yasaklayabilmiş Osmanlı hanedanının ve onun devşirmeci, enderun yetiştirmesi bürokrasisinin etik anlayışı içinde gerçekleştirilmiş bir ‘ıslahat’ girişimidir. Üretim kapasitesini artıracak yeni teknolojilerin bulunması, kullanılması için varolan toplumsal ilişkilerin değiştirilmesi gerektiğini bilen Osmanlının bu eliti, toplumsal ilişkilerin değiştirilmesinde kıskançlığını sürdürürken yeni teknoloji getirmek istediğinde devlet şiddetine başvurmak zorunda kalmıştır. Eskiden beri, sokağa dökülen halk tarafından oluşturulan ‘gericilik’ karşısında, devleti, siyasal erki elinde tutan seçkinlerimizin ‘gericiliği’ çok daha kapsamlı olmuştur…”
Bu satırlardan çıkan sonuç, şudur : Yukarıdaki alıntıda sözü edilen “geri kalmışlığımızın iç bünyedeki nedenlerinin derinden anlaşılması” gibi bir durum ancak ‘Aydınlanma’, başka deyişle geniş halk kitlelerini de bilinçlendirme yolu ile gerçekleşebilecek iken, iktidar sahibi olan Osmanlı seçkini bu iktidarı ne pahasına olursa olsun elinden bırakmamak ve toplumun hiçbir kesimi ile paylaşmamak amacıyla, bilinçlendirilmemiş/geri kalmışlığın gerçek nedenleri konusunda bilgilendirilmemiş bir halkın nedenini anlamadığı yeniliklere yönelik doğal ve içgüdüsel karşı koyuşunu şiddet kullanarak bastırma yoluna gitmiştir. Bu yol, aynı zamanda artık düşüncenin ve düşündürmenin egemen olması gereken alanlarda inancın ve inandırmanın varlığını korumada direnmenin yoludur.
Sonuç: Tarih kitaplarımızda Osmanlı’nın neredeyse en büyük yenilik hareketi diye tanıtılan Tanzimat, onu gerçek anlamda bir yenilik hareketi kılabilecek temel unsurdan, başka deyişle Aydınlanma’dan yoksun olarak tarih sahnesine girmiştir. Ve bunun sonucunda, 16.yüzyılın sonundan, 17.yüzyılın başından itibaren geniş halk kitleleri artık bir Cervantes’in, bir Shakespeare’in veya bir Erasmus’un mayası ile düşünmeye koyulan Batı karşısında Osmanlı’nın kökü derinlere uzanan gericiliği varlığını sürdürmüştür.
Ünsal Oskay, yazısını şu saptama ile noktalamış : “Bugün, bütün bu nedenlerle, kuşkusuz, objektif koşulları nedeniyle çok olumlu etkilere de yol açmış bulunan bizdeki ilk Tanzimat’ı da, sonraki birçok ‘Tanzimatları’ da artık değişik bir kafa ile okuyup değerlendirmemiz gerekiyor. – Onun için bence, bizde daha hiç ‘Tanzimat’ yapılmadı, yaşanmadı!”
Yalan mı?”
Evet, ne dersiniz, yalan mı?