Sosyal medyada Boğaziçi Üniversitesi’nin kolluk kuvvetleri tarafından işgal edilmesini yansıtan birçok çarpıcı görüntü yer aldı. Bu görüntüler içinde en dikkat çekici olanlardan biri de binaların üzerine konuşlandırılmış keskin nişancılardı.
“Keskin nişancı”; av, avcı ve düşman ilişkilenişinde seçik kılınmış özel bir kategoridir. Silahıyla, giyim kuşamıyla, açıkça adıyla sanıyla mutlak imhaya, “düşman” tanımıyla ölümü meşru kılınmış özneyi seçerek yok etmeye ayarlı bir şiddet mekanizmasıdır.
Avcılığın insanın evrimsel sürecinde önemli bir yer tuttuğu doğrudur. Avlanmanın zorunlu bir ihtiyaç olmaktan çıktığı sonraki süreçte “avcılık bilgisi”nin kendisinde imha yetkisi gören bir kısım erk tarafından “etkisizleştirme” amaçlı kullanıldığı da aynı şekilde doğrudur.
“Tuzak kurmak” sözü edilen bilginin içinde önemli bir yere sahiptir. Avcı tuzak kurar. Bazen bunu alet edevat kullanarak, bazen “kamuflaj” yoluyla kendini gizleyerek, bazen de av olarak seçtiği hayvanın sesini, görüntüsünü taklit ederek yapar.
Boğaziçi Üniversitesi özgülünde; av, avcı ve düşman ilişkilenişi bağlamında bunların hepsi yapılmıştır. Öğrencilere, öğretim görevlilerine ve muhalif kamuoyuna “tuzaklar” kurulmuştur.
Önce atanan kayyuma “rektör” taklidi yaptırılmış, Melih Bulu özelinde demokrat, diyaloğa açık yönetici profili sahneye konulmuş, sonuç alınamayınca egemen siyaset tarzı devreye girmiş, bu tarza içkin din anlayışının argümanları kullanılmaya başlanmıştır. Yalan haberle, kirli bilgiyle eylemlerin haklılığına gölge düşürecek görüntüler yandaş medya aracılığıyla servis edilmiş, giderek yaygınlaşan desteğin önünü kesmek için “en kabul görmüş düşman” kategorisindeki örgüt isimleri gözaltına alınanlar listesine tek kalemde ve topluca eklenmiştir.
Fiziki olarak imha edilmesinin tercih edilmediği durumlarda “düşman”, teslim alınarak bertaraf edilmesi gereken bir habis urdur.
“Teslim almak”, teslim almaktır. Teslim alınan kişi ya da kurum tüm varlığıyla ve tüm teçhizatıyla teslim alınır. Ondan baş eğmesi, “”aşağıya bak”ması yani kendisini teslim alana, otorite olarak kendini gösterene sorgusuz sualsiz itaat etmesi istenir.
Gözaltı, tutukluluk süreci yaşayanlar bilirler. Eğer gözleriniz bir bez ya da bantla bağlı değilse size yöneltilen ilk komut “Başını öne eğ, bakma, kafanı kaldırma”dır. Bu tür komut ya da komutlar zinciri ikili anlam taşır. Birincisi; uygulamayı gerçekleştirenler yaptıklarının “yasal” olmadığının farkındadır. Bir şekilde kendilerinden hesap sorulabileceğinin getirdiği bir kaygıyla yüzlerinin bilinmesini istememektedir. İkincisi -ki devlet güvencesi altında suç işlemenin meşrulaştığı günümüzde bu daha çok geçerlidir-gözaltına alınan kişiye suçlu olduğunu hissettirmek, direncini kırmak ve nerden nasıl geleceğini göremeyeceği şiddet karşısında onu savunmasız bırakmaktır.
Kayyum rektörü atayan irade, rastlantısal gibi görünen bu “Aşağıya bak!” komutuyla akademiyi akademi yapan bütün özgürlük alanlarını kapatmaya ahdetmiş olduğunu, onu us dışı bir cüretle gardiyan-hapishane ilişkisi kadrajına hapsetmeyi hedeflediğini açıkça ortaya koymuştur. Protesto eylemlerine yönelik meydan yasaklamaları da siyasi iktidarın ülkeyi emirlerine tabi büyük bir hapishane olarak gördüğünün, sürdürmekte olduğu güvenlik devleti politikasını daha da genişleteceğinin tescili olarak okunmalıdır. İtaat dayatması, her alana uygulanarak yaygınlaştırılmak istenmektedir. Başkanlık Rejimi’nin gereksinimleri doğrultusunda “devlet”, dolaysız bir zor mekanizmasına dönüşmüş bulunmaktadır. Kendi bekası açısından bu gereklidir çünkü her vesileyle yenilenip çeşitlendirilen “düşman”a karşı yaygın ve “amansız” bir denetim siyaseti uygulamaksızın iktidarını sürdürmesi mümkün görünmemektedir.
Bu ahvâl ve şerait içinde; düşmanlaştırmaya, nefret söylemiyle ötekileştirme politikalarına karşı direnenler de var elbette. Su gibi, toprak gibi doğallar. Işıklı gülüşlerinde haklı olduklarını bilmenin getirdiği bir rahatlık var.
Av değiller, av olmaya da niyetleri yok. Klasik tabirle tankla topla üzerlerine gelinmesinin nedenini biliyorlar. Bu şiddet gösterisine, fikirlerinde doğallıkla var olan “farklılıklara saygı ve ifade özgürlüğü”ne bağlılıktaki ısrarın yol açtığının farkındalar. Onlar bu yeni tür müstebitlerin itaat toplumu hayallerini tehdit eden bir itiraz olarak dimdik ayaktalar. Sımsıkı sarılarak birbirlerine göğe bakıyorlar.
Şair sözünün “maksadını aşan” -öyle olduğu için de ayrıca şiirsel bir kıymete sahip olan- bir güzellik hâli gözlerimizin önünde dalga dalga yayılıyor.
Göğe bakıyoruz!
Sis çanlarımız yol göstermeye devam ediyor. Müstebitlerin zulmet-i beyzalarıyla nasıl baş edileceğini biliyoruz.
Başın öne eğilmesin diyenleri, göğü kucaklayıp getirenleri aklımıza, bilincimize sarıp göğe bakıyoruz.
Yıldız gözeleri karanlıkta ışıldayıp duruyor… Sevgiyle, saygıyla yâd ederek bizden önce geçenleri… Göğe bakıyoruz!