Birincisi, kapitalist devlet kendini sadece burjuvazinin değil tüm yurttaşların devletiymiş gibi göstermek zorundadır.
İkincisi, sermayenin kendini realize edebilmesi için ürünlerin pazarda satılabilmesi, yani yeterli alım gücünün olması gerekir.
Bu özet iki faktör sebebiyle asgari ücret düzenlemesi, kapitalist bir devleti devlet yapan uygulamaların başında gelir. ABD’de varolmadığı da yalandır.
Malûm son dünya krizi patlayalı beri, patronlar enflasyon yaratmadan para basmanın yöntemini buldu. Parayı sadece patronlara gidecek şekilde “yaratıyorlar”. Enflasyon, istenen seviyenin de altında. Durgunluk nedeniyle “biraz tetiklenmesi fena olmayacak” dönemindeyiz. Haliyle kimi “popülist politika”lara tolerans biraz arttı. Hatta bu vesileyle şöyle işçi dostu, babacan bir sultan imal edilebilir mi?..
Ücret, bir işçi ailesinin yaşamak ve çocuklarını yetiştirmek için gereken asgari geçimlik ücrete yakınsama eğilimindedir. Bu eğilim çeşitli nedenlerle sıkça bozulur ve tekrar eski haline gelme eğilimine girer. Bozucu faktörleri şöyle özetleyebiliriz:
Sendikal hareketin güçlenmesiyle işçilerin “idame seviyesi” kimi sosyal, kültürel hakları da kapsamaya başlar, mesai saatleri kısıtlanır, izin hakları savunulur ve üretilen malın değeri cinsinden ücreti gösteren göreli sömürü oranı azalır.
Sınıf mücadelesinin yükselmesiyle kapitalistlerin iktidarının tehlikeye düşmesini önlemek için muhalefeti yumuşatacak “sosyal devlet” anlayışları devreye sokulur. Ulaşım, barınma, eğitim, sosyal güvenlik, sağlık gibi temel haklar devlet güvencesine kavuşursa devlet aygıtı, bunların finansmanı için patronları daha fazla vergilendirmek durumunda kalır.
Ayrıca makul bir (asla geçimlik seviyede olamayan) asgari ücret zorunluluğu getirilerek, nedense (!) “kapıda bekleyen açlar, karın tokluğuna çalışmaya razı, ben bi de size para veriyorum!” diye üç kuruşa köle çalıştırma eğiliminde sık sık kapılıveren patronlar dizginlenerek devletin işçisini de kolladığı fikri yaratılmış olur.
Demek ki asgari ücretin idame sınırında olması tarihsel eğilim olmakla birlikte güncel durumda üç faktörle yukarı doğru salınabiliyor: İşçi örgütlülüğü ve sendikal mücadelenin gücü; burjuva devletin “kölecilik karşıtı” pozisyonu ve sunduğu kamu hizmetlerinin gelişkinliği; bir de kültürel gelişim sonucu, tatil, sehayat, sanatsal ve kültürel faaliyet gibi harcamaların “geçinme” tanımı içine dahil edilmesi. (Muhtemel aşağı salınımlar da büyük göçler, ekonomik kriz, savaş, faşizm gibi faktörlerden kaynaklanabilir.)
Bu çerçevede şimdi buyrun şurdan yakalım: Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir “El kesesinden hovardalık yapılıyor, iş dünyasının maliyetleri iş dünyasına sorulmadan artırılıyor” dedi.
El kesesinden yapılan en büyük hovardalıklardan birinin kimi patronları “içgüdüsel konuşmalar” yapmaları için “Ankara sanayicilerinin resmi temsilcisi” ilan eden kürsüler kurulması olduğu belli.
Başta yazdığım gibi, şayet devlet aygıtı her işi patronlara sorarak yapsaydı, zaten bir devlet aygıtı olmasına gerek kalmazdı, her işi TOBB-TÜSİAD kolluk kuvvetleri halledebilirdi. Bu durumda ASO’nun en büyük ihtiyacı da sanayimizin önünün açılması ve patronlarımızın “maliyet engeli”ni aşarak memleketi kalkındırması için başıbozuk mihrakları içine tıkabilecekleri bir ASO hapishanesi inşa etmek olurdu.
Madem böyle bir düzenleme yok, sanayicilere devletin yarattığı bazı maliyetleri (aslında yine onların uzun vadeli çıkarları için) normal ve yasal kabul etmek gerekiyor. Bu maliyetlerin çoğu çalışma yasalarıyla güvence altına alınmış durumdadır. Maksat bu devletin sade patronların değil, işçilerin de devleti olduğu “fikrini” sıcak tutmak…
Sağcılığın ve işçi düşmanlığının gemi azıya aldığı dönemlerde devlet, bu açıdan zayıf düşer. Sağcıların ifade etmeyi pek sevdiği “milli birlik ve beraberlik” sarsılır. Büyük kitleler, devletin patronların devleti olduğunu düşünmeye ve anarşistlik yapmaya başlarlar! Sonunda, Latin Amerika ülkelerinde 2000’lerde olduğu gibi solcular halk kahramanı siyasetçiler olarak seçim kazanabilir, sağcılar ise halk düşmanı katiller olarak nam salmak zorunda kalır ki bunu bence sanayi odaları da pek istemez.
‘Birkaç kendini bilmezin demecine bakma, niyet ne?’ diye soruyorsanız, AKP’nin seçim zaferinden sonra sermayenin yeni mevziler kazanması için her aciz patron ve patron ruhlu kul, cephane taşımaya başladı diyebiliriz. Yöntem belli: 10 kötü şey yapmak isteyip, bunlardan üçünü şimdilik yapmama ve iki de iyi şey yapma karşılığında 7 kötü şey yapmaya razı etme…
Burada iki iyi şey bulunacağı şüpheli ama birinin asgari ücretin 1300 liraya çıkması olacağı anlaşılıyor. Varsayalım ki gıda enflasyonu bunu 1,5 yılda eritmeyecek. Ve varsayalım (olması mümkün değil ama) kayıt dışı çalışanların gelirlerinde de oransal bir iyileştirme gerçekleşecek. Bu iyileştirmenin patronların her yıl ortalama yüzde 20 artan kazançlarıyla boy ölçüşemeyeceği ortada. İşçilerin milli gelirden on yıl önce aldıkları paya onları yeniden ulaştıramayacağı da belli.
İkinci iyi şey de kaçak işçi çalıştırma, işyeri güvenliği, doğum izni ve yıllık izinlerin, fazla mesai denetim ve ücretlerinin kısmen - bari mevcut oldukça geri yasal çerçeveye kadar – iyileştirilmesi. Durum o kadar kötü ki aslında bunun anlamı emekçileri 19.yy. benzeri koşullardan az bir miktar çıkartma konusunda bir iki makyaj olabilir.
Bu şekerle birlikte yutturulmaya niyetlenilecek kötü şeyleri şöyle özetliyorum:
Patronların yıllardır kafaya takmış durumda oldukları kıdem tazminatları artık kaldırılıverir. Yerine özel sigortalar, parasını verene emeklilik hakları satarlar, çoğu ücretinden ayırıp sigorta da yatırmaz.
Patronlar, ‘800 lira bile çok’ diye bağrındıkları küçük kentlerde, Kürt şehirlerinde, ücra taşra kasabalarında bir çorbaya iki çaya yürüyerek işe gelip giden işçileri “bölgesel asgari ücret” adı altında, yarı paraya işçi çalıştırma hakkına kavuşurlar…
Patronlar, hükümetlerinin körlemesine körüklediği savaştan kaçan Suriye emekçilerini kölelik koşullarında üçe beşe çalıştırma hakkına sahip olur.
Esnek çalışmanın ve taşeronlaşmanın önündeki çoğu gitmiş, azı kalmış engeller de uçurulur, memleket girişimcimizin memleketi kalkındırmasının önü açılı açılıverir!
Asgari ücretin vergi dışı bırakılması aldatmacası da nihayete erer ve orta vadede patronların ücret vergisi diye verdiği parayı cebe indirmeleri sağlanır. Devlet, vergi kaybını emekçinin tüketimine bindirir, geri alır.
Yer miyiz? Biz yemeyiz de, zaten bizim yememizi beklemiyorlar, emekçilere de yedirtmemeliyiz.