AKP ve MHP 2019 seçimleri için "Cumhur İttifakı" kurdular. "Cumhur" var, bir Cumhurbaşkanı, ama cumhuriyet yok. Cumhuriyet "demokrasi" anlamına da geldiği için, demokrasi de yok. Bu partiler bırakalım "özde", sözde bile laik değiller. Zaten laik olmadan demokrat olmak da olanaklı değil. Ama ne var, "cumhur". Bu bizim "halk" dediğimiz özne de değil. Olsa olsa, "millet" dedikleri, Osmanlı kullanımına uygun, dindarların yığını.
Güncel anlamda AKP-MHP ittifakı, Türk-İslam sentezinin bizzat kendisi nedeniyle de, cumhuriyete, demokrasiye, laikliğe aykırı bir ideolojidir. Türk milliyetçisi, kendinden olmayanı kabul edemez. İslamcı, laik ve demokrat olamaz. Ama olsun, "Cumhur"ları vardır.
Malum bir Türk-İslam sentezinin iki partisidir. Her ikisinde de hem milliyetçilik hem İslamcılık bulunuyor. Ama, vurgu farklılıkları, iki partiyi birbirinden ayırıyor. Modern anlamda, dini ideolojiyle modern “milliyetçilik” ideolojileri bağdaşmaz, ancak, her iki partide de modern olmayan Osmanlı’ya dönük ilgi, her iki ideolojiyi rahatlıkla yan yana getirebiliyor.
Bu iki partinin aynı zamanda isteyerek ya da istemeyerek, Cumhuriyet devrimini savunmak durumunda kalması ise, Osmanlı-Türkiye tarihsel sürekliliğine yapılan atıfla bir sorun oluşturmuyor. Sevdikleri tarihçi İlber Ortaylı’nın dedikleri tam istedikleridir. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte devlet değişmedi, değişen sadece rejimdi. Demek istedikleri, aslında bir Anadolu ya da Cumhuriyet devriminin olmadığı, olsa bile devletin işleyiş biçimi anlamında, rejim değişikliği olduğudur.
AKP ile MHP, daha farklı ortamlarda belirttiğimiz gibi, zıt ikizlerdir. Bir arada yaşarlar, benzer bir tabana seslenirler ama içlerinde çelişki de barındırırlar. Ne kadar din, ne kadar milli Türk kimliği olacak? Osmanlı’nın millet anlayışı bu çelişkiyi bırakalım çözmeyi, sürdürmek için ne kadar yardımcı olabilir? Orada da, “millet” dini kimliklere göre tanımlandığına göre, etnik kimlikleri ne yapacağız? Burada da, çözüm olarak malum, “Türk” kimliğinin sadece kültürel, psikolojik ve anayasal düzeyde tanımlandığı iddiası öne sürülmektedir. Ama, sorun burada da devam eder: “Türk” aynı zamanda etnik bir kimliktir de (Akil adamlarından Baskın Oran'ın sık sık ve doğru olarak belirtmiş olduğu gibi).
Biz yukarıda “çelişki” dedik, ama, AKP ile MHP’lilerin burada bir çelişki görmediklerini, sadece bir “gerginlik” yaşadıklarını söyleyebiliriz. Türklük ayrı, hem Müslüman, hem Osmanlı devamı olmak, yeteri kadar birleştirici değil mi, diye hemen yanıt vereceklerdir. Böyle bir yanıta da ne denebilir? İslamcı, Osmanlıcı denilebilir! İyi de MHP’nin Türk milliyetçiliği ile AKP’nin ikincil milliyetçiliğini ne yapacağız?
Konu Türkiye’nin önemli sorunlarına geldiğinde, hemen Kürt Sorunu’na da geliriz. MHP’li AKP Kürtlere nasıl seslenecek? Böyle bir sorunlarının olmadığı da anlaşılıyor. Onlara göre ya PKK’lı Kürt ya da İslamcı Kürt olnmalıdır! HDP’nin oylarıysa zaten ayrıdır ve ancak önemsiz derecede azaltılabilir.
Demek oluyor, MHP’li AKP için, Türk milliyetçiliği dozu iyi ayarlanırsa, Kürtler’in sadece PKK ile “damgalanmış” kısımları “karşı tarafa” alınır. Onlar bile korkuyla zayıflayacaklardır.
AKP-MHP işbirliğinin başarılı olma olasılığı yüksektir. Ama kısa vadede. Her şeyden önce, devletin her hizmete hazır tutulan vurucu partilerinden MHP ömrünün sonuna gelebilir. AKP ise, bu destek doğrudan yanında olsun ya da olmasın, “milliyetçi” politikalarını İslamcılığının önüne geçirmek zorunda kalabilir. Ya da değişik sentezler...
Ele aldığımız ideolojik sentez sorununa erken çözümlerden biri, bilindiği üzere, MHP’nin içinden 12 Eylül sonrası çıkan BBP’ydi. Şu anki duruma bakıldığında, AKP ile MHP birlikteliği büyük ve yeni bir BBP projesi gibi görünmektedir. Bu türden projelerin kökeni şu sözlerle yıllar öncesinde ifade edilmişti: “Bizler Tanrı Dağı kadar Türküz, Hira Dağı kadar Müslümanız”. Ancak, “uzaklarda” kalmış yüksek bir dağ silsilesi ve yanında tepe yüksekliğinde bir dağ imgesi, ideolojik sentezin tuhaflığını ve zayıflığını gösterir!
Ama şimdi üçüncü gerilim alanını da eklemiş oluyoruz: “Türk” kimliğinin özellikle Kürt kimliği dikkate alındığında yarattığı gerilim yanında, “Müslümanlık” kimliğinin “laik” kimlikle gerginliği.
Türk-İslam sentezi ve Osmanlı’ya zorunlu ideolojik bağımlılık, hem Kürtlerin hem de laik olanları “kategorik” olarak karşısına alacaktır.
Son gerginlik konusu olabilecek diğer alan, “Cumhuriyet” gibi durmakla birlikte, bize göre sorunsuz bir alandır. Çünkü, sevdikleri tarihçi İlber bunun basit bir rejim değişikliği olduğunu söylemiştir.
“Atatürk” mü? Bölücü bir etki yaratmaktan çoktan çıkarılmıştır. Zaten önce bir Osmanlı Paşası değil miydi? İlk ününü bir Osmanlı savaşında kazanmamış mıydı? Saltanatla hilafeti kaldırması, laikçiliği gibi bazı “günahlarına” rağmen, yurdumuzu Yunanlılardan, Ermenilerden, isyancı Kürtlerden, dinsiz beynelmilel Moskofçulardan korumamış mıydı?
Karşılarında kimler vardır? “Hayır Cephesi”! Bu cephenin lideri olmasa da, başat gücü CHP'dir. İdeolojik bir desteği ise, 2013 Gezi Ayaklanmaları'nda bulunabilir.
Hayır Cephesi, "Cumhur' değil, halk, yurttaş, kardeşlik, eşitlik sloganlarıyla işe başlayabilir. Sınıf mı, henüz orada olduğumuzu "politik" düzeyde söyleyemeyiz.
Son bir öneri daha: Politik mücadele kaçınılmaz olarak farklı biçimlerde de yapılsa, "reelpolitik" olmalıdıır. Reelpolitik'in bir ilkesi de şudur: Karşı tarafı birbirine düşürmek, bölmek, parçalamak! MHP'ye karşı BBP, yine MHP'ye karşı İYİ Parti, AKP'ye karşı Saadet, AKP'ye karşı MHP, çözüme karşı yine AKP, dinciliğe karşı eşitlik! Sadece bölme taktiklerine örneklerdir.
Hukuk ise, etkisiz bir araç haline gelmekle birlikte, "Anayasal eşitlik" ilkesi oldukça yararlı ve etkilidir. Tüm partiler acımasız ve ilkel seçim barajıyla karşı karşıyayken, MHP, ittifak sayesinde barajdan muaf tutulmaktadır. Ayrıca, baraj altında kalacağı beklenen ama bu durumda bile milletvekili çıkaracak olan bu parti, başka partilerin çıkarabileceği milletvekillerini de "kapacaktır". AKP-MHP'lilerin bu olanağın diğer partiler için de geçerli olduğunu söylemesi, baraj sorununun yaşanmaması için, ittifakı zorunlu hale getirmekte, özgür ve eşit seçim mücadelesi ilkesini de yok saymaktadır. Ayrıca, kendilerinden olmayanların bir araya gelip seçim ittifakı kurmaları durumunda, her partiye “terörist”, “vatan haini”, “PKK'lı”, “FETÖ'cü” damgasını vurmaya da çalışacaklardır. AKP “açılım süreci” ile, Fethullahçılarla işbirliğini, kendine zarar vermeyecek hale getirmiş, üstelik, muhaliflerini PKK'lı ya da FETÖcü diye itham eder hale bile gelmiştir.
Son olarak, "damgasız oy pusulası"nın yasal hale getirilmesi ve seçim sandıklarına "vatandaş" ve "kolluk kuvvetlerinin" müdahalesine olanak sağlanması da, seçim zaferinin "garantilenmeye" çalışıldığını gösteriyor. 2019 seçimlerinin bu koşullarda şimdiden "hukuksuz" olacağı ve nasıl sonuçlanacağı bellidir. Olağan, eşit ve demokratik bir seçim mücadelesinin sonucu da. Ne mi yapmalı, bu haliyle ve bu politik olanaklarla kaybedilecek bu seçimi, “garantili” bir seçim zaferi haline getirmek için çalışmalı. Onların Cumhur diyorsa biz halk demeli ve onların “milletine” karşı bizim “ulus”, onların “tebaasına” karşı bizim yurttaşlar, onların “kapitalistlerine” karşı bizim çalışan sınıflarımız, öne çıkarılmalıdır!
Son olarak, OHAL ile bırakalım seçime gitmeyi, seçim mücadelesine girmek bile kaybetmek demektir. Şimdiden kaldırılması talep edilmeli, bu şartlarda saf saf seçim mücadelesine girilmemelidir. Hele de, sınır ötesi askeri operasyonlar devam ederken, seçim yenilgidir.
Bu konuya devam edeceğiz.