Geçenlerde kendi anımı bir arkadaşımın ağzından dinledim. Ufak tefek değişiklikler vardı ama olayın geçtiği yer vs. itibariyle kesinlikle benim anımdı, ayrıntılar hiç değişmemişti. Üstelik anımı kendisine anlattığım zamanı da net olarak anımsıyordum. Dikkatle baktım, şaka yapmıyordu; anımı resmen içselleştirmiş ve kendisi yaşamış gibi bana anlatıyordu. Hani intihal gibi bir şey ama kötü bir niyet yok. Doğrusunu söylemek gerekirse hoşuma da gitti, anımı evrenselleşmiş gibi hissettim.
Ahmet Büke ile son kitabı Varamayan üzerine yapılan bir söyleşide1 “Ben zihninde fotoğraflar, kokular, sesler, başkalarından dinlediğim ödünç anılar biriktiren birisiyim. Sonra onları önüme çekip öykü malzemesi haline getiriyorum.” dediğini okuyunca bunlar geldi aklıma. Aslına bakarsanız okur veya yazar olarak hepimiz başkalarının anılarını yaşıyoruz, okumanın insanı zenginleştirmesi böyle bir şey zaten. İyi yazanların farkı hem yaşayıp hem de yaşatmaları olsa gerek. Bana kalırsa Ahmet Büke’nin en önemli özelliği “anılarını ödünç aldığı kişileri” anlamaya çalışmış olması. Bunu sadece Varamayan için değil, tüm yapıtları için söylüyorum. Başkalarının anılarını iyi anlatmanın yolu budur bence. Gerçekten de Ahmet Büke böylece çok kolay yazıyormuş izlenimi bırakıyor. Doğrusu nasıl yazdığını merak ediyorum ama ne olursa olsun, bu izlenimi vermesi ustalığının bir göstergesi bence; ister kolayca ister, çok çalışarak yazsın.
Ahmet Büke öykülerinde öyle bir bilgiyi, öyle bir zamanda veriyor ki öykünün yönü değişiyor. Örneğin, bir öyküsünde anlatılan kişinin işsiz olduğunu neredeyse öykünün ortasında söylüyor ve o anda anlatılan ev imgesi değişiveriyor. Başka bir öyküdeki kişinin cüce olduğu öykünün sonuna doğru anlaşılıyor ve yine okurun kurduğu her şey değişiyor. Bence Ahmet Büke kurgusunun en önemli veya daha doğru bir deyimle ayırt edici özelliği bu.
Bunları söylüyorum da herkeste böyle midir bilmiyorum ama Büke’nin öyküleri beni içine çekiyor, çok sıcak, tam anlamıyla dışarıdan bakamıyorum anlattıklarına; yani yeterince nesnel değerlendiremiyor olabilirim. Belki de İzmir’i yazdığından. Demek istediğim, bir kediye “Sen böyle bir bahçede kedilik yapsaydın keşke. Burada bizim fakir sokakta değil de orada.” dendiğindeki sıcaklık, metne nesnel yaklaşmayı engelliyor, taraf oluyor insan; Büke’den yana.
KÜNYE: Varamayan. Ahmet Büke. Can Yay., 2. baskı, 2019. Etiket fiyatı 14 TL.
Aslında her şey çok net Ahmet Büke’de. Aşkın “emareleri” olarak “gümbürtülü bir kalp çarpıntısı” ve “öfke” yi sayıyor; kısa, açık ve net. Kıyaslamak için Siyah Gözler’de aynı duyguya “Beyni bir hummâ-yı âteşîn içinde yanarak sayıklıyordu. Onun teneffüs ettiği hava, ruhuna, onun mevcudiyedinden bir şey getiriyor vehmini veren bir kanaât-i hissiyye ile tesliyet buluyordu.” denmesini düşünün. Cemil Süleyman’ın ilk okuduğum kitabı bu oldu. Tanımıyordum, hekimlik de yaptığı için edebiyata yeterince zaman ayıramadığını öğrendim. Halit Ziya’dan etkilendiği söylense de bence yazdıkları Mehmet Rauf’a benziyor; en azından Siyah Gözler’de. O dönem edebiyatçıları kadın tiplerini ayrıntılı incelemeye pek yanaşmazlar ama Süleyman böyle değil. Bu açıdan önemli. Ayrıca siyasal ve toplumsal geçiş dönemi edebiyatının ikilemlerini güzel yansıtıyor, herkes tedirgin. Bu dönemin (1900’lü yılların başı) İstanbul’u bana hayal gibi gelir: “Horozlar ötüyor, meraya giden koyun sürüsünün uzaktan çıngırak sesleri işitiliyordu.” Anlatılan yer şehrin neredeyse merkezi. Zaten evin yakınındaki çayırda gezinip kurbağa sesleri duyuyorlar.
KÜNYE: Siyah Gözler. Cemil Süleyman. Ayrıntı Yay., 2018. Etiket fiyatı 8 TL.
Bugün bile hayal olan çevrenin, görünen o ki, yakın bir gelecekte hayali bile olamayacak. İsveçli iklim eylemcisi Greta Thunberg’in cuma günleri okulu boykot ederek İsveç Parlamentosunun önünde yaptığı “Gelecek için Cumalar” hareketinden esinle kurgulanan Cartoons For Future sergisi 35 ülkeden 100 karikatürle açıldı. Karikatürlerde iklim krizi, çevre kirliliği, denizdeki plastikler, çöp dağlarına dikkat çekiliyor. Serginin afişi “Mona Greta”yı (Mona Lisa + Greta Thunberg); karikatürist ve aynı zamanda serginin Menekşe Çam ile birlikte küratörlüğünü üstlenen Bernd Pohlenz tasarlamış.
KÜNYE: Cartoons For Future. Küratör: Menekşe Çam, İzmir Büyükşehir Belediyesi Yay., 2020. Satılmıyor, belediyeden istenebilir.
Acaba diyorum, çevreyi kaybettikçe edebiyat ne olacak? Örneklere bakacak olursak Siyah Gözler’deki yeşil Varamayan’da da var ama azalmış. Yarın belki o da olmayacak. Bilge Karasu’nun Şiir Çevirileri’ni okurken bunlar da aklımdan geçiyordu. Şiir Çevirileri’nin çoğu Lorca’dan ve yeşilsiz Lorca olmaz gibi. Ercüment Gürçay şöyle diyor: “Şiirlerinde başlangıçta kendime yakın bulduğum tutkulu doğa tasvirleri onu sevmeme yetmişti. Onun çocukluğu gibi benim de çocukluğum kırlarda, ağustos böcekleri, karıncalar, sümüklüböcekler, kurbağalar, serviler, yıldızlar, yağmur tanecikleri… ile alt alta, üst üste geçen bir ‘çayır-çimen çocukluğu’ydu. Sonraları hayatı ve bütün şiirleriyle- şarkılarıyla baş tacım oldu Lorca.”2
Şiir Çevirileri’nin asılları karşı sayfada verilmiş. Böyle olunca bir kez daha anladım ki şiir çevrilemez, en azından farklı dil grupları arasında olmaz. Bunu söylerken kimi şiirlerin Türkçesinin bana daha iyi geldiğini itiraf etmeliyim. Bulabildiklerimi başka çevirilerle karşılaştırdığımda Karasu çevirileri daha güzeldi. Ancak hangisi doğru çeviri, söylemek zor. Bu durumda ölçütün “Benim beğenim böyle.” olması doğru olmasa gerek.
KÜNYE: Şiir Çevirileri. Bilge Karasu. Metis Yay., 2. baskı, 2014. Etiket fiyatı 17 TL.
Yine konuya dönersek Lorca sadece yeşili sevdiği için değil, duruşu kapitalizme ters geldiği için katledildi. Danny Katch Ciddi Ciddi Sosyalizm kitabında artık kapitalizmin mantıksız hale geldiğini akıcı, esprili bir dille anlatıyor. Şöyle diyor: “Issız, tropik bir adada sıfırdan bir toplum kurduğumuzu düşünelim ve varsayalım ki şöyle bir öneride bulunuyorum: Bütün işi yapan insanlar kazanabilecekleri en az parayı kazanırken hiçbir şey yapmayan ama hisse senedi olan insanlar hayatları boyunca harcayabileceklerinden fazla para kazanacak. Herhalde birbirinize bakıp ‘ı-ıh’ derdiniz. Sonra ben ‘Durum durun daha bitmedi,’ diyorum; ‘Havayı, suyu, bitkileri, madenleri ve hayvanları işçilerden bile çok sömüreceğiz!’ Belli ki bu adamda bir sorun var diyerek ufak ufak sıvışmaya bakardınız. Bense konuşmaya devam ediyorum: ‘Durun gitmeyin! Kitle imha silahlarıyla ve vahşi hapishanelerle barışı koruyabiliriz…” İşte kapitalizm tam olarak böyle bir şey. Devam ediyor, “madem iş vahşi hayattaki gibi yaşamaya varacaktı, neden ateşi bulmak, mağara duvarlarını boyamak, yazıyı geliştirmek, Roma ve Timbuktu’yu inşa etmek, felsefe ve astronomiyi yaratmak için on bin yıldır helak oluyoruz?”
İşin iyi tarafı “son birkaç yıldır kapitalizmin doğal olduğunu yutturmasının zorlaşmış” olması. İklim değişikliği geri dönüşsüz bir hal almadan, dünyanın kimi yerleri çöl, kimi yerleri sel bölgesi olmadan şu iş artık bitirilmeli. O zaman, hemen şimdi!
KÜNYE: Ciddi Ciddi Sosyalizm. Danny Katch, Yordam Kitap, 2. baskı, Çev.: Cemre Şenesen, 2019. Etiket fiyatı 20 TL.
Gezginler İçin Unutulmaz Yürüyüşler isimli kitapta dünyanın her yerinden otuz yürüyüş rotası tanıtılıyor. Beş ila bin kilometre arasında değişen bu yürüyüşleri dünyada gerçekleştirmiş kimse var mıdır bilmiyorum ama olsa da sayısının çok az olduğu kanısındayım. İstemek yetmiyor, para, zaman hatta atletik performans sorunu da var aynı zamanda. Ancak kitaptaki fotoğraflara bakmak bile çok güzel; insan yaşadığı gezegeni daha farklı seviyor. Rotaların içinde kültürel öğeler de bulunuyor elbette; Fransa’da Birinci Dünya Savaşı alanları, Almanya’da Kral II. Ludwig yolu veya ABD’de Fallingwater evi gibi. Türkiye’den de Likya yolu var ama çevre katliamı ile giderek güzelliğini yitiriyor.
KÜNYE: Gezginler İçin Unutulmaz Yürüyüşler. Steve Watkins, Clare Jones. Boyut Yay., Çev.: Ayça Sabuncuoğlu, 2009. Sahaflarda 20-50 TL arası.
Likya yolunun önemli bir bölümü biliyorsunuz Muğla ili sınırları içerisinde. Bana kalırsa Muğla Üniversitesi’nin ilgi alanlarından bir tanesi de bu olmalı. Muğla Üniversitesinin Yöreye Yönelik Sosyo-Ekonomik Katkılarının Araştırılması isimli araştırma projesine de bu gözle baktım. Tahmin edilebileceği gibi aradığımı bulamadım; bu kitap da benzerleri gibi” halk üniversiteyi nasıl algılıyor?” teması üzerine yapılan görüşme sonuçlarını veriyor. İsmi gibi değil yani.
KÜNYE: Muğla Üniversitesinin Yöreye Yönelik Sosyo-Ekonomik Katkılarının Araştırılması. Ömer Gürkan, Muhammed Karataş. Muğla Üni. Yay., 2004. Satılmıyor, üniversiteden bulunabilir.
Hazır üniversite demişken Yüksek Hemşire Okulundan Hemşirelik Fakültesine 60 Yıl 1955-2015 kitabı yayınlandı. Biliyorsunuz Hemşirelik, Tıp ve Ziraat’la birlikte Ege Üniversitesi’nin ilk bölümleri. Evet, bu bir tarih kitabı değil; daha çok kronoloji olmuş ama içinde yer alan bilgiler kıymetli. İleride tarihi yazacak kişilerin el altında bulundurması gerekiyor. Gördüğüm kadarıyla bilgi üretiminden çok, hemşire yetiştirmeyi önlerine esas amaç olarak koymuşlar çünkü altmış yılda 391 yayın çok düşük bir performans; yılda 6-7 yayına denk gelir ki, bu da dokuz bölümü, onlarca öğretim elemanı olan bir fakülte için değil, altmış yıl çalışabilse ancak bir kişi için iyi olarak kabul edilebilir. İki kişi için de “eh” denilebilir ama üç kişi için bile az olduğunu söyleyebilirim. Ancak ne olursa olsun İzmir’in kültürel belleğinde yeri olması gereken bir kurum, bir mekân burası.
KÜNYE: Yüksek Hemşire Okulundan Hemşirelik Fakültesine 60 Yıl 1955-2015. İnci Erefe ve ark. (ed); Ege Üni. Hemşirelik Fak. Yay., 2018. Satılmıyor, fakülteden bulunabilir.
İzmir’in kültürel belleğinin temel bileşenlerinden olduğu tartışılmayan ve kent merkezinde yer alan ender kamusal alanlardan birisi Kültürpark. Bu açıdan bakıldığında Hemşirelik Fakültesine göre şanslı olduğu bile söylenebilir; en azından tartışılıyor. İzmir Kültürpark’ın Anımsa(ma)dıkları kitabında mimari ağırlıklı olmak üzere bu konu ele alınıyor. Kültürpark kavramı, sınırları belli bir arazi parçasına olduğu kadar, orada yaşananlara, hakkında söylenenlere ve yazılanlara, içinde yapılan mimari müdahalelere ve politik çatışmalara da işaret ediyor. 1922 yangını sonrası SSCB’deki Gorki Park model alınarak düzenlenen bu alan, 1970’li yıllardan sonra liberal yönelimlerle “Kültürpark” karakteri ötelenerek “fuar” karakteri ön plana çıkartılmış. Uzun yıllar ABD dış politikasının bir uzantısı olan kültürel açılımı, yani Amerikan yaşam tarzının propagandası, için iyi bir fırsat olarak görülmüş ve bu amaçla kullanılmıştı. Öyle ki, Türkiye, ABD ile SSCB arasındaki uzay yarışını burada yaşayıp gördü.
İzmir’de insanların nefes alabileceği ender yerlerden biri olan Kültürpark, geniş yeşil alanları ve bitki çeşitleriyle betonlaşmamalı; kentin belleği, kültürü olarak yaşamalı. Yaşamalı ki Ahmet Büke ve diğerleri burayı anlatan öyküler yazabilsin.
KÜNYE: İzmir Kültürpark’ın Anımsa(ma)dıkları. Ahenk Yılmaz, Kıvanç Kılınç, Burkay Pasin (Haz.). İletişim Yay., 2015. Etiket fiyatı 44 TL.