1933'te neler oldu?

1933 üniversite reformuyla ilgili bir tanesi hariç tüm kitapları okuduğumu sanıyordum. Okumadığım tek kitap da (Belgelerle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Mülteci Bilim Adamları, hazırlayan Kadıoğlu ve Erginöz) elimin altındaydı. Daha önce yazdım mı anımsamıyorum, her gün muhakkak beş kitap sitesinde tarama yaparım. Geçen gün bir sahafta Cumhuriyetin Üniversite Devrimi isimli kitabı gördüm ve ben bu kitabın varlığından habersizdim. Neyse, hemen aldım ve okudum. Sektör dışı bir holdingin yayınladığı, satışı yapılmayan, yazarı ve tarihi olmayan, 22 sayfalık, resimli bir broşürdü okuduğum. Doğrusunu söylemek gerekirse, konuyu kavramış, hangi noktaları öne çıkartacağını bilen, bence usta bir kalemin eseriydi. Yazarını, doğrusu, merak ettim.

Biliyorsunuz, 1933 yılında yani cumhuriyetin onuncu yılında Darülfünun’a ciddi bir müdahale yapılmıştı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in 31 Temmuz 1933 yılındaki açıklamasıyla Darülfünun kapatılmış, Türkiye bir gün üniversitesiz kalmış ve 1 Ağustos 1933 tarihinde 2252 sayılı Yasa’yla İstanbul Üniversitesi kurulmuştu. Yapılan işlem son derece radikaldi; bıçakla kesilip, yeni bir dönem başlatılmıştı. Bunun dünya tarihinde de başka bir örneği yoktur: Üniversitelerdeki değişim ya reformlar, düzeltmeler yoluyla olmuş ya da ülke işgal edildiğinde işgalciler tarafından üniversiteler kapatılmıştır. Kendi egemenliği altındaki üniversite sistemini tümüyle lağvedip yerine yenisinin kurulması Türkiye’ye özgüdür. Hem bu nedenle hem de sonuçlarını göz önünde bulundurarak 1933’ü “devrim” olarak nitelendirenler vardır.

Daha 1924 yılında Darülfünun müderrislerinin, bir açıklama yaparak eğer Latin harfleri kabul edilirse hiçbir şekilde yazı yazmayacaklarını hatta kalemlerini kıracaklarını söylemeleri ve Darülfünun bahçesinde fotoğraf çektiren öğrenciler hakkında soruşturma açmaları gibi olaylar Cumhuriyet kadrolarını reform hazırlıklarına başlatmıştı. Öncelikle yurtdışına çok sayıda öğrenci yollanarak gelecekteki üniversitenin öğretim üyesi kadrosu hazırlanmaya başlandı. Ancak Hitler faşizminin hedef aldığı bilim insanları 1933 reformunun ana dayanağını oluşturdu.

Başlangıçta reformun planlaması için Cenevre Üniversitesi’nden Prof. Albert Malche getirildi. Neden Malche sorusunun yanıtı bilinmemektedir çünkü tüm belgeler 1942 yılındaki Zeynep Hanım Konağı Yangını’yla beraber yok olmuştur. Kişisel olarak İsviçre’de yaptığım araştırmalarda da açıklayıcı bir belgeye ulaşamadım. Malche’nin seçiminde onu tanıyan Türk aydınlarının etkili olduğu düşünülmektedir. Bence, Kemalist kadroların aklındaki plana uygun bir rapor hazırlanacağı düşünüldüğü için tercih edilmişti. Neyse, Malche, 1932 yılında Türkiye’ye gelip bir rapor hazırladı. Rapor hükümetçe onaylandı ve kendisinden dünyaca ünlü bilim insanlarını Türkiye’ye getirme olanaklarını araştırması istendi. Bu sırada Almanya’da Naziler iktidara gelmiş, baskılar başlamıştı. Öncelikli hedef Museviler ve komünistlerdi. Ülkeden uzaklaştırılan bilim insanları Cenevre’de, kendisi de bir göçmen olan Prof. Philipp Schwartz önderliğinde kurulan “Yurtdışındaki Alman Bilim Adamları Yardımlaşma Derneği”nde örgütleniyordu. Malche, Schwartz ile bağlantı kurup Türkiye’ye çok sayıda akademisyenin gelmesini sağladı ve sonuçta İstanbul Üniversitesi o dönemde dünyanın en önemli üniversiteleri arasında sayılmaya başlandı. (Edebiyat Fakültesine gelenlerin öyküleri Kadıoğlu ve Erginöz’ün kitabında yer alıyor.)

Schwartz’ın, üniversite reformunun başarıya ulaşmasında Malche kadar etkili olduğu söylenebilir. Kendisi sadece bilim insanlarının Türkiye’ye getirilmesinde aracılık yapmamış, aynı zamanda bunların Türkiye’ye meslekleri dışında da yararlı olabilecek kişiler olmasına özen göstermiştir. Anılarını yazdığı Kader Birliği adlı kitapta düşüncelerini “Yalnızca yeni, Batılı öğretim görevlileri getirerek Batılılaşmaya gidilmenin mümkün olmadığını vurguluyordum. Önemli olan, yeni bir ruh yaratabilecek profesörler bulmaktı.” diye açıklayıp ilk aşamada 30 bilim insanını Türkiye’ye getirmiştir. Elbette bunda genç Cumhuriyet’in yöneticilerinin kararlı tutumu belirleyiciydi. Bakan Reşit Galip, Schwartz’a ister toplama kampında ister serbest olsun, görevi kabul eden herkesin Türkiye Cumhuriyetinin bir memuru olarak görüleceği ve devletin koruması altında olacağını söyleyip “Onlarla nasıl başa çıkılacağını biliyoruz.” demiştir. Gerçekten de, bilim insanları toplama kamplarından da ev hapislerinden de kurtarılıp Türkiye’ye getirilmiştir.

Türkiye’de öğretim üyesi olarak çalışanların dışında, matematikçi Courant, fizikçi Nobel ödüllü Planck, sonradan Nobel ödülü alacak Born gibi dünyanın önde gelen bilim insanları da üniversite ile ilgili önerilerde bulunmak için İstanbul’a gelmişlerdi.

Schwartz’ın gelmesine aracılık ettiği kişilerden birisi de hukukçu Ernst Hirsch idi. Hirsch’den özellikle söz etmemin nedeni, İstanbul Üniversitesi’nde başlayan Türkiye serüvenine Ankara Üniversitesi’nde devam etmesi ve hızla Türkçe öğrenerek çevirmen kullanmadan ders anlatan ilk mülteci olması, Türkiye’ye gelişinden sonra hazırlanan tüm yasalarda emeği olması ve T.C. vatandaşlığına geçmesi nedeniyledir. Tüm bunları ayrıntılarıyla Anılarım’da anlatmıştır. Bugün için önemli gelmeyebilir ama Hirsch, Türkiye’de ilk kez dersini sınıfta öğrencilerle tartışarak işleyen öğretim üyesidir. Öyle ki bu tutumunu fakülte yönetimi de garipsemiş ve ancak Malche’nin “İşte benim önerdiğim ders işleme yöntemi tam olarak budur.” dedikten sonra devam edebilmiş ve sonrasında, doğal olarak, yaygınlaşmıştır.

Hirsch’in yaptıkları bununla da sınırlı değildir. hem davranışları hem de yazdıklarıyla üniversitenin nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Davranışlarına örnek mi? Behice Boran ve arkadaşlarının 1946 tasfiyesiyle üniversiteden uzaklaştırılmalarını protesto ederek üniversite senatosundan istifa etmesi. Yazdıkları arasında, ki bunu dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in isteğiyle yazdığını biliyoruz, Dünya Üniversiteleri ve Türkiyede Üniversitelerin Gelişmesi isimli öyle bir kitap vardır ki üniversite kavramının Türkçe ilk karşılaştırmalı incelemesi olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca kitapta yer alan Ankara Üniversitesi’nin kuruluşu ile ilgili Maarif Şûrası ve meclis tartışmalarının düzeyi hayret edilecek kadar yüksektir. Düşünüyorum da 80 yıl önce, o günlerde bir rektör üniversitede manav açıp sonra bunu bir başarı olarak duyursa ne olurdu? Bu sorunun yanıtı yok çünkü sanırım böyle yapamazdı, daha doğrusu yapmaya utanırdı. Yine Hirsch’in, “Üniversite” Kavramı ve Türkiyedeki Gelişimi kitap/broşürüne bakın, ne dediğimi daha iyi anlayacaksınız. Günümüzdeki sorun “vasatlaşma” bence.

Nereden nereye? 1933 reformunu yaşamış bir ülkedeki üniversitelerin bugünkü halini açıklamak çok güç. Bir şeyler söylüyorum ama açıklamalarım benim de aklıma çok yatmıyor, Malche’den manava uzanan dizge aksıyor. Çıkış bu aksamada olsa gerek.

KÜNYE

- Belgelerle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Mülteci Bilim Adamları. Sevtap İshakoğlu Kadıoğlu, Gaye Şahinbaş Erginöz. İÜEF Yay., 2017. Yaygın dağıtımı yok, fakülte kitap satış bürosunda 53.50 TL., öğrenciye 42.80 TL.

- Cumhuriyetin Üniversite Devrimi. AKG Grup Yay. Yazarı ve tarihi yok, AKG’den temin edilebilir mi, bilmiyorum. Sahaflarda 20 TL.

- Kader Birliği, Philipp Schwartz, Belge Yay., Çev.: Nagehan Alçı, 2003. Baskısı yok, sahaflarda 7-33 TL arası.

- Anılarım, Ernst E. Hirsch, Tübitak 1997. Bendeki ilk baskısı, daha sonra yeni baskıları yapıldı, etiket fiyatı 9,26 TL.

- Dünya Üniversiteleri ve Türkiyede Üniversitelerin Gelişmesi. E. Hirş. 2 cilt., Ankara Üniversitesi Yay., 1950. 1998’de yeniden basıldı ama piyasada yok, sahaflarda 300 TL.

- “Üniversite” Kavramı ve Türkiyedeki Gelişimi. Ernst E. Hirsch. İstanbul Üni. Hukuk Fak. Yay., 1979. Bulması güç, meraklısı ile paylaşabilirim.

- “Üniversite” Kavramı ve Türkiyedeki Gelişimi. Ernst E. Hirsch. İstanbul Üni. Hukuk Fak. Yay., 1979. Bulması güç, meraklısı ile paylaşabilirim.