Muhafazakar olmayan bir Marksizm muhafızı

Ebru Pektaş - İleri Görüş

Ünlü Marksist ve Siyaset Bilimi Profesörü Ellen Meiksins Wood’u (1942- 13 Ocak 2016) geçtiğimiz günlerde kaybettik. Akademiden siyasete her alanda sosyalizme, sola, işçi sınıfına yönelik saldırının en revaçta olduğu günlerden bugüne pek çok değerli kitap, makale ve sunumuyla Marksizmin muhafızlığına soyunmuş ve bunu yaparken de üretimini özenle muhafazakarlıktan ayırmıştı Wood.

Yüksek beklentilerin insanı olan okuyucu bile tek kalemde Wood’un devasa üretiminin değerlendirilemeyeceğini teslim edecektir. Yine de Wood’un üretiminin içine yerleştirebileceği ana izleği ortaya koymak ve özellikle dumanı hâlâ üstünde tüten ateşli kimi konulara değinmek mümkün görünmektedir.

ANA İZLEK OLARAK TARİHSELCİ HAT…

1980’li yıllardan bugüne Wood’un kaleme aldığı pek çok makale ve kitapta belirgin bir ana hattı ya da izleği takip ettiğini söylemek mümkün: Tarihselcilik…

İsteyen, modernizm-postmodernizm meselesinde Harvey ve Jameson’un tezlerine ilişkin yürüttüğü tartışmaya bakabilir.

Kesmediyse, emperyalizmin "mutsuz aileleri" olarak ulus-devleti tanımlamasına ya da kapitalizmde "ekonomi" ve "politika" ayrılığının özgüllüğünü ortaya koyuşuna bakabilir.

Daha hararetli konular arzulanırsa, sınıftan kaçan yeni "hakiki" sosyalistlere, radikal demokratlara ilişkin saptamaları ya da kapitalizm ve demokrasi ilişkisinde "yurttaşlığı" yeni bir sorunsal olarak kurması da ele alınabilir.

Biraz daha teori diyene Brenner’ın açtığı yoldan kapitalist olmayan toplumsal formasyonlarda kapitalizmin gelişimine ilişkin titiz incelemeleri ya da Thompson’ın "süreç ve ilişki olarak sınıf" tanımlamasına yönelik katkıları vardır.

İşte tüm bunlar içinde, Wood’un üretiminde, bir kalın çizgi ya da ana damar olarak tarihselciliğin saptanması mümkündür. Bunu kabaca da olsa Marksizm yorumlarına ilişkin bir tasnif içinde gösterebiliriz.

Tarihsel bir süreçte Marksizm tartışmalarını şöyle dönemlendirebiliriz:

Önce Plehanov’dan Kautsky’e uzanan bir 19. yy birikimi var. Ardından Lenin’den Luxemburg’a kendisini Ekim devrimiyle de sınayan ikinci bir kuşak ayırt edilebilir. Dileyen bu dönemi biraz daha uzatıp içine Gramsci ve Lukacs’ı da katabilir. Devamında savaş sonrasının dinamikleriyle (1945 sonrası) de bağlantılı olarak Frankfurt Okulu'ndan yapısalcı Marksizme (Althusser) uzanan ve kendini "Marksizmin krizi" tanısı içinde bulan üçüncü bir kuşaktan bahsedilebilir.

İşte bu üçüncü kuşak 70’lerin sonu ve 80'lerde bu kez post ön ekleriyle Marksizme dönük saldırının da yolunu örmüştür.

Wood, Althusser-Poulantzas hattını izleyen yapısalcı yorumlamalara karşı süreç, ilişki, içsel bağıntı, özgüllük gibi kavramlarla hem tarihsel materyalizmin yeniden yorumlanmasını hem de Marksizme yönelik "ekonomizm", "indirgemecilik" gibi eleştirilerin gelişkin tezlerle karşılanmasını üretiminin merkezine koymuştur.

Özellikle "Sınıftan Kaçış, Yeni ‘Hakiki’ Sosyalizm" kitabıyla Wood, dönemin saldırılarına karşı oldukça sıkı tezler üretmiştir. Ancak Wood’un, aynı kitabın son baskısına yazdığı önsözde de belirttiği üzere "Sınıftan Kaçış" bir dönem kitabıdır.*

Nitekim bugün, tarihi rastlantısallaştıranların, ideoloji, politika, sınıf bağını koparan söylem ustalarının, işçi sınıfının devrimci barutunu tükettiğini, sosyalizm projesinin demokrasinin bir alt evresine dönüşmesi gerektiğini söyleyenlerin modası çoktan geçmiştir.

Bir dönem "olumsallık", "söylem" vs diyerek tefekkürün dehlizlerinde kapitalizmi nikahına alanlar bugün mutsuz evliliklerini sürdürmekten bitap düşmüşlerdir. Öyle ki bugün uğruna gemileri yaktıkları kapitalist ağa babaları "Kapital"i okumak gerektiğinden, Marx’ın haklı çıktığından dem vurur olmuşlardır.

Tüm bunlardan sonra Wood’un üretimine "bir dönemin gerekli işleri" fikriyle ya da sadece bir vefa duygusuyla yaklaşmak mümkün müdür?

Kuşkusuz hayır. En başta 80’lerde yazdıkları da dahil olmak üzere Wood’un üretimi bir "yöntem okuması" olarak değerinden hiçbir şey yitirmemiştir.

Peki bu yöntem okumasında bugüne de değen ateşli konular nelerdir?

KAPİTALİZMİN ÖZGÜLLÜĞÜ VE ULUS-DEVLET ÖLÇEĞİ…

Wood, "Mutsuz Aileler: Küresel Kapitalizm ve Ulus-Devlet" makalesinde etraflıca değindiği gibi kapitalizmin özgüllüğü olarak ulus-devlet yapılarıyla sermayenin küreselleşme eğilimi arasında bir çelişki yoktur. Hatta sermaye uluslararasılaşmasını kendi güçlü ulus-devletlerini önüne katarak sürdürmektedir. Bu tartışma tozun dumana karıştığı dönemde Wood tarafından berraklıkla yürütülmüştü. Peki bugün?

Bir kere, sözgelimi bugünün Türkiye’sine, içinde devindiğimiz bölge politikalarına, "Arap Baharı" günlerinden Rusya’nın giderek daha belirgin hale geldiği bölgesel yeni güçlere vs bakıldığında, "küresel köy" mü oluyoruz yoksa ulus-devletler hâlâ işlevli mi tartışması bitmiştir. Ulus-devletin kapitalizm için vazgeçilmez bir birim olarak tarihsel rolünü sürdürdüğü konjonktürel olarak da gözler önündedir.

Yine de ısrarla sorulacak soru şudur: Bugün mücadele ölçeği hâlâ ulus-devlet midir?

Sorudaki "hâlâ" ifadesi yeni olguları imler. Tam da bu noktada Wood’un kapitalizmin özgüllüğü ve kapitalizmde ekonomi ve politika ayrılığına yaptığı vurgu "yeni olan"ın ne olduğunu açığa çıkarmak için uygun bir referans olmakta. Nasıl?

Wood, klasik iktisatçılara karşı kapitalizmde ekonomi ve politika ayrılığını şöyle anlatır:

“Her şeyden önce artı-emeğe el koyuş ‘iktisadi’ alanda ‘iktisadi’ araçlarla olur. Diğer bir deyişle, artı-değere el koyuş, üreticinin çalışma koşullarından bütünüyle koparılmasıyla ve el koyanların üretim araçlarının mutlak özel mülkiyetine sahip oluşlarıyla gerçekleşir. Doğrudan iktisat dışı baskı ya da açık zor kullanımı, ilkesel olarak, işçinin artı-değerine el koyanlar açısından artık gerekli değildir(...)

Kapitalist sömürünün (el koyma ve baskı) iki anı arasında anlamlı bir işbölümü vardır; bir yanda özel el koyan sınıf ve öbür yanda uzmanlaşmış baskıcı bir kamu kurumu; baskı gücü ‘göreli bağımsız’ devletin tekelindedir; bu güç ise kapitalist mülkiyetin üretimi örgütleme özel ‘iktisadi’ gücünü ve otoritesini ayakta tutar; bu otorite daha önce görülmedik bir biçimde üretken faaliyetin ve bunu gerçekleştiren insanların üzerinde denetim kurar.”**

Bu tespiti her gün gözümüzün önünde olan olgularla, Türkiye örneği üzerinden düşünelim. Örneğin sermayenin yerel yönetimlere gözünü dikmesi, yağma ve kent talanı gibi başlıklarda kapitalist sömürünün "el koyma anının" giderek daha fazla ademi merkezi alanlara, yerellere yığılması; krize karşı buralarda yeni kârlılık alanları kurması.

Biraz kabalaştırmayı göze alalım.

Konu yerellerin hiç olmadığı kadar "iktisadi ölçeklere" dönüşmesidir.(el koyma anı)...1. düzlem

Diğer yandan, tüm bunlara eşlik eden baskı politikalarının (savaş ve uluslar arası alanda rekabeti de ekleyin); temsilcilerinin, yürütücülerinin daha büyük ölçekte, yani ulus-devlet ölçeğinde güçlenmesi zorunluluğu vardır.

Yani diğer yanıyla olan, ulus-devletin hiç olmadığı kadar "politik ölçeğe" dönüşmesidir. (baskı anı)... 2. düzlem

Kısacası sermaye giderek daha fazla 1. düzlemde silahını doldurmakta ve 2. düzlemde yıllardır biriktirdiği yığınaktan ateş açmaktadır.

Peki mücadele? İşte önemli tartışma başlığı budur.

Sözgelimi özerkliğin hedefinin 1. düzlemdeki ölçek (yerel) olduğu belli. Burada 2. düzlemin (ulus-devlet) tercihen kenara konduğu da açık.

Peki ulus-devlet ölçeğini hedef alan kopuş (sosyalist) fikri, 1. düzlemi (yerel) tümden göz ardı etmek demek mi? İşte aslında "yeni olan", iktidar perspektifinin, ulus-devlet ölçeğindeki "büyük siyaset" alanının, 1. düzlemde geliştirilmesi zorunlu özel taktikleri içermeden amacına ulaşmasının artık çok daha zor olduğu.

Dolayısıyla kopuş fikri için konu, "söylem cambazlığına" dönüşebilecek, bir yüksek perdeden siyaset üretmek değil yerellerde oluşturulacak güç biriktirme, mevzi kazanma ve dayanışma hattının büyük siyasete kanalize edilmesi, örgütlenmesidir.

Son olarak bir adım daha atalım.

Bu mücadelenin politik öznesi kimdir? Wood’un, Thompson’un "süreç" ve "ilişki" olarak sınıf tanımlamasına yaklaşımı burada da tartışma açabilecek bir başlığı vermekte.

SÜREÇ VE İLİŞKİ OLARAK SINIF...

Sınıf tanımında, sınıfı iktisadi-donuk kategoriler, konumlar ve yerler olarak tanımlamaya dönük eleştiri politik öznenin tanımlanmasında oldukça önemli. Thompson’un açtığı kulvardan bakarsak;

“Günümüzde sınıfı bir şey gibi görme yönünde çok yaygın bir eğilim vardır. Bu türden bir yaklaşım Marx’ın kendi tarihsel yazılarında yoktur; ancak bu yanlış daha sonraki 'Marksist' yazının büyük bir bölümü üzerindeki çarpıcı etkisini sürdürmektedir. İşçi sınıfının, 'o şey'in, üretim araçları ile belirli ilişkiler içinde bulunan şu kadar insan anlamında, neredeyse matematiksel olarak tanımlanmış bir mevcudiyeti olduğu varsayılmaktadır (…)

Eğer sınıfın bir şey olmayıp bir ilişki olduğunu kabul edersek bu biçimde düşünemeyiz. 'O şey' ne ideal bir çıkar veya bilince sahip olmak için var olmakta, ne de 'Ayar Edici’nin masasında bir hasta gibi yatmaktadır” ***

Dolayısıyla Marksist sınıf anlayışı, sınıfı bir ilişki (deneyim ve kültürel süreçlerin de içinde yer aldığı); antagonistik bir ilişki, üretim ilişkisi içinde olmak anlamında nesnel bir ilişki olarak tanımlamakta. Bu ise Weberyan statü, yaşam standardı gibi göstergelerle sınıfın önemli bir kesimini dışlamak gibi daraltıcı yorumlara karşı oldukça önemli bir nokta.****

Ama mesele sadece doğru bir tanımlama mı? Zafer Yılmaz oldukça güzel özetlemiş:

“Wood’un sınıf anlayışının sadece iktisadi bir kategori olarak sınıf olmadığını belirtmiştim. Bu, kendi içerisinde ve diğer sınıflarla ilişkisi içerisinde, aynı üretim sürecini, yani temeldeki toplumsal antagonizmayı birlikte deneyimleyen insanlar tarafından-bir ilişki ve süreç içerisinde- kurulan bir sınıf anlayışıdır. Böyle bir sınıf kavrayışı, gerçeklikle yüzleşilemediği için sınıfa doğru kaçmaya değil, sınıfı oluşturan insanları gerçeklikte, onları baskı ve sömürünün farklı biçimlerini deneyimleyişleri içinde görmeye davet ettiği için önemlidir. Bu bağlamda baskı ve sömürünün farklı biçimlerine aşırı vurgu yapan “farklılık” kuramları bu alanları kendi içlerine kapalı kutular biçiminde algılamaya eğilimli olabilirler; fakat bu, bu biçimlerin analizinin söz konusu kuramlara terk edilmesi ya da bu alanların özgüllüğünün sınıfa indirgenmesi için mazeret olamaz.” *****

İşte bu yaklaşımın üstün tarafı baskı ve sömürünün farklı biçimlerini deneyimleyen sınıfla uygun politik/ideolojik dolayımlarla ilişki kurabilmeyi sorunsallaştırması.

Tartışılması gereken, kendisini "saf anlamda sınıf çelişkisi" olarak göstermeyenin, Gezi Direnişi örneğinde olduğu gibi bambaşka dolayım ve kılıklarla karşımıza çıkanın, nasıl kavranabileceği, devrimci siyasetimizle nasıl ilişkilendirileceğidir.

Muhafazakar olmayan bir Marksizm muhafızı olarak E. M. Wood’u okumak yazdıklarımızın çok daha fazlasını vadediyor…

* Sınıftan Kaçış, Yeni ‘Hakiki’ Sosyalizm, Yordam kitap, 2006, s.13

** Ellen Meiksins Wood, Kapitalizm Demokrasiye Karşı, Tarihsel maddeciliğin Yeniden Yorumlanması, İletişim yayınları, s. 45,(abç)

*** E. P. Thompson, Teorinin Sefaleti, Alan yayıncılık, 1994, s. 21

****Bu tanımlama için bakınız, Değişen İşçi Sınıfı: İşçi Sınıfının Değişen Yapısı Üzerine Denemeler, Alex Callinicos, Chris Harman, Z yayınları, s. 13

*****Ellen Meiksins Wood’un Siyasal Marksizm Çağrısını Niçin Dikkate Almalıyız?, Zafer Yılmaz, Praksis sayı:10, s. 387, (abç)

DAHA FAZLA