Türkiye’nin yakın geleceği 2019’da yapılacağı ilan edilen seçimlerde sandığa atılacak oylarla belirlenmeyecek.
Düğüm, büyük olasılıkla bu tarihten önce, siyaseten çözülecek. Sandığın, Türkiye’de hâlâ pek çok ülkeden farklı olarak iktidar mücadelesinin çok önemli bir aracı olduğu açık. Ama, 7 Haziran 2015 ve 16 Nisan 2017 oylamalarının açıkça gösterdği gibi seçim artık bu ülkede, iktidardan yana kesen bir nalıncı keseridir. Erdoğan seçimle iktidarını pekiştirebiliyor; ama tersi olanaklı değil: Oy çoğunluğuyla bu iktidara son verilemiyor!
Somut duruma özetlemeye çalışalım: Erdoğan ve ekibi, değişik olasılıklara göre A, B, C planları üzerinde çalışıyor. İç ve dış koşulların elverişli olduğu bir zamanda baskın erken seçime gitmek, seçimleri ertelemek, seçim yasaları ve “teknolojisi” üzerinden, sonucu etkileyecek düzenlemeler, “yeni” hile yöntemleri geliştirmek, birkaç milyon Suriyeli göçmeni seçmen yapmak, seçim sürecinde Kürt illerini ve hareketini abluka altına almak, bunlar tutmazsa, sonuçları saymayıp “bir daha seçim” demek, iktidarda kalmak için ülkeyi iç savaş ateşine atmak vb. seçenekler arasındadır. Erdoğan’ın seçenekleri arasında, seçim sonuçlarını sineye çekip iktidarı terk etmek yoktur.
***
Yine de, seçmen çoğunluğunu kazanarak iktidarda kalmak, bugünkü iç ve dış koşullarda Erdoğan için en istenir yoldur. Zor ve hile yöntemleriyle iktidarda kalmanın sınırlarını ve tehlikelerini çok iyi biliyor. Erdoğan, hiçbiri danışıklı dövüş olmamakla birlikte, ABD ve AB ile yaşanan gerilimleri, bunlara bağlı olarak Kürt karşıtlığı temelli “devletin bekası” kartını kullanarak, Atatürkçülere kur yaparak, mağduru ve muktediri aynı anda oynayarak iktidar-seçim blokunu güçlendirmeye, bağlaşıklarını genişletmeye, karşıtlarının en azından bir bölümünü tarafsızlaştırmaya, edilginleştirmeye çalışıyor.
Öte yandan, on beşinci yılında Erdoğan-AKP iktidarı birçok bakımdan en zayıf dönemini yaşıyor. Emperyalist bir proje olarak kurulan, ABD ve AB’nin tam desteğinde neo-liberal programları elifi elifine uygulayan, “askeri vesayet” rejimini tasfiye ettiği gerekçesiyle liberaller tarafından demokrasi havarisi olarak parlatılan, “çözüm” süreciyle Kürtler arasında destek ve seçmen kazanan AKP, son referandumun ve daha sonraki anketlerin de gösterdiği gibi güç kaybediyor. Aynı göstergeler, AKP’nin kaybettiğinin düzen muhalefetinin kazanç hanesine yazılmadığına işaret ediyor. İktidar zayıflıyor; burjuva muhalefet güçlenmiyor.
Türkiye’de düzen siyasetinin tıkandığı nokta burasıdır. Dış ve iç restorasyon güçlerinin yıllardır çözemediği sorun da budur. Vadesi dolmuş bir iktidarı indirip, düzeni devraldığı noktadan sürdürecek bir siyasal iktidar bileşimi çıkarılamıyor.
***
Bu durumun, dünyanın geçmekte olduğu kaotik ortamdan, konjonktürden, burjuva siyasetindeki niteliksizleşmeden, kadrolarının çapsızlığından vb. kaynaklanan nedenleri olmakla birlikte kanımca daha temel siyasal ve tarihsel nedenleri var. İkisini özetleyelim.
Birincisi, dünyadaki eğilime de paralel olarak 12 Eylül 1980’den bu yana düzen partilerinin programları tekleşmiş, aralarındaki farklar silikleşmiş, dahası, 15 yıllık iktidarında AKP burjuva muhalefeti önemli ölçüde kendisine benzetmiştir. Bugün burjuva muhalefetin toplumsal açıdan en meşru ve kitlesel talebi olması gereken laiklik açısından bile durum budur. Bu, bugün, neredeyse tüm dünyada, kurulu düzen (establishment) partilerinin karşılaştığı bir sorundur. İktidarlar yıpranıp erimekte, “muhalefet” ise güçlenememektedir. Düzen içi seçenek anlamında muhalefetsizliğin kapitalizmin aleyhine olduğu türünden görüşleri, bizzat kapitalistlerin dillendirmeye başlaması bundandır.
İkincisi, sınıfsal bakımdan saf siyaset, saf iktidar, saf devrim yoktur. Dolayısıyla, ittifak, koalisyon, güç birliği vb. siyasetin ve sınıf mücadelesinin vazgeçilmezleridir. İttifak var ittifak var. Sonuç belirleyici ittifak, yeni bir birleşme ekseninde gerçek toplumsal güçleri siyaseten bir araya getiren, tüm bileşenlere söz geçiren hegemon bir güç etrafında kurulanıdır. Aşağıda birlik-ittifak sağlamak için temsili öznelerin yukarıda bir araya gelmeleri birçok durumda zorunlu değildir. Örnek olsun, Bolşevikler, Kürt hareketi ve Erdoğan çeşitli sınıf ve katmanları kendi hegemonyaları temelinde birleştirmişlerdir. Tersinden örnekler ise, sayılamayacak kadar çoktur.
***
Kanımca, solun ve daha özel olarak komünist siyasetin sorunu da önemli bir farkla aynı noktadır. Varlık nedenimiz, bu düzeni değiştirmek, kapitalizmden komünizme geçişin dünyanın bu parçasındaki devrimci öznesini, bileşkesini yaratmaktır. Düzen içi muhalefet boşluğunun bu kadar yakıcı olduğu bir tarih kesitinde, zamanın ruhu, düzen karşıtlığının, devrimciliğin konumunu açık, duru, anlaşılır, büyük yığınlarca algılanabilir bir söylem ve eylemle ortaya koymasını gerektiriyor.
Dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmeler, kendiliğinden toplumsal muhalefetin şimdiden öngöremeyeceğimiz biçimlerde yükseleceğinin işaretlerini veriyor. Bu kaotik geçiş döneminin güzellikle, al gülüm ver gülüm sonuçlanması mümkün değil. O günlere bu kez hazırlıksız, fenersiz yakalanmamak için güncel görevlerle tarihsel amaçlar arasındaki köprünün sağlamca ve hızlıca inşa edilmesi gerekiyor.
Düzen karşıtı, yenilikçi bir sosyalizm programı, emek ve toprak kardeşliği temelli bir yeni cumhuriyet hedefi bu köprünün bugünkü sütunlarını oluşturuyor.