Yüzyıl eşiğinde cumhuriyet tartışmaları ve cinsiyet parantezi
Bugün Cumhuriyet meselesi bir “özne olma” meselesidir. Bu “öznelik” biz kadınlar için önceki yüzyılda “kadın da yurttaştır” diye haykıran Olympe de Gouges’ün yankısını, Gezi Direnişine; eşitliği, özgürlüğü, kardeşliği, laikliği kendine şiar edinen milyonlarca kadına taşımıştır.
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına doğru yol alırken çeşitli cephelerden yürütülen tartışmalar oldukça önemli. Üstelik özel bir yıl dönümü seremonisinin ötesinde bugün “Cumhuriyet tartışması” yürütmek için iki belirgin avantaja sahibiz:
Birincisi, tüm dünyada Aydınlanmayı hırsla lanetlemeler, Cumhuriyet’e dönük liberalizm ve postmodernizmle harmanlanmış alerjiler, “Jakoben vandallığa” dönük akademik keşifler ve nihayet 1989’da 2. yüzyılını tamamlayan büyük Fransız Devriminin unutturulmak istenmesi, vadesini çeyrek yüzyıl doldurmuş olgulardır.
Aradan geçen zamanda “bir toplum olma fikrini” yıkmak isteyenlerin, her fırsatta “kamu” denilen şeyi tarumar edenlerin neoliberal rejimleri, tüm bu “romantik başkaldırıları” (!) komik hale getirmiştir.
İkincisi, ülkemizde 12 Eylül zorbalığının tüm faturasını köklere, “resmi ideolojiden doğan” Cumhuriyet fikrine yıkma furyası -haklı ve tartışmalı yanlarıyla birlikte- AKP rejimine katık olmuş, vesayetçilik diye diye ölü üstünde tepinenleri bu kez reisçilikle tanıştırmıştır. 20 yılın sonunda bu eleştirinin pek de alıcısı kalmamıştır.
Demek ki tüm bu hararetli ortamı bir nebze de olsa savuşturduğumuz günlerdeyiz.
Dahası Cumhuriyet bugünün dünyasında hiç olmadığı kadar evrensel bir meseleye dönüşmüştür. Zira günümüzün siyasetten men edilmiş, katılım mekanizmaları darmaduman edilmiş, siyasal mevcudiyeti anlamsızlaştırılmış, yalnızlaştırılmış, atomize edilmiş geniş halk yığınları düşünüldüğünde bu ihtiyaç açık hale gelmektedir.
CUMHURİYET FİKRİNİN ÖZÜ
“Cumhuriyet tartışması” en başta bir yöntem tartışmasıdır. Dolayısıyla gündemdeki “bu işin özü ne?” sorusudur. Cenk Saraçoğlu son yazısında bir öze de işaret eder biçimde Cumhuriyete dair “evrensel sabitleri” şöyle ifade ediyor:
“Bugün Cumhuriyet fikri, egemenliğin halka ait olduğu, kamu yararının her türlü özel çıkara üstün olduğu, toplumsal yaşam için bağlayıcı ve sınırlayıcı bir etik-politik çerçevenin zorunlu olduğu, kamu yararı ve tahakkümü önlemek adına müdahalenin meşruiyeti ve yurttaşlık düzleminde eşitlenmiş olanların aktif siyasal varoluşunun gerekliliği gibi nosyonların oluşturduğu bütün olarak düşünülebilir.”1
Dikkat edildiyse bu soyutlama düzeyinde ne ilericilik-gericilik ne aşamacılık ya da mekanik tarih anlayışının eleştirisi ne de eski ve yeni ezme-ezilme ilişkileri gündemde değildir.
İsabet buradadır. Zira “evrensel olandan” bahsediyoruz ve onu “özgülün” malumatfuruş müdahalelerinden, olguların şımarık yayılmacılığından uzak tutuyoruz. Sözgelimi Fransız Devrimini Jakobenlerin grev yasaklarıyla, kadın kulüplerini kapatmasıyla ya da devrim sırasında Fransızların Fransa topraklarında azınlık olarak var olduğuyla anmıyoruz.
Evrensel düzlemden bakıldığında Cumhuriyet, bir “öznelik” vaadidir. Onu “aşağıdanın”, şimdiye dek hiç hesaba katılmamışın, paryanın, baldırı çıplağın, insandan sayılmayan “kadının” mücadele konusu haline getiren budur. Yol açılmıştır.
Atina’nın Demos’undan -yani ne soylu ne de mülk sahibi olanların oluşturduğu sınıf olarak halktan- Roma’nın res publica‘sına ve nihayet Rousseau’nun eşitler ve özgürlerin birlikteliği olarak tanımladığı çağdaş cumhuriyetine uzanan Cumhuriyet fikri tarihsel bir yoldur. Ve nihayet en radikal biçimiyle çağımıza uzanan Cumhuriyet fikri “eşitlik ve özgürlüğün” ayrıştırılamazlığı üzerine kuruludur.2
Krallara karşı soyluların, soylulara karşı burjuvazinin, burjuvaziye karşı dünyanın yarısı adına “kadınların” ve tüm egemenlere karşı proletaryanın özneliğini ancak bu tarihsel izlekle anlamlandırabiliriz.
O halde bir adım daha atalım. Cumhuriyetin açtığı ya da vaat ettiği öznelik konumlarında kadının yeri nedir? Elbette oldukça kapsamlı bir konudur.
Türkiye örneği için bir iki notla bitirelim…
“Cumhuriyet ve kadın” tartışmasında resmi ideolojiye yakın yorumlar bellidir: Buna göre Cumhuriyet “kadınlara haklarını vermiştir”. Dönemin kadın mücadelelerinin pek bir önemi yoktur burada. Dahası bu ilerlemenin sonrasındaki “eşitsiz gelişim” hiç gündeme gelmez. Örneğin ‘90’ların sonunda Cumhuriyetin 75. yılında bile ülkemizin doğusunda çokkarılılığın yüzde 10’lara yaklaştığı bu bakiyenin içinde değerlendirilmez.
Buna karşı geliştirilen tez haklı itirazları barındırır. Elbette kadınlar çeşitli dernekler kurmuş, yayınlar çıkarmış, savaşın da etkisiyle çalışma yaşamına katılmaya başlamışlardır. Hak mücadelesi filizlenmiş, gelişmeye başlamıştır. Ne var ki tüm bunların Cumhuriyetle vardığı yeni eşiğin adı konmamaktadır bu tezlerde. Osmanlı ile Cumhuriyet arasında yalnızca süreklilik var gibidir. Buna göre Cumhuriyet olsa olsa kadın hakları mücadelesinin üstüne konmuş, kadınları piyon yapmış, onları yeni rejimin "vitrini" derekesine düşürmüştür.
Bu tür tezlerin, Cumhuriyetin neden ‘kadınların hak mücadelesinin üstüne konma gereğini hissettiğini’ açıklayamadığını düşünüyorum. Cumhuriyetin kurucu öznesinin, “kadın haklarını” “muasır medeniyet seviyesinde olmanın” kıstası olarak görmesini mümkün kılan şey, başka coğrafyalarda kanla, hapis cezalarıyla, açlık grevleriyle kazanılan kadınların “medeni hakları” değil midir? Yani evrensel Cumhuriyet’in açtığı yolda mücadele edenler değil midir?
İkinci bir tez yine sürekliliğe vurgu yapar. Buna göre Cumhuriyet aslında kadını bir kafesten alıp başka bir kafese koymuştur. Örneğin Zehra Arat, İslami ataerkilliğin yerini Batılı ataerkilliğin almasını, Osmanlı ile Cumhuriyet Türkiye’si arasında önemli süreklilik noktalarından biri olarak değerlendirmektedir.3
Burada özne fikrine yer yoktur, yapı (ataerki) hükmünü icra eder. Burada Cumhuriyetin vaatleri, “aşağıdanın” girişimleri, kazanımları ve yenilgileri yoktur.
Yazı uzadı…
En başta söylediğimizi yineleyerek bitirelim, bugün Cumhuriyet meselesi evrensel bir meseledir. Bugün Cumhuriyet meselesi bir “özne olma” meselesidir. Bu “öznelik” biz kadınlar için önceki yüzyılda “kadın da yurttaştır” diye haykıran Olympe de Gouges’ün yankısını, Gezi Direnişine; eşitliği, özgürlüğü, kardeşliği, laikliği kendine şiar edinen milyonlarca kadına taşımıştır.
Notlar:
1-https://www.gazeteduvar.com.tr/cumhuriyeti-tartismak-bir-yontem-onerisi-makale-1586252
2-https://mavidefter.net/cumhuriyet-hakkinda-kafamiz-karisik/
3-Fatmagül Berktay, “Cumhuriyetin 75 Yıllık Serüvenine Kadınlar Açısından Bakmak”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler içinde, s.5, Tarih Vakfı Yayınları