Yugoslavya’da taraftar kimlikleri ve etnik milliyetçilik hakkında…

2007 yılında doktora tezim için bir seneliğine Saraybosna’ya gittim. Araştırma konumun “futbol taraftarlığı” olduğunu duyan herkes aynı tepki veriyordu: “Harika! Etnik milliyetçilik ve futbol arasındaki bağlantıyı mı araştıracaksın?” 

Yugoslavya mefhumuyla biraz daha ilgili olanlar ise daha çok şöyle yorumluyordu: “Tabii ya… Yugoslavya’nın bölünmesinde çok önemli bir role sahipti futbol taraftarlığı.” Ben ise inatla aynı kentte, hemen hemen aynı etnik profile sahip iki takımın: FK Sarajevo ve Zeljeznicar’ın taraftarlarını karşılaştıran bir araştırma yapmıştım.

Günümüzde ortalama bir Saraybosnalı'ya bu iki takımın taraftarları hakkında soru yöneltseniz, alacağınız yanıtlar benzerdir:

Demiryolu işçileri tarafından kurulan Zeljeznicar (Kısaca Zeljo diye yazılır, Jelyo diye okunur) taraftarları solcudur, daha kentlidir, dar gelirlilerin takımıdır.

Sarajevo ise kent elitinin takımıdır, küçük esnaftan destek alırlar, taraftarları daha köylü ruhludur ve üstelik daha sağcıdır.

Araştırmamda çıkan sonuç ise hiç de öyle değildi. Farklı demografik, kültürel, sosyal, iktisadi değişkenleri incelediğim araştırmada, her iki taraftar grubu arasında önemli bir farka rastlamadım.

Farklılıklar daha çok hayali olarak “kurgulanmıştı” ve üstelik birçoğu da “icat edilmişti”.

Her iki taraf grubu da diğer takımı “ötekileştiren” bir kimlik kurgulamıştı.

Fakat, asıl farklılık taraftarlar arasında değil, aynı takımın taraftarlarının oturdukları tribünde ortaya çıkıyordu. Örneğin, kale arkasındaki Zeljo taraftarları, kapalı tribünde oturan Zeljo taraftarlarından kültürel, siyasi, iktisadi ve demografik anlamda farklılaşırken, kale arkasında oturan Sarajevo taraftarlarıyla daha çok benzeşiyordu.
Araştırmanın sonucu açıktı: Farklı kimlikleri “kurgulamak”, “icat etmek” uğruna, diğer taraftar grubu “ötekileştiriliyordu.”

Bazı kavramları bilerek sürekli tırnak işareti içinde kullanıyorum. Sınıf, üretim biçimi, üretim araçları gibi kavramları tukaka yapmak için yukarıda tırnak içinde kullandığım kavramları hoyratça kullanan postmodern kuramın kullandığı kavramların gerçeklikle ilintisi, Zeljo ve Sarajevo taraftarları arasındaki farklılıkların gerçekliği kadardır.

Özünde benzer iktisadi, kültürel, sosyal ve demografik dinamiklere sahip olan, aynı etnik kimliğe, aynı kente ait olan iki taraftar grubu, farklılıklarını gerçeklikle olgusal olarak bağdaşmayan verilerle ifade ediyordu.

Kuşkusuz ki, eğer bu taraftar gruplarından birisi Sırp, diğeri Hırvat ya da Boşnak olsaydı, her şey daha kolay olacaktı. 

“Farklılığınız ne? Biz Boşnağız, onlar Sırp.” Bu soru, günümüzde birçok sosyal bilimci ve gazeteci için yeterlidir. Gerisini araştırmaya, diğer iktisadi, sosyal, kültürel, demografik verileri incelemeye gerek yok!

Bir örnek daha var, İleri’de Gürkan Özocak’ın yazısında Partizan ve Kızılyıldız rekabetini okudunuz. Yaklaşık 7-8 sene önceki bir Partizan-Kızılyıldız maçında çıkan olaylarda birçok taraftar birbirini bıçaklamıştı. Yağmurlu bir günde Marakana Stadyumu’nun önündeki Bulevar Oslobodjenje’den aşağı (Özgürlük Bulvarı) akan yağmur suyunun rengi akan taraftar kanıyla kırmızıya boyanmıştı.

Ertesi gün Sırbistan’daki gazeteler holiganizmden dem vurdu. Eski Yugoslavya’nın diğer cumhuriyetlerinde gazetelerin bazılarında ön sayfada, bazılarında üçüncü ya da dördüncü sayfasında haber olarak çıktı. Dünya medyasında ise kısa bir haber olarak verildi.

Bir de takımlardan birinin başka bir etnik kimliğe mensup olduğunu, yani birinin Sırpken, diğerinin Hırvat olduğunu düşünün! Ertesi gün Dünya medyasındaki manşetler bellidir: “Sırplar ve Hırvatlar yine birbirine girdi!”, “Stadyumda yeni Vukovar”, “Yeni Yugoslavya savaşı kapıda!” 

Geçtiğimiz hafta Sırbistan-Arnavutluk maçında olanlar da farklı değildir. 

Holiganizm ve tribünlerdeki şiddet farklı bir konu başlığı. Toplumsal şiddetin ve onun tribünlerdeki yansımasının devlet tarafından, kulüpler tarafından nasıl teşvik edildiğini biliyoruz. En ufak bir hak arama mücadelesinin gaz bombasıyla, plastik mermiyle bastırıldığı bir ülkede, kadınların öldürüldüğü bir ülkede yaşanan toplumsal şiddetten tribünler muaf olamaz. Kaldı ki, tribünler ve bilhassa “futbol” şiddet mevzusunda daha ayrıcalıklı bir konuma sahip. Stadyumlarda “Şeref” adının “Arena”ya dönüştürülmesi bile bize bu konuda gayet de fazla ipucu sağlıyor. 

Fakat sistemin kendi yarattığı “şiddet” kültünün, sistemin yeni hegemonya araçları icat etmesi için nasıl istismar edildiği de açık. 

Platini efendi maçtan sonra buyurmuş: “Sahaya bayrak yerine bomba inseydi ne yapardık?”. Platini uzayda mı yaşıyor? Havan topunun bu kadar kolay ve ucuza bulunduğu bir coğrafyadan bahsediyoruz. İnanın, sahada terör estirmek için çok geniş bir uygulama portföyüne sahip bir coğrafyadan bahsediyoruz.

Ama şimdi alınacak tedbirler belli: Zaten Balkan ülkelerinin birbirleriyle yaptığı maçlarda misafir seyirci istenmiyor. 

Belki bir de buna maçların tarafsız sahalarda oynanmaları eklenecek. 

Bu arada dağılmadan önce dünyanın en başarılı ulusal futbol takımına sahip Yugoslavya’da, dünyanın en kaliteli liglerinden birine sahip Yugoslavya’da futbol bitme noktasına gelmiş, kimin umurunda?