Baktığımızda, olması gerekeni, doğru olanı görüyoruz: Eski tereddütler aşılmıştır; AKP’nin siyasal ve ideolojik planda “nereye konulacağı” artık fazla tartışma konusu değildir; yobazlığa, karanlığa, diktatörlüğe, bir tür İslami faşizme karşı mücadele gerekliliğini hemen herkes kabul etmektedir…
Ne var ki, bu sağlıklı konumun geri planında başka bir düşüncenin daha olduğunu görüyoruz. Şöyle bir düşünce: Bütün bunlar “aykırılık” ya da “sapma” sayılmalıdır; aslında dönüp dolaşıp gelinecek yer, yaşadığımız dönemin başat siyasal-ideolojik yapılanması olan liberalizmdir, “liberal demokrasi”dir…
Yani, yaşananlar bir dengesizlik durumudur; eğer Türkiye’den söz ediyorsak, o da sonunda liberal demokrasi dengesine oturacak ya da birileri tarafından “oturtulacaktır”…
Dikkat: “Ekonomiden”, sermaye birikim ve metalaştırma süreçlerinin kendi ortamlarından değil, siyasal-ideolojik yapılanmalardan söz ediyoruz ve soruyoruz: Bugün liberal demokrasi bu alandaki aykırılıkları da toparlayıp kendine çekecek bir norm mudur?
***
Dünya emperyalist-kapitalist sistemi 20. yüzyılın başından bu yana kendi siyasal-ideolojik kurgusunu çok yönlü, çok işlevli ve görece gelişkin denebilecek düzeye ulaştırabildiği bir tek dönem yaşamıştır: İkinci Dünya Savaşı sonundan 1970’lere uzanan dönem…
Özellikleri?
Önce, parçacı değil bütüncüdür: Gelişmiş kapitalist ülkeler için iyice evcilleştirilmiş bir sosyal demokrasiyle birlikte refah devleti; “üçüncü dünya” içinse kalkınma paradigması, kalkınma iktisadı, modernleşme, sanayileşme, “sosyal devlet”, tarım reformu, “yeşil devrim” vesaire…
Sonra, “defans-ofans kurgusu”: Kendini savunma adına yaptıklarının hepsi sosyalizme, o dönemde özellikle dünya sosyalist sistemine karşı saldırının temel taşları olduğu gibi, sosyalizme yönelik her saldırı kendi savunmasını berkitici özellikler taşır…
Ardından, “karşı taraftan” devşirilmemiş, sistemin kendi içinden gelenlerin imzasını taşıyan, özellikle “demokrasi-totaliterlik” karşıtlığı ekseninde geliştirilen siyasal-ideolojik çerçeveler: Karl Popper, Raymond Aron, Hannah Arendt…
Ve elbette “temsili demokrasinin” henüz çığırından çıkıp iyice maskaralık haline gelmemiş işleyişi…
Özetle budur ve bizde “Morrison Süleyman” sabah akşam kalkınma, “fukaralıkla mücadele” dediyse; “dinci” Erbakan her fırsatta “ağır sanayi hamlesinden” dem vurduysa; MHP bile birtakım iktisatçılarına “azgelişmişlik çemberinden çıkış” reçeteleri hazırlattıysa bundandır…
***
Ya son dönemlerin “büyük liberal dalgası”?
“Büyük liberal dalga” dünyanın 1990-2000 dönemine damgasını vurmuştur.
Malum piyasa fetişizmini bir kenara koyarsak siyasal-ideolojik kurgusu iflah olmaz ölçüde eklektik, zayıf ve kırılgandır.
İdeolojik kurgusuna bakarsak, az önce sözünü ettiğimiz dönemin tersine maddi gerçeklik ve süreçlerden doğrudan ideoloji türetme ilkelliğindedir. Dünya kapitalizmi daha sıkı bir eklemlenme içine mi girdi? Gelsin “küreselleşme ideolojisi”… Çoğulluk bugünkü dünyanın bir gerçekliği mi? Gelsin “çoğulculuk ideolojisi”…
Sonra “adil küreselleşme”, “çoğulculuk” ve “hoşgörü” gerçekleşmiyor diye yanıp yakıl ve bu yakınmaların toplamından kendi ideolojini türetmeye kalk…
Bu haliyle liberal ideoloji, içine konduğunda “normlara” uyum sağlayacağı düşünülen nesnelerin bir yerlerinden yırtarak, delerek dışarı uç verdiği plastik torba gibidir. Otoritarism, dinci gericilik, ırkçılık, faşizm, hoşgörüsüzlük ve akla gelebilecek başka her tür melanet bu plastik torbadan, seyrek dokunmuş çuvaldan çıkıp boy göstermekte hiçbir güçlükle karşılaşmamaktadır.
***
Oldu olacak, “indirgemecilik” de yapalım: Dünya kapitalizminin bugünkü yapılanmasının ve sermaye birikim modelinin, siyaset ve ideoloji planında bir dönem büyük bir tantanayla vaat edilenlerle bağdaşması mümkün değildir.
ABD’de Donald Trump gibi birinin başkan adaylığı ne kadar “aykırılık” ise, Türkiye’de yaşananlar da o kadar öyledir.
Peki, bu söylenenlerle liberal ideolojiyi ve ona karşı verilecek mücadeleyi hafife mi almış oluyoruz?
Karşı tarafın zaaflarına hiç işaret etmeden, “kral çıplak” demeden, onu ille de “ubikuitöz” (her zaman her yerde hazır ve nazır) bir heyula gibi görmenin ve göstermenin “iyi” bir mücadele biçimi olduğunu düşünmüyoruz.
Türkiye’de bugün yaşananların, ülkeyi sonunda “liberal dengeye” oturtacak bir sürecin tezahürleri olduğunu ise hiç mi hiç düşünmüyoruz.