Yılın en iyi yerli filmlerinden Güvercin

Bu yılki İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışmada, ilk uzun metraj filmini çeken yönetmenlerin filmleri arasından verilen En İyi İlk Film Ödülü’nü kazanmış olan Güvercin dün (Cuma) Başka Sinema zincirine bağlı çoğu bağımsız sinemalarda ve Cinemaximum grubunun “sanat filmlerine” ayırdığı salonlarında sınırlı ölçekte vizyona girdi. Istanbul Film Festivali’ne ilişkin bu köşedeki genel, toplu değerlendirme yazımda “gösterişsiz, yalın ama yavan olmayan, ve finali itibariyle son derece zarif bir sinema diline sahip olan Güvercin, sinemamızda önceki yıl Babamın Kanatları ile (yeniden) başlayıp geçen yıl Sarı Sıcak'la süren yeni gerçekçiliğin izinden gitme çizgisinin son derece yetkin yeni halkası” ifadelerini kullanmıştım.

Adanalı genç sinemacı Banu Sıvacı’nın yazıp yönettiği Güvercin’de Adana’nın yoksul mahallelerinden birinde evlerinin çatısında güvercinler besleyen Yusuf adlı bir gencin, ağabeyinin baskısıyla vasıfsız işçi olarak ağır sömürü koşullarında çalışmaya başlamak zorunda kalmasının, sevgiyle bağlı olduğu güvercinlerinin bakımını yürütmesini zorlaştırması ve Yusuf’un bu duruma isyanı öyküleniyor.

Sıvacı, Güvercin’in dünya prömiyerini yaptığı Berlin Film Festivali esnasında Deutsche Welle’de yayınlanan söyleşisinde filminin Adana’daki “kuşçulara” ilişkin kendi çocukluk anılarından kısmen beslendiğini söylemişti. Güvercin’in ülkemizde vizyona girişinin 3’üncü Havalimanı işçilerinin insanlıkdışı çalışma koşullarını protesto ettikleri eylemlerinin akabine denk gelmesi ise Yusuf’un özellikle şehirdışında inşaat alanlarında çalışmaya zorlandığı sahnelerde perdeye gelen çalışma ve hele “barınma” (!) koşulları açısından çarpıcı, manidar çağrışımlar yapıyor filmi izleme deneyimi esnasında.

Oyunculuk performansları ve oyunculuk yönetimininden görüntü yönetimine, sanat yönetimine, kurguya kadar her açıdan yetkin ve özgün müzik bahsinde mükemmel olan Güvercin tereddütsüz biçimde bu yılın en iyi yerli filmlerinden biri. Ayrıca; karamsarlığa, yılgınlığa yüz vermeyen finaliyle de günümüz sinemacılarına örnek olmasını şahsen dilediğim bir çalışma.

DEHŞETİN YÜZÜ VE İNTİKAM MELEĞİ

Haftanın en yaygın gösterime giren yabancı filmi olan Dehşetin Yüzü (The Nun); ‘Korku Seansı’ (The Conjuring) filmleri serisinin yeni halkası ve önceki filmlerdeki olayların evvelini öykülüyor; ilk kez Korku Seansı 2’de (The Conjuring 2, 2016) gördüğümüz ‘canavar rahibe’ figürünün nasıl peydah olduğunu bu yeni filmde öğreniyoruz. Dehşetin Yüzü, gotik bir şatodan dönüştürülmüş manastırın bahçesindeki sisler içindeki mezarlık ve karanlık mahzenler gibi korku sinemasıseverlerin beyaz perdelerde görme özlemini çektiği arketip gotik imgeleri başarıyla perdeye taşıması açısından övgüye değer bir çalışma ve kimi sahneleri çok etkileyici. Ancak arasıra “hınzır espirili” laflar eden, “sempatik” (ve “hoş”) bir yan karakterin de sık sık perdede arzı endam etmesi başta olmak üzere kimi tercihler filmin baştan sona kabus dokusu taşımasına set çekiyor.

İntikam Meleği (Peppermint) ise, çocuğu ve kocası bir suç örgütü tarafından katledilen bir kadının intikam öyküsünü perdeye getiriyor. Bu tip ‘adaleti kendi eline alan cezalandırıcı’ filmleri, Kirli Adam (Dirty Harry, 1971) ve Taksi Şoförü’nden (Taxi Driver, 1976) beri genel olarak neo-faşist veya Yeni Sağ eğilimlerin Hollywood’daki tezahürlerinden sayılır. Ancak İntikam Meleği’nde suçluların adalet sistemi tarafından yakalanmasına / cezalandırılmasına set vuran ve bireysel intikamı tetikleyen olgu, “insan hakları ve hukuğun” güvenlik güçlerinin, yargının “elini kolunu  bağladığına” (!) dair Yeni Sağ retorik çerçevesinde değil, tersine suç örgütlerinin polis teşkilatına ve yargıya sızmış olmasına ilişkin. İlgiye değer konusuna ve yıllar evvel Korkusuz’daki (Daredevil, 2003) Elektra rolüyle dikkatimizi çekmiş olan Jennifer Garner’ın başroldeki göz dolduran performansına karşın İntikam Meleği’nin tam tatmin edici bir film olamamasının sebebi ise aksiyon sahnelerinin yavan mizansenlerden öteye geçememesi.

ADANA FİLM FESTİVALİ BAŞLIYOR

Vizyona girmiş olmamak şartının bu yıl kaldırıldığı Ulusal Yarışma filmleri arasında Güvercin’in de yeraldığı 25. Uluslararası Adana Film Festivali bugün başlıyor. Geçtiğimiz yılların dikkat çekmiş yerli yapımlarından Yozgat Blues’un (2013) yönetmeni Mahmut Fazıl Coşkun’un, Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünde Jüri Özel Ödülü kazanan yeni çalışması Anons Türkiye’de izleyici karşısına ilk kez Adana’da Ulusal Yarışma’da çıkacak. Antalya Film Festivali’nden ulusal yarışmaların kaldırılmasının ardından Adana Film Festivali Türkiye’de “sinemanın kalbinin attığı” festival konumuna gelmiş durumda.