Bu başlık, 2010 Referandumu’ndaki liberal sol tayfayı hatırlatacaktır. Hemen başlarken söyleyelim, okumaya başladığınız yazı “Yetmez ama Evet”çilerin ne kadar alçak, hain, pis, kötü insanlar olduğunu anlatmayacak.
Bu işbirlikçilerin bir önemleri olup olmadığı elbette tartışılabilir, biz gerek görmüyoruz, Türkiye’nin geldiği nokta itibariyle en hafif deyimle rezil olmuş bir topluluktur. Kuşkusuz yeniden devreye girmeye çalıştıkları söylenebilir, ancak Türkiye sol hareketinin tarihinde bu kadar kısa sürede fiilen biten bir tartışma olmaması bu çabalarının da beyhude kalacağına işaret sayabiliriz.
Konumuz bu değil diye başlamamıza rağmen koca bir paragrafı buna ayırmış olmamızın bir nedeni var. Bu rezil anlayışın varlığı, solumuzda kimilerini bunların karşısında durmaktan ibaret bir tutum alışı politik varlık için yeterli saymasına neden oluyor, biz buna da yetmez diyoruz. Memleketin içinden geçtiği durum ve solun görevleri söz konusu olduğunda işin bu kısmı önemsiz olmamakla birlikte, siyasal tatmin nesnesi olarak kullanılmasının bir anlamı yoktur.
Yeri gelmişken bir kez daha ifade etmiş olduk, geçelim…
Bu yazının esas konusu ise yeniden devreye giren başkanlık tartışmaları.
Yeniden Başkanlık tartışması
Devlet Bahçeli’nin, büyük ihtimalle bir görev alarak, yaptığı konuşma sonrasında hızla yeniden bir başkanlık tartışmasına girmiş olduk.
Bu vesileyle tekrar edelim, Türkiye’de yalın anlamıyla bir başkanlık tartışması yoktur. Diktatörlüğe giden yolun son adımının başkanlık sistemi adı altında atılması planı vardır.
Bu tartışma Tayyip Erdoğan’ın sultanlık, halifelik arayışı, iktidarını tehdit eden tüm kuvvetleri yok etme çabasıdır. Erdoğan “ülkenin patronu” olma hayalleri kurmaktadır.
AKP/Saray rejimi, 15 Temmuz’da “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendirdiği darbe girişimi ardından aldığı cesaretle, OHAL ve KHK’larla, polis ve yargıyı kullanarak fiilen yürürlüğe koyduğu “tek adam yönetimini” anayasal bir statüye kavuşturma arayışında. Bu aynı zamanda AKP rejiminin de bir anayasal statüye kavuşması ve böylece Türkiye’deki rejim değişikliği sürecinin tamamlanması olacaktır.
Dolayısıyla mesele sadece kaçAK Saray’daki zat veya AKP ile ilgili bir mesele değildir. Sermaye sınıfının emekçileri daha rahat ve katmerli sömürebilmesi, servetlerine servet katabilmesi Türkiye’nin emperyalistler tarafından daha karlı bir kapı, daha bağımlı bir yapı haline gelmesi için de Başkanlıkla simgelenen değişimlerin hayata geçmesinde büyük fayda görülmektedir.
Tartışmalara dair es geçilen meselelerden birisi olduğu için daha belirgin yazalım, Başkanlık tartışmalarında kuşkusuz önemli bir yeri vardır ancak konuyu sadece Tayyip Erdoğan’ın kişisel ikbali ve ihtirası olarak değerlendiremeyiz, konu sınıflar mücadelesinin önemli bir başlığıdır
Yeni bir başlangıç için…
Tam bu aşamada, yakın geçmişte Türkiye solununun önüne gelen büyük fırsatları, üstelik esas olarak kendi zaaf ve hataları nedeniyle kaçırdığını hatırlamak durumundayız. Daha yakın geçmişe baktığımızda ise, özellikle darbe sonrası dönemde sahaya inme sorumluluğundan kaçan bir eğilimin belirgin biçimde hissedildiğini görüyoruz.
Sol, bu kez önüne gelen bu tarihsel görevi her ne olursa olsun ıskalamamalıdır.
Suyu bulandırmaya, lafı eğip bükmeye gerek yok, sol tüm gücü ve enerjisiyle hayır sesini yükseltip, saltanat özlemcilerine, hilafet sevdalılarına, halk düşmanlarına karşı mücadele etmelidir.
Daha önemlisi halkın bu mücadelesine önderlik etmenin, bu mücadeleyi büyütmenin yol ve yöntemlerine odaklanmalıdır.
Başlıktaki “yetmez ama Hayır” ifadesi en başta bunu vurgulamak için tercih edilmiştir.
Sadece başkanlığa Hayır demek yetmez ama şu aşamada bu tutumu açık, net, kesin bir biçimde politik mücadelesinin merkezine yerleştiremeyen sol yok hükmündedir.
Zorunlu ve devrimci bir görev….
Tekrarda fayda var, hayır tavrını bir bütün olarak düzeni sorgulayan, militan-meşru-kitlesel eylemli bir eksenden kuramayan sol, siyaset sahnesinin folklorik bir ögesi olmanın ötesine geçemez. Bu açıdan sol yeniden gündeme gelen başkanlık tartışmalarına, bir varlık-yokluk kavgası olarak da bakmak durumunda.
Ancak tam bu aşamada “yetmez ama Hayır”a yüklediğimiz bir anlamın daha altını çizerek bitirelim.
Bu son derece önemli bir görev, sadece zorunlu olarak yapılması gerektiği için yapılacak bir iş değildir. Konu, artık Türkiye’nin da varlık-yokluk meselesidir.
Kabalaştırarak yazıyorum, “nasılsa AKP/Saray kazanacak ama biz de işimizi yapmak zorundayız” diyerek geçiştirilebilecek bir süreçte değiliz. Kazanmak için dövüşeceğiz.
Sol, duruşuyla, diliyle, eylemiyle, kararlılığıyla emekçi halkın en geniş kesimlerini harekete geçirmeye ve bu kavgayı kazanmaya odaklanmalıdır.
Türkiye her koşulda yeni bir döneme girecektir, bu tarihsel dönemde yaptıklarımızın ve yapmadıklarımızın belirleyici olacağını hatırlatmak istedik.
Bu sefer hakkını vermek için hemen şimdi harekete geçmeliyiz.