“Biz bu filmi çok gördük” demenin tam sırasıdır.
Üstelik, filmde hangi tekniklerin kullanıldığını da biliyoruz. “Kesme”, “zincirleme” ve “kararma-açılma” tekniklerinin rejimin çekmekte olduğu filmde nasıl kullanıldığını kısa bir süre önce yazmıştık. Son olarak “açılan” sahne, “İnsan Hakları Eylem Planı” (İHEP) oldu…
Memnuniyet verici nokta, kimsenin, “Belki buradan bir şey çıkar” beklentisine kapılmaması, muhalefete dönüp “Canım siz de hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz”, “Hep niyet okuyorsunuz” gibisinden şeyler söylemeye kalkmamasıdır. Belirli kesimler açısından bu “gelişmenin”, sonunda ayakların suya ermesinden mi yoksa geçmişten gelip bugün kaldırılması gereken herhangi bir “vesayet” görememelerinden mi kaynaklandığını tam bilemiyoruz.
***
Yukarıda söylenenler saklı kalmak üzere, İHEP’in rejimin çektiği filmde nereye oturduğuna ilişkin bir değerlendirme yapabiliriz.
Ne kadar işe yarayacağından ve inandırıcı bulunacağından bağımsız olarak İHEP, başta Avrupa Birliği olmak üzere dışarıya yönelik bir sahne kurgusudur. Rejim, bugün geldiği noktada, Batı ile ilişkilerini yumuşatma ihtiyacı duymaktadır. ABD’de Biden dönemine adaptasyon, S-400 konusunda pazarlık arayışları, Macron’la yeni sayfa açma çabaları ve aslında gene AB’ye yönelik olmak üzere Doğu Akdeniz konusunda Mısır’la anlaşmaya kapı açılması verilebilecek örnekler arasındadır.
Bununla İHEP’in Batıyla ilişkileri yumuşatmaya yönelik bir adımdan ibaret olduğunu mu söylemiş oluyoruz?
Yani sadece bu mudur?
Bizce sadece bu değildir. İHEP, önümüzdeki yakın dönemde ülke içinde gündeme getirilecek, özellikle siyaset, siyasal partiler ve seçimlerle ilgili yeni girişimleri perdelemeye yönelik bir araç olarak düşünülmüştür. Yani, içerde muhalefetin bastırılması, HDP’nin siyaset sahnesinden bir şekilde silinmesi, bu arada örneğin İstanbul Sözleşmesi’nin rafa kaldırılması için her şey yapılacak, “Ne yapıyorsun?” diye soranlara da İHEP gösterilecek!
Tabiri mazur görün, ama böyle sorulması gerekiyor: Peki, yerler mi?
Bu sorunun yanıtına geleceğiz; ama önce meselenin özüne ilişkin birkaç söz söyleyelim:
Halihazırda var olan bir temelin üzerine konulacak şeyler olabilir; ama o temel yoksa/yok edilmişse “üzerine” diye konulacak şeyler havada kalacak, bunların gerçek hayatta hiçbir karşılığı olmayacaktır. Kısacası bugün Türkiye’de, insan hakları alanında yüzyılların ürünü olan evrensel birikim, yani temel o kadar oyulmuş ve aşındırılmıştır ki elde kalanın üzerine herhangi bir şey konulması büsbütün imkansız hale gelmiştir.
Bir lider, yurttaşlığı “icat edilen bir din” gibi görüyorsa daha fazla söze gerek var mıdır?
***
“Yerler mi” sorusuna gelince;
Eğer sofrada Avrupa varsa bal gibi yerler…
Bunun temel nedeni, Avrupa’nın, rejimi ne olursa olsun Türkiye ile ipleri hele hele “demokrasi” aşkına koparmayı kesinlikle göze alamayacak olmasıdır.
Temel neden budur; ama anlaşılan İHEP’i hazırlayanlar, Avrupa’nın özel hassasiyetlerini, en başta nerelere bakacağını, hangi sihirli terimlere alıcı olduğunu iyi bilmektedir.
Ne gibi örneğin?
Herhangi bir belgede sivil toplum ve sivil toplum kuruluşları sıkça geçiyorsa; sınıflar yerine dezavantajlı ya da kırılgan toplum kesimlerine atıflar varsa; şeffaflık ve hesap verebilirlik terimleri kullanılıyorsa, katılım ve yönetişim öğeleri vurgulanmışsa; işin izleme, değerlendirme ve raporlama yönleri dikkate alınmışsa; amaçlar, hedefler ve etkinlikler dökümü yapılıp üstelik bunların hepsi bir de zamana bağlanmışsa bilin ki Batıda bunu yiyenler çıkacaktır…
Yanlış anlaşılmasın: Yukarda örneklenen terimlerin ve kavramlarının hepsinin boş ve değersiz olduklarını söylemiyoruz; ne var ki o kadar klişeleştirilmiş, içleri o kadar boşaltılmıştır ki isteyenin her niyete yiyebileceği muz olup çıkmıştır.
Sonuçta, Batı ya da Avrupa neyi isterse yesin; önemli olan, bizde yenmemesidir.