Dönemin ya da “zamanın ruhu” ile insan arasındaki ilişki, yalnız romanların, sinemanın değil, sınıf mücadelesinin ve siyasetin de konusudur.
“Dünya bir gündür; o da bugündür!” Dünsüz ve yarınsız bir dünyayı anlatan, her türlü toplumsal amacı, mücadeleyi, bunlara bağlanmayı yadsıyan bu deyişin, tüketim budalası hazcı bir kapitalistin yanı sıra, çaresizliğine kişisel ve anlık çare arayan bir proleter-yoksuldan da duyulması rastlantı olmasa gerek. Toplumsal bir varlık olan insanın, toplumsal-siyasal süreçlere bu ölçüde yabancılaşması, tarih bilincinden yoksunluğu günümüzün en önemli sorunlarından biridir.
Bunda, daha önceki iki yüzyılda dünyayı etkileyen, insanın yaratıcılığının, kendi yazgısını ele alma, toplumu değiştirme irade ve eylemliliğinin ifadesi olan, başta sosyalizm “büyük anlatılar”ın toplumsal değer yitirmesinin, sosyalizm denemelerinin tersinmesinin, küresel sermayenin emeğe yönelttiği ekonomik-siyasal taarruzun yıkıcı sonuçlarının çok önemli payı var.
Durumu daha kökten değiştiren ise üretim, emek ve iletişim süreçlerindeki yeniliklerdir.
Bu yazı için, kısaca sonuncusu üzerinde duralım.
Günümüzde insanlar arasındaki ilişki ve iletişimin hem araç ve ortamları, hem de bunlara bağlı olarak biçim ve içerikleri büyük bir hızla değişiyor.
Günümüzün en önemli iki bilgi-enformasyon- iletişim aracı televizyon ve internettir.
Televizyon, vericinin üretken ve aktif, izleyicinin edilgen olduğu tek yanlı bir bilinç üretim aracıdır. Eskimekle birlikte, önemini ve işlevini sürdürüyor.
İnternet ağına bağlı bilgisayar/akıllı telefon üzerinden iletişim ise, yeni olanaklarla birlikte yeni sorunlara kaynaklık ediyor. İnternet, bir yandan, mekân ve zamandan bağımsız biçimde, herkesin herkese ve bilgiye ulaşabileceği, interaktif, ağ tipi iletişim ortamları sağlıyor; böylelikle tüm toplumsal süreçlere bireysel-kolektif katılım ve katkıyı da olanaklı hale getiriyor. Öte yandan, gerçek yaşamda insanları yalnızlaştıran, insan insana, yüz yüze iletişimi zayıflatan bir rol oynuyor. İnternet ağları ve medyası, başta devlet, örgütlü güçlü öznelerin denetim ve yaptırımlarına, manipülasyonlarına açık. Doğrudan kitlesel eylem yerine “sosyal medya” mesajlarının ikame edilmesi başka bir problem. Değinmeden geçmemek gerekiyor; çoğaltılma “maliyeti” sıfır ürün ve hizmetler üzerindeki kapitalist mülkiyet dayatması güçlü bir karşı hareket birikimi, potansiyeli yaratıyor.
***
Günümüzde öne çıkan bir başka gelişme, kapitalist sınıfın, on dokuzuncu yüzyılın burjuvazisinden farklı olarak, siyaseti toplumsallaştıran, kurduğu geniş sınıf ve katmanlar koalisyonuyla farklı sınıf ve katmanları siyasete çeken bir siyasal sınıf olmaktan uzaklaşmasıdır. Kapitalist sınıf, siyaset yetkisini oligarşik erk eliyle kullanan, varlığı ve ufku küçük bir azınlığın doymak bilmez çıkarlarıyla daralmış bir sınıftır. Sermaye egemenliğinin önemli rıza ve onay araçları olan genel oy/genel seçim/temsil düzenekleri, en başta bu nedenle geleneksel işlevlerini yerine getiremeyecek ölçüde araçsallaşmış, kitleler açısından aynı ölçüde inandırıcılık ve güven kaybına uğramıştır.
Bu gelişmeler sermaye düzeninin sürdürülmesinde siyasetin üstlendiği işlev ve biçimlerde de değişikliklere yol açmaktadır.
Özetin özeti olarak, bu değişikliklerin tüm düzen partileri için niteliksiz, kitlesiz, medyatik, hiyerarşik, oligarşik bir siyaset tarzı yönünde olduğunu söyleyebiliriz. Siyaset, ülkenin gerçek sorunlarından, sınıf taleplerinden, yerel dinamiklerden, gündelik hayattan, genel olarak toplumdan kopuk bir etkinlik haline geliyor. Görece örgütlü, yerel önderleriyle vb. geleneksel partiye en çok benzeyen AKP’nin, son birkaç yılda, düşünen, karar veren, konuşan tek öğesi lideri olan bir yapıya dönüşmesi çarpıcı bir örnektir. “Metal yorgunluğu” denilen şey, aslında, işlemeyen, işlevsiz kalan organların canlılığını yitirmesidir.
Sermaye sınıfı, siyasal partileri ve siyaseti içi boş bir kabuk haline getirmiş, topraktan, toplumdan beslenen kitlesel, örgütlü siyaset damarlarını kurutmuştur.
***
Burjuva siyasetteki kuruma ve tıkanıklığın toplum üzerinden solu da etki alanına aldığını görmemiz gerekiyor.
Siyasetin “bağzı şeyleri” olsun değiştireceğine inancın yitirilmesi, düzene ve bugünkü iktidara karşı olanların “siyaset”ten uzak durmaları günümüzün ve aynı zamanda solun önemli, iki uçlu bir sorunudur. Uçlardan biri, değindiğim değişikliklerse, öteki bunları algılayıp yenilikçi yanıtlar veremeyen tutuculuktur.
Tutuculuğu yenmek için yapılması gereken çok şey var. Bunların başında ise, komünist-devrimci hareketin katılımcılarını özne haline getiren bir kültürleşme atılımı geliyor.
Sol ve komünist hareketin, toplumda yeni bir heyecan ve enerji yaratacak, siyasete yeniden ilgi kazandıracak bir atılım gerçekleştirmek için sermaye düzeninin karşısına, tarihsel-toplumsal sorunlara da çözümler getiren antikapitalist-komünist bir sınıf programıyla çıkması, bir yandan da devrimci siyaseti toplumsallaştırmanın yeni yol, yöntem, eylem ve örgütlülük biçimlerini yaratmak için 17 Aralık’ta İstanbul’da Birleşik Emek Koordinasyonu Girişimi’nin düzenlediği işçi toplantısı örneğinde olduğu gibi denemekten, girişmekten uzak durmaması gerekiyor.