Gezi’den bu yana beş yıl geçmiştir. İşaretleri belirginleşmekte, Türkiye’de yeni bir sol duruş şekillenmektedir…
Bu duruşun temsilcileri arasında gençlerin belirli bir ağırlığı olabilir; ama yalnızca onlar değildir. Geçmişteki aidiyet ya da yakınlıklarının daha ötesine bakanlar, yaşamlarında ilk kez çözümü bir tür sol çıkışta arayanlar da bu geniş kesime dâhildir.
“Sol duruş” diyoruz; neyi kastediyoruz?
Tanımlayıcı öğelerinden eşitlik, özgürlük, adalet, laiklik, demokrasi vb. elbette gene vardır; ama bugünkü sol duruşun bunların hepsini kucaklayan asıl karakteristiği, öfkenin, reddiyenin ve arayışın damgasını vurduğu bir değişim beklentisidir.
Devrim, henüz gündemde değildir ya da istenilen değişim ile devrim arasındaki bağlar henüz kurulmamıştır. Başka türlü söylersek, “bir şeyler değişecek ve devrim olacak” düşüncesi, “devrim olacak ve her şey değişecek” düşüncesine çok daha ağır basmaktadır.
Bu nedenle daha ötelere gitmeden “sol” diyoruz ve “duruş” diyoruz.
Başka?
Soldaki pek çok yapılanmanın gündeminden eksik olmayan, örneğin Stalin-Troçki kavgaları, Komintern’in 1919-43 dönemi politikaları, yıkılan sosyalist sistemin eğitim ve sağlık gibi alanlardaki başarıları ya da başka bir açıdan bakılırsa Mustafa Kemal’in Çanakkale savaşındaki rolü gibi başlıkların bu yeni sol duruşta fazla ağırlığı yoktur.
Türkiye sosyalist hareketinin geçmişteki önemli isimleri yeni sol duruşta zamanındaki siyasal çizgileriyle değil başkaldırmaları ve “denemiş olmalarıyla” simgesel değere sahiptir.
Yeni sol duruş, en kritik uğraklarda bile felaket tellallığına ve abus (somurtuk) suratlı bir muhalefete ısınamamakta, dün Gezi, bugün Selahattin Demirtaş ve Muharrem İnce örneklerinde görüldüğü gibi belirli bir mizah anlayışına daha yakın durmaktadır.
Beğensek de beğenmesek de böyledir ve düpedüz sol bir duruştur.
Üstelik 24 Haziran sonuçları ne olursa olsun varlığını sürdürecektir.
Asıl soru, sosyalist yapılanmaların bu sol duruşla nasıl ilişkileneceğidir.
***
Bir kez daha 60’lara ve 70’lere dönecek olursak, o dönemlerdeki sol/sosyalist yapılanmaların gene aynı dönemlerdeki sol duruşları yüzde 90 oranında temsil ettiğini söyleyebiliriz (o kadar ki 1970’lerde aidiyeti tespit ve teşhis edilemeyen sol duruşlara UFO gibi bakılır, bunlara ÇBS-çizgisi belirsiz siyaset- denirdi).
Bugünkü mevcut sol yapılanmaların sol duruş temsil kabiliyeti ise az önceki oranla karşılaştırıldığında yerlerde sürünmektedir.
Pek çok etmenden söz edebiliriz.
Örneğin, sözünü ettiğimiz geçmiş dönemlerde Türkiye’de sınıf hareketi olgusu vardı; sınıf hareketi sol duruşa kaba rendesini atıyor, planya-perdah işleri de sosyalist yapılanmalara düşüyordu.
Bugünse ülke ölçeğine damgasını vuran, az çok bütünlüklü bir sınıf hareketinden söz edemiyoruz. Kendiliğindenliğin daha ağır bastığı bir süreçte ortaya çıkma ihtimali büyük olsa bile oturup beklenemez. Gerçek bir sınıf hareketinin sosyalistler tarafından yaratılması da mümkün olmadığına göre en doğrusu, yükselen genel toplumsal muhalefet dalgasının sınıfı da tetiklemesine sağlayacak çalışmalardır.
Sonra, yeni sol duruş temsilcilerinin örgütsel bağlanma/aidiyet eğilim ve tercihlerinin zayıf kaldığı da söyleniyor.
Doğruysa (ki öyle görünüyor); işte bu konuda yapılabilecekler vardır.
Sosyalist hareket, yaklaşık 20 yıl boyunca “liberal tasallut” karşısında iç tahkimata özel ağırlık tanımıştır. Böylece, belki de kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya bir “iç dünya”, örgüt içi ilişki ve süreçlerin dış dünyadan ve yaşamdan önemli ölçüde koptuğu bir mikrokozmos çıkmıştır.
Çaresi, yeni sol duruşa en başta siyasetle gitmek, siyasetin hemen arkasında mutlaka gerekli olan ideolojiyi ve örgütü ise ilk baştaki zeminin ötesinde yeniden ve yeniden üretmeyi kabullenmektir.
***
Yeni sol duruş liberal mi?
Ya HDP bu yeni sol duruşu olduğu gibi temellük ederse (kendine mal ederse)?
Bu tür soruları kafaya fazla takanlar, bir nesnellik olarak ortaya çıkan, ama ne liberalizmin ne de Kürt siyasetinin nüfuz edemeyeceği kadar “arınık” başka bir sol duruş bekleyip dursunlar…