2021 yılının tamamlanmasına az kalmışken Türkiye’nin ve ülke solunun önünde yeni bir dönemin açıldığı söylenebilir.
Bu tespit, son 20 yıla damgasını vuran AKP iktidarı ile birlikte 40 yıllık neoliberal yeniden yapılanmanın hem kendi kendini yönetme hem de konsolide kitle desteği bakımından zorlandığı ve daha da zorlanacağa benzediği bir döneme girmiş olmasından kaynaklanıyor.
Burada, neoliberal yapılanmanın alternatifi, AKP’nin yerine iktidar adayı olduğunu söyleyenlerin böyle bir alternatifi temsil edip etmedikleri şimdilik gündemimiz değil. Sadece, şöyle ya da böyle, tam bir şekle ve içeriğe kavuşması mümkün görünmeyen, kitlesel bir hoşnutsuzluk ve yeni arayış potansiyelinin varlığına işaret ediyoruz.
***
Neoliberal yapılanmanın 40 yıllık bir geçmişi varsa, sosyalist düşüncenin ve pratiğin de (ülke sathına yayılma açısından) 60 yıllık bir geçmişi vardır.
Gündemdeki asıl konu ise, sosyalist düşünce ve pratiğin, bu yeni dönemi ya da açılacak yeni sayfayı nasıl, nelere dikkat ederek, nerelere özellikle yüklenerek karşılaması gerektiğidir.
Yaşanan 60 yılın geride hiçbir birikim bırakmadığı, bilinen ne varsa hepsinin unutulup “yepyeni” arayışlara yönelmek gerektiği kanısında değiliz. Sosyalist hareket açısından “süreklilik-kopuş” diyalektiğinde “kopuş” vurgusu 1990’larda denenmiş, herhangi bir yararı görülmemiştir.
Dolayısıyla gündemimiz, süreklilik başat olmak üzere, sosyalizmin açılan yeni sayfada özellikle dikkat etmesi gereken belirli bir ideolojik yönelime ilişkindir.
Bu ideolojik yönelim, milliyetçiliktir.
***
Türkiye’de sosyalist düşünce yaklaşık çeyrek yüzyıl hep liberal virüsle boğuşmuştur. Gerçekten de süper taşıyıcıları dahil taşıyıcı sayısı ve enfeksiyon oranı açısından basbayağı ciddi bir virüstü.
Bitmediğini, etkisini hala sürdürdüğünü düşünenler olabilir; ancak, bu meşhur virüsün onun kadar tehlikeli bir başka virüsü gölgeye ittiğini, kimi durumlarda ise neredeyse “akladığını” görmezden gelemeyiz.
Kısacası, bugün sosyalizmin karşısında, taşıyıcıları ve enfeksiyon oranı hiç de küçümsenemeyecek bir milliyetçilik virüsü vardır.
İşin can alıcı noktası ise liberal virüsün etki alanı eskisine göre nispeten daralırken milliyetçilik virüsünün günümüzün bir gerçekliği olan küreselleşme milliyetçiliği bağlamında kendini sürekli yeniden üretebilmesidir. Dahası, solun en hassas noktaları arasında yer alan bağımsızlık ve anti-emperyalizm gibi ilkeler milliyetçilikle kolayca harmanlanabilmekte, melezleşebilmektedir.
Bir ek daha: AKP bir çıkış yolu arıyorsa, konjonktürel bir seçim başarılı peşindeyse, başvuracağı başat söylemin artık liberalizmin herhangi bir varyantı değil milliyetçilik olacağı kesindir.
***
Bu virüse karşı ne mi öneriyoruz?
Tek başına yeterli olacağını düşünmesek bile başlangıç için iyidir:
Bölgede işgal ettiği konum icabı Türkiye’nin Sorosçuların yılın 12 ayı at oynattığı, dış güçlerin her tür meşgaleyi bir yana bırakıp “mavi vatan”ı engellemekle uğraştığı, yaz aylarında orman yangınları çıkarıp sonbaharda TL’nin değeriyle oynadığı, herkesin “Nasıl yapsak da bölsek” diye yollar aradığı “çok, ama çok özel” bir ülke olduğu düşüncesinden tamamen kurtulmak…
“Bu ön kabul olmadan bağımsızlığı nasıl savunacağım, anti-emperyalist mücadeleyi nasıl vereceğim?” diye düşünen varsa…
Siz hele şu düşünceden bir kurtulun, ötesine biz yardımcı oluruz…