Yeni Osmanlı’da Sülün Osmanlık

Sülün Osman bir zamanların ünlü dolandırıcısıydı. 

50’li yıllarda İstanbul’da Galata Kulesi, vapur gibi kamu varlıklarını gözüne kestirdiği yurttaşlara “satar”, yolunu böyle bulurdu. 

Sülün Osman’ın dolandırdığı kişilere hangi sıfat uygun düşer? 

“Aptal”, “enayi”, “cahil”, “saf”?  

Tercih sizindir; herhangi biri ya da hepsi olabilir. 

***

Bugün insanları Sülün Osman tarzında dolandırmak pek mümkün değildir. 

Ancak günümüzde “maddi varlık” değilse bile öyle boş beklentiler ve temenniler vardır ki bunların satıcıları da alıcıları da hiç tükenmez. Dahası, ne satıcılar bildiğimiz anlamda dolandırıcı, ne de alıcılar aptal, cahil ya da saftır.  

Örneğin, deneyimli gazeteci Sedat Ergin’in referandum sonrası değerlendirmesi şöyle:  

“Buradaki kritik mesele, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın referandumla elde ettiği siyasi gücü kendisiyle mutabık olmayan ülkenin diğer yarısı karşısında ne şekilde kullanacağı sorusunda düğümleniyor. Erdoğan ‘hayır’ın verdiği mesajı dikkate alarak uzlaşıya yönelen birleştirici bir dile mi yönelecek, yoksa ‘Kazanan her şeyi alır’ anlayışıyla bu kesimi tümden yok mu sayacaktır. Bu sorunun yanıtı Türkiye’de toplumsal barışın ve siyasi istikrarın geleceği bakımından da büyük önem taşıyor.” (Hürriyet, 18 Nisan 2017). 

Ergin elbette dolandırıcı değildir. Pek çok şeyi bildiği halde Erdoğan’ın “uzlaşıya yönelen bütünleştirici bir dil kullanması” gibi bir ihtimalden söz edebilmesi, çalıştığı medya kuruluşunun rejimle kurmaya özen gösterdiği dengelere bağlanabilir. Meramı, “en akılcı görüneni söyleyelim de günah bizden gitsin” olabilir. Ancak, yazdıklarını okuyup “sahi ikincisi olsa ne iyi olur” diyecek çok insan çıkacağından, durum son tahlilde Galata Kulesi satışından pek farklı değildir. 

Peki, “Erdoğan öyle değil de böyle yapsa ne iyi olur” diyen insanlar aptal ya da saf mıdır?

***

Cumhuriyet tarihinin en büyük siyasal ve ideolojik Sülün Osmanlığı 2002 ile 2012 yılları arasındaki 10 yılda gerçekleşmiştir. 

Sülün Osman şunu demiştir: Türkiye’de toplumun çoğunluğunu muhafazakâr-Müslüman kesim oluşturuyor… Üstelik bu kesim öyle fanatik, radikal İslamcı, şeriatçı falan da değil… Cumhuriyet’in bu kesime uyguladığı baskılar kalkıp aynı kesimin toplumsal, siyasal ve kültürel yaşama eksiksiz katılımı sağlanırsa demokrasi gelişir, güçlenir…  

Ama sonuç hiç de öyle olmamıştır.

“Tamam, bu Galata Kulesini alıyorum” diyenler hüsrana uğramıştır. 

Sülün Osman “anonimliğinde” oyunbazı, dolandırıcısı kuşkusuz vardır; ama başkaları, bugün nedamet getirenleri de… 

Bu sonuncular aptal mıdır, cahil midir, saf mıdır?

10 yıllık bir yanılsamanın salt cehalet ve ahmaklıkla açıklanması biraz zorlama olacaktır.  Daha temel denebilecek bir açıklama öneriyoruz: “Diyalektik bütünlük” kavrayışından en elementer düzeyde bile yoksunluk… Bu bağlamda üzerinde hiç durulmamış olan soru şudur:  Agresif, fanatik, şeriatçı vb. özellikler taşımadığı düşünülen muhafazakâr-dindar kesimin bu “hali”, 1923 Cumhuriyet’inin, onun getirdiği kör topal da olsa aydınlanmanın, laikliğin ve modernliğin sonucu olamaz mı? 

Birileri Cumhuriyet’le topyekûn hesaplaşacağım dediğinde ve bu yönde fütursuz çıkışlar yaptığında, o pek çok olumsuzluktan münezzeh olduğu düşünülen kesimin kendi bütünlüğüyle hep önceden varsayılan konumda kalacağının garantisi var mıdır?   

Yani şu Pandora’nın kutusu bize hiç mi uğramamıştır? 

Sağın kendi sağını denetim altında tutma kapasitesinin tarihsel ve evrensel olarak her yerde sınırlı kaldığı gerçeği birilerine çok mu yabancıdır? 

***

Yukarıda anlatılanlar, Kürt hareketi ve siyaseti için de geçerlidir.

Dört coğrafya içinde en çağdaş, en ilerici hareket Türkiye’de ise, bunda Cumhuriyet’in getirdiği (bir kez daha eksikli de olsa) aydınlanmanın, modernleşmenin, sekülerleşmenin ve bunların en ileri temsilcisi olan Türkiye sosyalizmiyle yakın ilişkilerin hiç mi payı yoktur?

Yok, bunların hepsini sıfırlayıp boş bir sayfaya yepyeni olanı yazacağız denirse, söylenebilecek olan ne yazık ki düzen ağzına benzeyecektir: 

“Atı alan Üsküdar’ı geçti…”