“Yeni” olandan ürkmek yerine

Genelde de öyle, ama özellikle Türkiye solunun son dönemlerinde “yeni” kadar kötüye kullanılmış başka bir sözcük bulmak güçtür. 

Bir solcunun “bak bu yeni” diye gösterilen ne varsa hepsine balıklama atlaması ne kadar bir zaafın işaretiyse, bir başka solcunun “yeni” olan her şeyde bir sapkınlık, genellikle “liberallik” araması da o kadar bir kütlüğün ifadesidir.

Bu işin bir çıkar yolu yok mu?

“Yeniyi” nerede arayacağız? Nerede “eski” değilse bile geleneksel, yerleşik, oturmuş bir mirasa başvuracağız? Bunun ayracı nedir?

“Yeni” denilen şeylerden oluşan uzun bir liste yapıp bu listedeki her kalemin karşısına “kabul edilebilir” ya da “kabul edilemez” anlamına gelen işaretler koymak ne akıllıca ne de mümkün olacağından başka bir çözüm aramak gerekiyor. 

***

Bu noktada, geçenlerde yayınlanan bir yazıya (Marksist Kimlik ve Bir Öneri-İleri, 19 Nisan, Salı) atıfta bulunup Marksist yöntemi yardıma çağıracağız: Soyuttan somuta ve somuttan soyuta giden yollar…

Söz konusu yazıda soyuttan somuta giden yolun başı şöyle tarif edilmişti: Sınıflar mücadelesi… Kapitalist birikim süreçlerinin belirli dönemlerdeki özgül biçimleri ya da modelleri… Bunların belirli bir toplumsal formasyona yansıması ve orada cisimleşmesi…

Burada “yeni” var mıdır?

Vardır; ama böyledir diye hiç ürkmemek gerekir…

Yeni olan, üretim süreçlerinin eskisine göre çok daha fazla parçalanmış olmasıdır…

Yeni olan, “arz zincirleri” denilen olguyla birlikte parçalanmış üretim süreçlerinin çok daha geniş mekânlara yayılması, böylece “mekâna egemenliğin” kapitalist egemenliğin olmazsa olması haline gelmesidir…

Yeni olan, işçi sınıfının değişen bileşimidir…

Yeni olan, her daim sürüp giden sınıf mücadeleleri ile sınıf hareketi arasındaki bağların eksisine göre gevşemiş ve dolaylılaşmış olmasıdır…

Ancak, bu “yenilerden” ürkmeyi gerektiren bir durum yoktur. Çünkü bu düzlemde görülen her “yeni”, yola çıktığımızda elimizde olan çerçevenin, yani eğer öyle denecekse “eskinin” içinde bir yere uyar, oraya oturur, onunla anlamlandırılabilir.  

Eğer böyle olmasaydı, yani önümüzdeki “yeniler” elimizdeki çerçeveye sığmasaydı o zaman gerçekten Marksizm’in “geçerliliğini yitirdiğini”, “günümüzü açıklamakta yetersiz kaldığını” söyleyebilirdik.

Böyle değildir ve bu nedenle “yeni” olandan ürkmek için herhangi bir neden yoktur.  

***

Marksist yöntem ve onun “soyuttan somuta” izlediği yol konusunda kritik bir noktaya gelmiş oluyoruz.

İddiamız şudur: Soyuttan somuta giden yolda, o yolun en sonuna, “en somuta”, “en özele” ya da “en yerele” kadar devam etmek mümkün değildir. Devam etmeye kalkarsak, bir zamanlar İç Anadolu’da Tuz Gölü’ne dökülen akarsularda olduğu gibi bir yerlerde kaybolur gideriz. Soyuttan somuta giden yol, bizi en güncel, en özel, en yerel vb. olana değil, aradaki bir yere, toplumsal formasyon dediğimiz düzleme taşımak içindir.

Ya sonrası?

Sonrası, somuttan soyuta, özelden genele, yerelden daha geniş ölçeğe götüren yolu izlemektir.

Öyle ki soyuttan somuta doğru yolculuğumuzda ulaştığımız yere, bu kez somuttan soyuta yol alarak ulaşabilelim.

İşte, bu ikinci yolculukta “yeni” gibi görünen de gerçekten “yeni” olan da çok daha fazla karşımıza çıkacaktır.

Örneğin:

İşçi sınıfı nasıl bir sömürüye maruz kaldığının belki 60’lardaki ve 70’lerdekine göre daha fazla farkında, ama…

Gençlik, siyasete ilgi ve siyasal duyarlılık açısından 12 Eylül döneminin ruh halinden sıyrılmış gibi görünüyor, ama…

Gezi çok büyük bir olaydı, ama…

Kadınlar geçmiştekine göre çok daha ciddi bir potansiyeli temsil ediyor, çevre duyarlılığı bugün düzen karşıtı mecralara yönelebilecek kadar diri, ama…

Eğer pek çok olumluluğu sonuna ancak bir “ama” koyarak sıralayabiliyorsak, burada gerçekten “yeniye” ihtiyaç vardır ve bu “yenilerden” korkmak, ürkmek, “aman ha ”demek kadar büyük bir yanlış olamaz.     

Yeninin aranacağı ve deneneceği yer de örgütlenme alanıdır.

“Leninist”, “öncü” ya da “Bolşevik” örgütlenmeden bahsetmiyoruz; o zaten elde var bir.

“Dış halkalardaki” örgütlenmeden bahsediyoruz.

İşte burada her tür “yeninin” denenmesinde yarar vardır.

Unutmayalım: Bilinçlenme-hareketlenme-örgütlenme mutlak bir sıralama değildir.

En sonuncusunun en başa konulmasını gerektiren durumlar da vardır.

“Yeniyi” deneyeceksek, bunun için deneyelim…