Yeni gericilik, sahte put yıkıcılar ve kadınların mücadelesi   

Aslında bir kez “aydınlanmacı despotizme” karşı “evrensel olan” reddedildiğinde; baskı ve sömürü gibi büyük nedensellikler köhne, “ahlakçı” üst anlatılar olarak kenara itildiğinde, her türlü norm parçalanmak üzere masaya yatırıldığında, kadınların payına düşen, imam nikahının, burka giymenin, “çocuğun rızasının”, “kültürel özgürlük” olarak savunulabilmesi oldu.

Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Böyle günler bize daha genel/global bir perspektiften olan bitene bakmak anlamında bir olanak da sunuyor.

Global bütüne baktığımızda ise gündemde olan “yeni bir gericiliktir”. Hatta Rusya-Ukrayna savaşı ile bağlantılı olarak, bu dönemi “yeni soğuk savaş” adıyla niteleyenler vardır.(1)

Bu “yeni gericilik” elbette bugün oluşmadı.

Yine de işin özü şu ki neoliberalizmin emeğe ve kadına saldırı politikaları, tek adam rejimleri ve savaş siyasetleri eliyle sürdürülürken, “yeni gericilik” bir ana hat olarak belirginleşiyor. Bu hattın izlerini sürmek mümkün. Bahsettiğimiz, yeni sağ muhafazakarlık ile “woke” kültürcü duyarlılık aktivizmini, tek adam rejimleri ile kimlikçi-kesişimci siyasetleri, egemenlerdeki “Trump ruhu” ile neoliberal ilerici Treudau’yu birleştiren bir hat.  

Bu hattın nasıl örüldüğü sır değil ama sıklıkla unutuluyor.

Lanetlenen Aydınlanma ve Fransız Devrimi, Avrupa’da isteyenler için Şeriat mahkemelerini, nekrofili ve ensest ilişki özgürlüğünü savunan liberaller, ABD akademisinde pedofilinin “cinsel yönelim” sayılması gerektiğini anlatan girişimler, kadınlara baskı politikalarının ‘yerel kültür’ olarak kutsanması, her türlü normu yıkmaya ant içmiş bilim karşıtları, biyoloji ve evrimin reddedilmesi, komplo teorileri ile siyasetlerini konsolide edenler…

Aslında bir kez “aydınlanmacı despotizme” karşı “evrensel olan” reddedildiğinde; baskı ve sömürü gibi büyük nedensellikler köhne, “ahlakçı” üst anlatılar olarak kenara itildiğinde, her türlü norm parçalanmak üzere masaya yatırıldığında, kadınların payına düşen, imam nikahının, burka giymenin, “çocuğun rızasının”, “kültürel özgürlük” olarak savunulabilmesi oldu.

Belli ki ezberler buralardan bozulacaktı.

Evet, ezberler bozulacak, tüm normlar yıkılacak, kutsal inekler kesilecekti.

Ezberler bozulacaksa, büyük kısmı insan kaçakçılığına, kadınların ve çocukların seks köleliğine dayanan fuhuşu, “seks işçiliği” kavramıyla kodlamak, “büyük hesaplaşmanın” sonuçlarından biri olacaktı.

Normlar yıkılacaksa, “seks işçiliğinin” bir tür sanat olduğu kabul edilecekti.

Üst anlatılar reddedilecekse, kadınların bilgisayar başına geçip Onlyfans gibi uygulamalara pornografik içerik üreterek para kazanması bir “güçlenme hikayesi” sayılacaktı.

Ezberler bozulacaksa, kadın kavramındaki “biyolojik faşizmle” hesaplaşılacak, onların “vulvalı insanlar”, “rahimli bireyler” olduğu kabul edilerek, zihinlere yerleştirilen Auschwitz’ler yok edilecekti. (2)

İşin ilginç yanı, ağırlıkla Kuzeyli, Avrupalı bu “liberal” içerikler, tüm bu hesaplaşmalar ve ezber bozmalar bizi getire getire daha fazla “dinselleşmiş bir dünyaya” getirdi.  

Türkiye için konuşursak zaten AKP rejimi, gericilik ve dinselleşmenin bütün katı anlamlarını hayatımıza soktu.  Ama bahsettiğimiz “norm yıkıcılar” da aynı yıllarda hayatımıza girdi. Hatırlanacaktır, bir dönem “siyah güzeldir”, “İslam güzeldir’ mottosuyla kafa tutulan şey asimilasyoncu modernizmdi. Cumhuriyet “batılı olmayan” kadını baskı altına almaya çalışırken; “yerli ve sahici bir modelde”, örtünme, ceza hukuku, haram ve helal, kadınların da öznesi olduğu bir zemin olacaktı. Dahası Cumhuriyet, örneğin akraba evliliklerini karşısına alarak insanların toplum ve cemaat olma yetilerini bozuyordu.(Palu ailesi için söylenmişti) Normlar parçalanacaksa, akraba evlilikleri bile savunulabilirdi.

Yine “laikçi teyzenin” şeytani bir unsur olarak öne sürülmesini de hatırlayalım. Büyük bir hesaplaşma olacaksa, dip boyası gelmiş, yaşlı ve de öfkeli “laikçi teyzenin” ipliği pazara çıkarılmalıydı. Dahası rejim, imam nikahı ve “küçüğün rızası” dediğinde, put yıkıcıların olanca iştahla “ergen cinselliğini” gündeme getirmesi tam da bu ortamda mümkün oldu.

Laikçi teyze gündemden düşünce yerini feministler aldı. “Ezan ıslıklayan allahsız feministler” söylemine ancak bu ortamda cüret edilebildi. Yıllar içinde “kadın özne” çeşitli biçimlerde kuşatılmaya çalışıldı. Dinselleşmiş siyasal-ideolojik evrenin bütün tonlarını burada görmek mümkün.

Bir ana eğilimden bahsettik. “Daha fazla dinselleşmiş” bir dünyada yaşıyoruz.

Daha fazla dinselleşmiş bir dünya ya da “yeni gericilik”, otomatik çağrışımının aksine kadınları yalnızca laiklik kavgasına, özgürlük kavgasına çağırmıyor; kadınları materyalizme, emek sorunlarına, emeğin cinsiyetli çatışmalarına da çağırıyor.

Evet, kadınlar özgürlükçülüğün, isyanın, türlü dolayımlarını, dışavurumlarını yıllardır sergiliyor. Bu reddedilemez. Bir yazımda, eleştirilen kimi 8 Mart afişleriyle ilgili şunları ifade etmiştim:

“Kadın dölyatağı olarak görülüyorsa, en az üç çocuk deniliyorsa haftada en az üç orgazmdan bahsetmek neden politik bir espri olmasın?

Tuzluğu uzatmadı, Facebook hesabı açtı, gece dışarı çıktı diye kadın boğazlanıyorsa, erkeklere pürüzsüz bacaklar sunmaya, ağda yapmaya değil de neden kendimizi savunmaya yönelmeyelim?

Namus diye öğrenci yurdunun yangın merdiveni kilitleniyorsa neden ‘Lilith’in sürtüğü olmak’ anlamlı olmasın?”(3)

İşte özgürlükçülüğün, isyanın bu kodları, “yeni zamanın put yıkıcıları” tarafından bir “postmodern durum” anlatısına dönüştürülmesin, karnavalesk bir ortamın parlayıp sönen pullarına benzetilmesin deniyorsa, “kendiliğinden isyanın” emek, beden, materyalizm, ataerki gibi eksenlerle ve “üst-anlatılarla” kuşatılması gerek.

“Namussa” konu, “taşra ahlakının” ötesini, örneğin tacizci amirleri Kod29’la savunan işyerlerini hedef alacağız.

Kendimizi savunacaksak, hamile kaldı diye işten atılan, aynı işi yapsa da daha az ücret alan, mobbingle susturulan kadını önümüze katacağız.

“Kadınlar vardır” diyeceksek sözümüz, şirketlerin reklam yüzünün üstüne çıkacak; tezgahların berisindekilere, tuvalet hakları bile engellenen kadınlara uzanacak.

Çalışan kadınların yüzde altmışının asgari ücret aldığı bir ülkede, “dolapta zıkkımın kökü var” diyeceksek bu sözü “para babalarına” da ulaştıracağız.

Örnekler çoğaltılabilir ama özeti şu ki yeni gericilik de sahte put yıkıcılar da ancak böyle bir bütünsel hat ile püskürtülebilir.


KAYNAKLAR

1-https://ilerihaber.org/yazar/sosyalizmin-ayar-verme-zorunlulugu-uzerine-137649  

2-Norm yıkıcılık denildiğinde ibretlik bir hikaye, Agamben’in, ‘normal’ yapıların yolunun her zaman, aksi düşünülemez biçimde Auschwitz’e çıktığını iddia etmesinde vardır. Bir anarşistin aşı karşıtlığı türünden sağ komplocu fikirlerle buluşması “norm yıkma” ile başlamıştır.

https://vesaire.org/giorgio-agamben-ne-oldu-covid/

3- https://sendika.org/2018/03/orgazmli-vibratorlu-surtuklu-8-mart-sulandiriliyor-mu-ebru-pektas-ileri-haber-480149/