Yazarsız gençlik

Turgenyev’in unutulmaz romanı Babalar ve Oğullar’da iki yakın arkadaş, Bazarov ile Arkadi’nin yollarının ayrıldığı bir sahne vardır. Romanın maddeci kahramanı Bazarov, eski düzenin bütün değerlerini reddetmek için nihilizmi göze alır. Feodalizmin yaşam anlayışıyla bütün uzlaşma yollarını teper ve gerekirse kendi duygularıyla çatışmaya girer. Âşık olur ama bunu kabullenemez; “bir defa her şeyi biçmeye karar verdikten sonra kendi bacaklarını da esirgemeyeceksin!...” der. (Turgenyev, Babalar ve Çocuklar, Çeviren Hasan Ali Ediz, Remzi Kitabevi, İstanbul, s. 182)

Bu ayrılış sahnesinde Bazarov’un Arkadi’ye söyledikleri, yol ayrımının sınıfsal altyapısını da ortaya çıkarır: “-Şimdi sana bir veda sözü olarak şunu söyliyeyim: Çünkü birbirimizi aldatmaya lüzum yok, biz birbirimizden büsbütün ayrılıyoruz. Bunu sen de hissediyorsun! Sen akıllıca davrandın. Sen bizim acı, yavan ve bekâr yaşayışımız için yaratılmamışsın... Sende pervasızlık ve öfke yok, belki gençliğe özgü bir cesaret ve ateşlilik var; oysa ki bizim dâvamız için bunlar yaramaz. Siz bir soylusunuz, soylu bir alçakgönüllülükten, ya da soylu bir öfkeden ileri gidemezsiniz!.. Hâlbuki bunlar önemsiz şeylerdir. Meselâ siz dövüşmezsiniz, ama kendinizi bir kahraman sayarsınız. Bizse dövüşmek istiyoruz. Nedir yani! Bizim tozumuz senin gözlerini yakar, çamurumuz üstünü başını kirletir. Evet, sen bize erişemedin! Kendini beğenmek, kendine küfretmek hoşuna gidiyor, hâlbuki bu bizim canımızı sıkar, biz başkalarıyla uğraşmak, onların üstesinden gelmek isteriz. Sen iyi bir çocuksun, ama ne de olsa yumuşacıksın, liberal bir küçük beysin. Babamın dediği gibi e volatu (ve hepsi bu kadar-h.a.e.).” (s. 246) Turgenyev’in romanı, adıyla iki kuşağın çatışmasını duyurur bize; ama bu çatışma herhangi iki kuşağın çatışması değildir, dönüşüme gebe bir tarihî-toplumsal kesitte yaşayan insanların arasındadır. Kuşakların çatışması iki ayrı düzenin çatışmasıdır. Bazarov’un Arkadi’ye söyledikleriyle değerlendirirsek iki ayrı sınıfın çatışmasıdır. Babalar ve Oğullar, Rusya’da 19. yüzyılın birinci yarısında etkin olan soylu devrimcilerin yerini halkın içinden çıkan devrimci-demokratların aldığı bir dönemin ürünüdür. Toprak ve Özgürlük hareketinin başladığı yıllarda yazılan romandaki bu ayrılık sahnesini simgesel anlamda bu değişmenin anlatımı olarak yorumlayabiliriz. Bazarov tipiyle tarihsel olarak sahneye çıkan yeni bir devrimci insanın ipuçları çizilmektedir.

TARİHİN LÂNETLEDİĞİ SOYLU BOZUNTULARI

Liberal düşüncelere yakınlık duyan Turgenyev, bir kobra yılanına benzettiği eleştirmen Dobrolyubov’la aynı dergide, Sovremennik’te (Çağdaş) yazarken, bu dönemde yolları ayrılmıştır. Edebiyat tarihçileri, romanda Bazarov’un Dobrolyubov’dan çizgiler taşıdığını yazıyorlar. Arkadi ile Bazarov’un yol ayrımı, yazarın devrimci demokratlarla yol ayrımını da çağrıştırır.

Bazarov, soylu ve büyük toprak sahibi sınıfından arkadaşı Arkadi ile ayrılmadan önce, onun amcasıyla düello yapar, feodal sınıfı temsil eden babalarla hesaplaşır. “Dört verst uzakta, yolun bir dönemecinde, yeni derebeyi eviyle Kirsanov’ların malikânesi, bir çizgi halinde yayılmış olarak son defa göründüğü zaman, yere tükürdü, ‘Lânetlenmiş soylu bozuntuları’ diye mırıldanarak pelerinine daha sıkı sarındı.” (s.220) Bu sahne sembolik olarak yerleşen kapitalizmle çöken ve gerileyen soyluluğun durumuna ilişkin bir saptama olarak değerlendirilebilir. Genç Bazarov’a “lânetlenmiş soylu bozuntuları” olarak gözüken bu sınıf, yaşam tarzı ve bağlı olduğu değerlerle çökmeye yazgılıydı. Turgenyev’in babaların tarafını tuttuğunu söyleyenler yanılıyorlar; Turgenyev gerçeklerin tarafını tutuyor ve tarihsel olarak çökenle, onun yerine gelmek isteyenin romanını yazıyor. Bu nedenle romanda en kalıcı izi Bazarov bırakıyor. Bütün çelişkilerine ve yazarın tutarsızlığını vurgulama çabasına rağmen geleceği temsil eden odur. Ancak bu geleceğin Bazarov tipine yaşam hakkı tanıyacağı şüphelidir... Yazar bu şüpheyi Bazarov’un ölümüyle dile getirmek ister.

Çünkü Bazarov, feodal ilişkilerin yerini alan kapitalist ilişkilerin de insanı değildir. Eşitsiz gelişme koşullarında ortaya çıkmış bir aydınlanmacıdır, biraz daha zorlamayla, Jakoben bir devrimcinin tohumu gözüyle de bakabiliriz ona. Bir altüst oluş döneminin çocuğu olduğunun bilincindedir Bazarov. Veda sahnesinde Arkadi’nin yeni doğacak çocukları için söyledikleri geleceğin çok farklı olacağına duyduğu umudu düşündürür: “Onlar zamanında doğacakları için akıllı olurlar, senin benim gibi olmazlar.” (s. 247)

YIKARKEN KURULUŞU DA GÖRMEK

Turgenyev’in kaldığı yerden Çernişevski sürdürür. Rusya’daki devrimci demokratların önderlerinden biri olarak, Bazarov’un belirsiz ve eksik kalan çizgilerini Nasıl Yapmalı romanındaki tiplerle aydınlığa kavuşturur. Burada eski düzeni reddedenlerin, yerine nasıl bir düzen getirecekleri de tasarlanmıştır. Çernişevski’nin devrimci kahramanlarının düşledikleri toplum, herkesin eşit ve özgür olacağı sosyalist bir toplumdur. Ütopik çizgilerle tasarlanmış bu toplumu kurmak için mücadele eden insanları anlatan Çernişevski, okuru bu insanları örnek almaya yönlendirir. Nasıl Yapmalı’nın birinci kitabının sonlarına doğru, devrimci demokrat tipin durumunu şöyle özetler: “Bu tipin daha yeni başlayan hayatı ne yazık ki çok kısa bir hayat olmaya mahkûm. Altı yıl önce bu insanlar ortada hiç yoktular, üç yıl önce herkes kendilerini hor görüyordu, şimdi ise... neyse, onlar için şimdi ne düşünüldüğü hiç önemli değil; çok değil birkaç yıl sonra herkes onlara yalvaracak: ‘Kurtarın bizi!’ Ve onlar ne derse şaşmaz bir biçimde uygulanacak. Biraz daha zaman geçecek –birkaç yıl bile değil, belki birkaç ay, herkes onlara lânet yağdıracak ve onlar yuhalanarak, ıslıklanarak sahneden kovulacaklar. Eh, ne yapalım, ıslıklayın onları, yuhalayın, aşağılayın, lânetleyin, onlar size yararlı oldular ya, bu kadarı onlara yeter. Islıklar, yuh sesleri, lânetler arasında tıpkı eskiden olduğu gibi alçakgönüllü, vakur, ciddi, iyi yürekli olarak sahneden inecekler...” (N. G. Çernişevski, Nasıl Yapmalı, Çeviren: Mazlum Beyhan, Kuzey Yayınları, Ankara, s.288-289) Çernişevski, 1863’de olası bir devrimden ve bu devrim sürecinde Jakobenlerin kaderini yaşayacak devrimcilerden söz etmektedir. Bazarov’un soyut “dava”sı burada toplumsal ve tarihî anlamına kavuşturulmuştur. “Oğullar” kuşağının romandaki serüveni Çernişevski’nin katkısıyla böyle sürdürülür.

Edebî bir tür olarak romanın toplumsal-tarihî gerçekliğe sıkı sıkıya bağlı gelişim sürecinin somut bir anlatımıdır bu iki örnek. Yaşamın sahneye çıkardığı insanı, yazar, bir tip haline getirerek romanlaştırır. Topluma gösterir ve o tipin yaşamdaki yerini genişletir, yolunu açmaya çalışır.

EDEBİYAT-I CEDİDE’NİN YENİ İNSANI

Bizim romanımızdan da benzer örnekler üzerinde durmayı deneyebiliriz. Halid Ziya’nın Mâi ve Siyah’ında Babalar ve Oğullar benzeri bir çatışmanın ipuçlarını bulabilir miyiz? Romanın kahramanı Ahmet Cemil’in umutları ve düşleri, çöken Osmanlı düzeninin acımasız gerçekleri karşısında tuz buz oluyor. Ahmet Cemil de Bazarov gibi toplumunun yeni insanlarından biridir. Halid Ziya kitabın başlarında onu halka yabancı çizer. “(...) ağaçların arasında küme küme oturan bütün bu halka kendisinin bir bağı, ilintisi var mı ki gitsin de o kalabalığın içine atılsın? O, bu dünyada herkesten uzak, herkese yabancı değil mi?” (Halid Ziya Uşaklıgil, Mâi ve Siyah, İnkılâp Yayınları, İstanbul, s.26) Ahmet Cemil’in yalnızlığı ve eski toplumla karşıtlığı Bazarov’daki gibi felsefi çizgiler taşımıyor olsa da, sahnede yeni bir tipin bulunduğu kesindir. Osmanlı topraklarında insan gerçekliği de, romanın gelişim süreci de bambaşka koşullarda biçimlenmektedir.

Bazarov’la Arkadi’nin arkadaşlığının bir benzerini Ahmet Cemil ile Hüseyin Nazmi ilişkisinde buluruz. Halk kökenli Ahmet Cemil’e karşılık Hüseyin Nazmi zengin ve aristokrat bir ailenin çocuğudur. Hayatın gereklilikleri, yolları ayıracaktır. “Hüseyin Nazmi ile birlikte artık son sınıfta idiler. Ama aralarında eski sıkı dostluk mümkün olamıyordu. (...) Hüseyin Nazmi okuyor, Ahmet Cemil yazıyor; birinde düşünce alışkanlıkları zenginlik kazanıyor, ötekinde yetenekler yıpranıyordu. Bu yaşayış ayrılığı, eski ilişkilerin içtenliliğini biraz gidermiş gibiydi.” (s.66) Ahmet Cemil yazar olmak istiyor; insanların yaşamını bütün genişliği ve derinliğiyle kucaklayan bir şiir yazmaya çalışıyor. Ahmet Cemil, bu eseri için yeni bir dil arıyor; “Yeni düşünceler için yeni sözler gerektiğine iyiden iyiye inanıyordu. ‘Eski sözlerin altında düşüncelerin tazeliği görülemez, dikkat gözünden kaçar” diyordu.” (s.137) Halid Ziya’nın romanı, Edebiyat-ı Cedide’nin ilk romanıdır, bu edebi akımı simgeleyen yapıttır. Baskıcı bir toplumda, Jön Türklerin mücadelesinin henüz yeterince gelişmediği koşullarda, yenilik savaşı edebiyatta uç vermektedir. Romandaki Ahmet Cemil’in edebî arayışlarını, bir anlamda, Tevfik Fikret şiirde gerçekleştirmiştir. Halid Ziya’nın romanı da yayın yönetmenliğini Tevfik Fikret’in yaptığı Servet-i Fünun dergisinde yayınlanmıştır, tam da Edebiyat-ı Cedide gerçekliğinin ürünüdür. Bu edebiyat akımı, tarihe kalıcı bir biçimde geçse de, romancının kahramanı başarısız olmuştur; yazar, Ahmet Cemil’in hayallerini yerle bir eden gerçeklikle ilgilidir. “Zavallı hulyaları!.. Onlar, bu sefil gerçeklerden ne kadar uzak kalmışlardır.” (s.248)

KAPİTALİZMİN SİYAH’INI AŞMAK

Mâi ve Siyah’ta düşleri simgeleyen “mâi”ye karşılık yaşamın gerçeklerini simgeleyen “siyah”, kapitalist modernizasyon sürecindeki bir toplumun gerçeklerini anlatır. Kitapta Ahmet Cemil’in yıkımında baş rolü oynayan tip, küçük bir kapitalist olan Vehbi’dir. Ama Uşakizade Halid Ziya, Vehbi’yle bu kapitalist tipi yeterince belirgin çizmekten kaçınıyor. Onun yerine bir “çapkın” kötü adam çiziyor. Mâi ve Siyah’ta Ahmet Cemil’in hülyalarını yıkanın, yine de bu kapitalist süreç olduğunu söyleyebiliriz: Rehin bırakılan eve karşılık satın alınan baskı makineleri... Yazarın bu sınıfa uygun ahlakı yükleyerek çizdiği kapitalist Vehbi’nin pençesindeki Ahmet Cemil’in bütün düşleri parçalanıyor. O artık mâi’den uzak, yalnızca siyah’ın hüküm sürdüğü taşraya sürgündür.

Halid Ziya, kapitalistleşme sürecini yeterince belirgin çizemese de böyle bir ilişkinin bütün insani özlemleri yıktığını göstermesi önemlidir. Sezgi sınırlarında kalsa da romancının gerçeğe bağlılığını örnekliyor.

Halid Ziya, Babalar ve Oğullar benzeri bir kuşak sorununu Nesl-i Ahir’de işleyecektir. Adı “Son Kuşak” anlamına gelen romanında istibdat’a karşı mücadele eden devrimcileri anlatır. 1908 devriminin sıcak günlerinde yazılan kitap, Turgenyev ve Çernişevski’nin Rusya gerçekliğinden çıkardıkları devrimci tiplerin Osmanlı topraklarındaki örneklerini önümüze koyar. Bu kitapta taraflar belirgin bir biçimde karşı karşıya getirilir. Son kuşağa katılamasa da onları anlayan ve destekleyen orta kuşak bir aydının, Süleyman Nüzhet’in eksen kişi olduğu roman, halkın sömürücü düzene karşı öfkesini umutlu bir değişimin temeline yerleştirir.

Bizde de Turgenyev-Çernişevski sürekliliğini Halid Ziya’nın Son Kuşak’ta bıraktığı yerden sürdüren Yakup Kadri’de görebiliriz. Hüküm Gecesi’nde 1908 devriminden hemen sonra politik mücadelelerin ortasındaki bir insan anlatılır. Ahmet Kerim, burjuvazinin “kanun, kanun, kanun diye, kanunu tepelediği koşullarda” doğruya gitmek isterken hep yanlışlara sürüklenen bir burjuva devrimcisidir. Ahmet Cemil benzeri hülyalar peşinde, çelişkili süreçlerin pençesinde, onun gibi siyah’a yenik düşer. Osmanlı - Cumhuriyet dönemi romanında Ahmet Cemil, Ahmet Kerim ve Üç İstanbul’un Adnan’ı benzeri, toplumu ve kendi kaderini değiştirmek isteyen mücadeleci tipler buluruz. Bu dönemin gerçekçi yazarları, ortaya çıkan yeni kuşağın romanını yazmışlardır. Kapitalistleşmenin yerleştiği koşullarda ise Orhan Kemal romanının en iyi örneklerini verdiği emekçi insanın hayat kavgası edebiyatta karşılık bulacaktır.

EDEBİYATIMIZDA KUŞAKLAR

Kuşak kavramı, Nesl-i Ahir romanında da somutlandığı gibi, edebiyatımıza erken girmiş bir kavramdır. Bu kavram, politikada ve günlük yaşamda “68 Kuşağı”yla yaygınlaştı. Neredeyse, kuşak kavramının önceki bütün çağrışımları 68’lilerin gölgesi altına girdi. Peki, 68 kuşağının romanı yazıldı mı?

Bu sorunun cevabını ayrıntılı araştırmayı başka bir yazıya bırakıyorum, ama şu kadarı söylenebilir; 68 Kuşağı’nın Nesl-i Ahir, Hüküm Gecesi, Üç İstanbul ölçüsünde gerçekçi ve güçlü romanları henüz yazılmadı. Bu kuşağı, 1970’li yıllarda mücadele eden gençleri de kapsayacak biçimde genişleterek alırsak, Cumhuriyetin sosyalizme uzanan devrimci kuşağının gerçekçi romanının yazılmamasının büyük boşluğunu daha iyi görebiliriz. Rus gerçekçileri doğum anında devrimci demokratların romanını yazdılar; Osmanlı-Cumhuriyet romanında da bu sıcak zamanlamayı bulabiliyoruz. Son kuşak, 68’den sonraki devrimci kuşak ise, edebî bilincimizde yer bulamadılar.

Onların romanı tersinden yazıldı. “Küfür romanları” veya çöküş romanları ya da bugünkü biçimiyle bestseller edebiyatı, mücadele eden insanı aşağılayan ve kapitalizmin değerlerine tapınmaya çağıran bu romanı anlatıyor.