Yaşamak, yaşatmak için...

Öfke büyüyor, acı çoğalıyor, nefret artıyor... Ne yapacağız, ne yazacağız şimdi?

Arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, yoldaşlarımız, canlarımız bir eylemde alçakça katledildi. Eylerken. Bir barış eyleminde, seslerini ve mücadelelerini yükseltirken. Barışın kazanması için bir eyleme güç katarken. Tek tek onlardan bazılarını unutsak bile bu gerçeği hiç unutmayacağız...

Günlük hayatı, tüm rutin ve alışkanlıklarıyla kıran farklı bir ruh hali içerisinde kimimiz. Günlük yaşamını aynen sürdürmeye dönüyor mecburen başka kimilerimiz. İlk grup şaşırıyor, anlamakta zorlanıyor bir süre... ama ikincilere katılmak zorunda belli bir müddet sonra. Bu defa bazı farklarla belli ki. Gezi’de olduğu gibi.

“Ne mutlu, bu günleri de gördük” dediğimiz Gezi’den aklımızda, siyasete bakışımızda ve eylemimizde kalanlar mutlaka olmalıydı, oldu da. Sadece bireysel ve kolektif hafızaya kaydolanlar değil, “İşte bak, bunlar hep Gezi” demeye devam edebileceğimiz güncel eylem ve söylemler de dahil buna.

“Allah belasını versin, bu vahşeti, bu dehşeti de gördük” dediğimiz Suruç ve Ankara’dan da kalanlar olmalı, kalanlar olacak mutlaka. Bellekte de, daha güncel siyaset, eylem ve söylemde de.  

Büyük acılar, derin üzüntüler, kızışan öfke, ah o gülüşler, düşenin bayrağını devralarak mücadeleyi sürdürme azmi, artan kararlılık, yan yana durunca daha da büyüyen cesaret, alçaklığa karşı bilenen bilinç, sıkılı yumruk...

Hepsinin arasında, ne olursa olsun karamsarlık dalgası da geliyor ara ara. Bunaltı, sıkıntı, çaresizlik, kahredici bir ruh hali, eylemsizlik belki. Bir sersemlik hali geliyor bazen onun üstüne, boş ve anlamsız bakışlar, öylesine dalışlar, arada ağlamaklı dalıp gitmeler, uzun yürüyüşler... “Niçin gülüşüp duruyor ki şu kafede oturan genç tipler, onların da mutluluğu için mücadele eden kardeşlerimizin gülüşleri donduruldu, solduruldu halbuki” diye söylenmeler... Naif ve anlık gelgitler... Öfke kabarıyor sonra, küfürler, kırıp döküp parçalama isteği, tepeden tırnağa asabiyet...

Karamsarsak/tıkandıysak ya da delirmek üzereysek, yazmamak ve paylaşmamak en iyisi belki. Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği, ruhun sersemliği... derken ortada kalıvermiş bir insancık sanki. Eyleyemeyen. Ne mi yapacağız? Kovacağız işte onu. Arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, yoldaşlarımız, canlarımız bir eylemde katledildi. Eylem halinde. Barış eyleminde. Eylerken... Hatırlayacağız. Yaşatacağız. Eyleme, eylemeye devam edeceğiz...

Barış için eyleme.  Eşitlik için eyleme. Özgürlük için eyleme. Hepimizin evladı Veysel’den hepimizin annesi Meryem Ana’ya tüm canlarımız için eyleme...

O kadar çok öldük ki, hangi biri için eyleyelim, eylemeye devam edelim şimdi, hangi biri için yaşayalım, yazalım diye pek düşünmeden; her biri için hep daha iyisini yaparak, daha ilerisine yürümeye çalışarak, barışı, eşitliği ve özgürlüğü örgütleyerek...

Ve eşitlik ve özgürlük mücadelesi için yapıp ettiğimiz her şeyi layıkıyla yerine getirerek, böylece onları da işin içine katarak belki... Yaptığınız bir resimde, bestede, çeviride; yazdığınız bir yazıda, öyküde, şiirde; bir dostla sohbetinizde, bir düşmanla itişmenizde; siyasal ittifaklara, sokağa, sandığa bakışınızda ve farklı bakışları masaya yatırıp düşmana karşı birlik oluşturma yaklaşımınızda; gericiliğin karanlığını bu topraklardan atmaya dönük her eyleminizde onları da var etmeye çalışarak, onların mücadele ruhunu, sıcacık gülüşlerini ve eyleme iradelerini de yapıp ettiklerinizin içine katarak... Onlara layık yaşayarak, yaşatarak...