Yaşam, çevre hakkı ve Şebinkarahisar
Ülkemizde de çeşitli çevre kirlilikleri olmasına rağmen, devlet tarafından süreçler şeffaf olarak paylaşılmıyor ve yeterli önlemler alınmıyor. Özellikle ülkenin her tarafını inşaat sektörüne ucuz hammadde sağlamak için ahtapot gibi saran maden ocaklarının, yeraltı sularına ve ormanlara verdiği zararlarla ilgili yeteri çalışma yok.
Bilindiği üzere her yıl İnsan Hakları Bildirgesi’nin yayınlandığı gün olan 10 Aralık, tüm dünyada “insan hakları günü” olarak kutlanır. Herkesin doğuştan getirdiği dokunulmaz kişilik hakları ve yaşam güvenliği birinci kuşak haklar olarak literatüre geçmiştir. İkinci kuşak haklar ise çalışma hakkı, konut hakkı, grev hakkı gibi sosyal haklar tarafından oluşturulur. Üçüncü kuşak haklar ancak 1960’lı yıllarda konuşulmaya başlanmıştır. Çevre hakkından bahseden ilk metin Birleşmiş Milletler 1972 Stockholm Bildirgesi olmuştur. Çevre hakkı üçüncü kuşak haklardan olmasına rağmen, insan kaynaklı oluşan çevresel etkiler, büyük ekolojik ve insani felaketlere yol açmıştır. Bunların en bilinenleri Londra’da “öldüren sis” adı verilen aşırı hava kirliliği sonucu 1952 yılında yaklaşık 10.000 insanın hayatını kaybetmesidir. Kalitesiz ve aşırı kömür kullanımı, rüzgarsız bir günde bu olayı doğurmuştur. 1984 yılında ABD kökenli Union Carbide firmasının Hindistan Bhopal'de kurduğu böcek ilacı üreten fabrikadan yanlışlıkla 40 ton metil isosiyanat gazının dışarı atılması 18.000 kişinin ölümüne, 150.000'den fazla insanın zehirlenmesine neden olmuştur.
Çernobil faciası ise 26 Nisan 1986 yılında Sovyetler Birliği’inde gerçekleşti. Nükleer Reaktörlerden birinde meydana gelen kaza sonucu ilk zamanlarda 4000 kişinin öldüğü tahmin edilmekte, sonraki kayıplara ilişkin kesin bilgi bulunmamaktadır. Yine 2011 de Japonya’da meydana gelen deprem ve tsunami sonrası Fukuşima Nükleer Santralinde çok büyük sızıntılar meydana gelmiş, bölgeden 160.000 kişi tahliye edilmiş ve Japon halkına yaklaşık 250 milyar dolar maliyeti olacağı hesaplanmıştır. Bölge halen tecrit altındadır.
İşte bu ve sayamadığımız daha başka yüzlerce olay nedeniyle çevre hakkının ihlali giderek sağlık hakkı ihlaline, daha ilerisi yaşam hakkı ihlaline dönüşmektedir. Bugün giderek kabul edilen yaklaşım, çevre hakkının birinci kuşak temel insan haklarından olması yönündedir.
Ülkemizde de çeşitli çevre kirlilikleri olmasına rağmen, devlet tarafından süreçler şeffaf olarak paylaşılmıyor ve yeterli önlemler alınmıyor. Özellikle ülkenin her tarafını inşaat sektörüne ucuz hammadde sağlamak için ahtapot gibi saran maden ocaklarının, yeraltı sularına ve ormanlara verdiği zararlarla ilgili yeteri çalışma yok.
Bunların yanında yeni bir felaketle karşı karşıyayız. Giresun Şebinkarahisar İlçesi’nde NESKO Maden Ticaret ve Sanayi A.Ş. tarafından işletilmekte olan çinko-kurşun ocağında kullanılan kimyasal atıklarının depolandığı flotasyon havuzlarının duvarı 18 Kasım’da yıkıldı. Bu tesiste Silikat, Silis (Na2SiO3), Çinko Sülfat ZnSO4, Sodyummetabisülfit, Polielektrolit SPP-508, Aerofloat 242, Metilizobutilkarbinol MIBC, Sülfürik Asit, Kostik gibi kimyasalların kullanıldığı biliniyor.
Maden şirketine ait atık baraj setinin yıkılmasıyla zehirli kimyasal atıklar tarım yapılan bahçelere, Darabul Deresi ile taşınarak Kılıçkaya Barajı'na ulaşmış durumda. Kelkit ırmağına da bu zehirli kimyasalların karıştığı söyleniyor.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı geçtiğimiz hafta, “çevreye verdiği kirlilik nedeniyle 'en üst sınır' olan 12 milyon 71 bin 949 lira idari ceza uygulanarak işletme faaliyetten menedilmiştir.” Açıklamasını yaptı.
Pek güzel, şirkete geçici durdurma ve 12 milyon para cezası verilmiş. Peki baraja ne kadar zehirli kimyasal ulaşmış? Çevredeki yeraltı ve yerüstü suları ne kadar zarar görmüş? Bunlara ilişkin ölçüm tespit ve analizler yapıldı mı bilmiyoruz. Çünkü konuyla ilgili her zaman olduğu gibi şeffaf bir süreç yürütülmüyor. Tarım topraklarının etkilenme derecesi bilinmiyor. Ama atık havuzundan etkilenen en yakın köy olan Yedikardeş köyünde neredeyse tüm bahçe ve tarla alanları zarar görmüş durumda. Köylüler “artık buralarda 10 yıl hiçbir şey yetişmez” diye açıklama yapmış durumda.
Yöreden alınan bilgilerde “2018 yılında da zehirli atıklardan kaynaklı bir patlama sonucu 8 milyona yakın balık öldüğü” yazıldı. Yani şirketin sicili temiz değil. Peki ya denetleme?
Kılıçkaya barajı içme suyu için kullanılan bir baraj değil. Elektrik üretiliyor. Fakat bu baraj ve etrafında bulunan alanlarda sucul canlıların ve tüm ekosistemin zarar görmediği anlamına gelmiyor.
Konuyla ilgili “Türkiye İşçi Partisi”nin ve “Yeşiller ve Sol Gelecek” partisinin sorumlular hakkında suç duyuruları bulunuyor.
Ancak kamuoyu baskısı yaratılmaz ise devletle bütünleşmiş şirketler nedeniyle, çevresel felaketin sorumlularını yine bulamayacağız.
Ülkemizde uygulanan şekliyle vahşi kapitalizm, tüm doğaya, ekosisteme ve canlılara zarar vermektedir. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız şekilde çevre hakkı, artık İnsan Hakları’nın ayrılmaz parçası olmuştur. Bu hakkı kullanmak için demokratik bir hukuk devleti tesis etme yükümlülüğümüz bulunmaktadır. Gelecek kuşaklar ve tüm canlılar için bu yükümlülüğümüzü hayata geçirmek acil bir hal almıştır.
Bu görevden kaçınma şansımız yoktur.