Adım adım kaos siyaseti sisteme yükleniyor ve “kullanışlı”lığı daha önce defalarca test edilmiş ve başarıya ulaşmış olmasından hareketle, kitleler bu siyaset için tetikleniyor. Kaosun sahibinin, bunu kullanmaktan, tetiklemekten hiç çekinmeyeceğini, mitinglerin ortasında patlattırılan bombalardan, devasa tutuklamalarla tüm muhaliflere dönük başlattığı cadı avlarından biliyoruz.
Her koasun ardı, “iç” ve “dış düşman” ile sarıp sarmalanıyor ve medya aracılığıyla, bireylere hem tehdit, hem de hedefe konulanlara bir nefret olarak dönüyor. Operasyon yeteneğini içeride ve dışarıda sıkı bağlarla örgütleyen ve bununla “dünya lideri” savını, geniş lümpen kesimlere yediren bir iktidar organizasyonu var karşımızda. Yaptıklarını, yapacaklarının teminatı olarak sunması bu yüzden boşuna değil.
Ermeni vatandaşların mahallerine salınan milliyetçi gösterilerden, Fransa’nın sokaklarına taşarak, yine Ermenilerin yaşadığı bölgelere çıkartma yapan gösterilere kadar büyük, organize bir ağ bu.
“Ezilen”, “Horlanıp, aşağılanan” İslam dünyasının sesi, lideri olma misyonunu ise, iktidara geldikleri günden bugüne propagandif araçlarla yönetiyor. “Osmanlı” pazarlayan diziler, yatırımlar vb hemen hepsi, “İslam Dünyası” lideri algısına çalışıyor ve elbette, başka ülkelerde yaşanan ve tepkiye yol açan her dini tartışmaya, dilini, sesini yükselterek, İslam’ın hamisi olma hevesini, en üst perdeden konuşarak ortaya koyuyor. Böylece, Avrupa’nın göbeğinde yaşanan her saldırıyı da dolaylı olarak üstlenmiş oluyor. İslam temelli şiddeti kınarken, “ama” diyerek tamamladığı her söz, yapılan saldırılara “moral” destek kazandırıyor. Bununla hem ülke içindeki muhafazakâr kesim, hem de yoksul Müslüman topluluklar üzerinde, “İslam savaşçısı” duygusu oluşturuyor. Geriye sadece oluşturulan duyguyu, iktidar politikalarına aktarmak kalıyor.
Suriyeli göçmenlere, emekçilere dönük saldırılar, cinayetler, Kürtlere dönük siyasi kırım ve ilerici kesimleri sindirme politikaları ile, Avrupa’nın göbeğinde kilise basıp insanların kafasını kesen eylemler arasında bir bağ var. İkisi de nefret söylemlerinin bir sonucu olarak yaşanıyor ve iktidar farklı kesimlerde biriken, farklı temelli öfkeleri, ürettiği nefret politikalarının arkasında toplayarak, daha geniş hamlelere dönüştürüyor. Bazen bu, “emperyalizme karşı savaş”, bazen “ülkeyi bölmeye çalışanlara karşı milli duruş”, bazen de “aynı gemideyiz” denilen “beka” söyleminde kendisini tecelli ettiriyor.
İçeride ırkçı saldırıların sırtını okşayıp, koruyup kollarken, dışarıda yaşanan ve “İslam değerlerine saldırı” olarak tarif ettiği her şeyi , “kullanışlı” bir politik silaha dönüştüren gücü küçümsemek, affedilemez bir hata olacaktır. Tüm yaşananları, sisteme yüklenen kaos siyasetinin bir parçası olarak göremezsek, yarın karşımıza çıkacak kötülükle mücadele etmek imkansız hale gelir. Seçim yaklaştıkça, kaos siyaseti tüm topluma, tek bir şey dayatacak; Tek adam rejimini kansız şekilde onaylatmaya gönüllü hale getirmek.
İktidarın, içeride ve dışarıda yaşanan tüm krizleri “Cumhurbaşkanı’na saldırı” çerçevesi içine alarak, siyaset aktörlerini “Kimse Cumhurbaşkanı’na ayar veremez, had bildiremez” diyerek tek cephede toplamadaki başarısı, sanırım herkesin gözünü bir kez daha yaşartmıştır!
“Fransız hükümetinin tavrını en net şekilde kınamak lazım” diyen HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın, bir duruş olarak, “halklara, inançlara saygı” temelli açıklaması da, maalesef “Cumhurbaşkanı’na saldırı” temelinde tavır almaya zorlayan iktidara, istediği tavrı veren ana muhalefet ve çeperinin yanına düşmüştür.
Tüm bu yaşananlar, saldırılar, cinayetler, katliamlar ve sonuç olarak tek bir hamleyle arkasına dizdiği muhalefet hali, yarın neyle karşı karşıya kalacağımızın işareti olarak önümüze düşüyor. Devletin biçtiği iktidar ve muhalefet rolü içerisinde sıkışan milyonların, tek adam rejimi ile nasıl bir uzlaşıya sürüklenmek zorunda kalabileceğini de gösteriyor bize.
Eğer ana muhalefet ve çeperini zorlayacak, baskılayacak, kitleselleşmiş bir hat kurulamazsa, her şey olup bittikten sonra söyleyeceğiniz her söz, yenilginin bir nedeni olarak karşınıza çıkacaktır.
Alternatif bir siyaseti, duruşu üstlenip, kitlelere kapıları açamaz ve onları alternatif sol siyasetin gücü etrafında buluşturup, sürece müdahil olmanın kanallarını, araçlarını yaratamaz, sorumluluk alanını kendimiz gibi olanlarla belirleyip, ittifak siyasetleri içinde bir küçük alana sıkıştırırsak, tarihsel sorumluluğu hiçe saymış oluruz ki, AN gelip çattığında, altında kalmamız da cabası olur.
Siyasetin irili ufaklı tüm muhalif aktörleri ile ilkeler temelinde buluşup, ortak adımlarla, toplumsal muhalefete yönelen saldırılara ve en önemlisi seçimler çerçevesinde bir kaosa hazırlanan iktidara karşı, cesaret temelinde buluşmanın özverisini, tüm enerjimizle alana yansıtmalıyız.
Başarmak ve kazanmak için değer çünkü.
Ne yaparsak yapalım olmuyorsa, yarının sözü o zaman bizimledir hiç şüphesiz.