1 Kasım seçimlerinin üzerinden 15 günden fazla zaman geçti, seçim sonuçları üzerine birçok şey söylendi.
Garip biçimde hemen her politik çevrenin yine sadece kendilerini haklı çıkmış gördüğü ve fakat en genel olarak moral üstünlüğün AKP'de olduğu günlerden geçiyoruz.
AKP cenahındaki moral üstünlük normal. 13 yıldan fazla bir süredir sistematik biçimde halk düşmanı politikalar uygulayan bir iktidarın, son 2 yıl içerisinde epey sallandıktan sonra hile ve yolsuzlukla bile olsa %49 oy almayı başarmış olması üzerinden atlanacak bir konu değil.
Şimdilik sadece not düşmekle yetinelim. AKP'nin devlet katında kadrolaşması, oralarda elde ettiği mevziiler ve devlet yapılanması içinde de önemli bir dönüşüme imza atması önemli, ancak geride kalan dönemde toplumunun bir bölümünde yarattığı dönüşüm ve tahribatın derinliği daha önemlidir. Hepimizin özel olarak bu başlıkta daha ciddi çalışmalara ihtiyacı var. Zaten tarihsel olarak toplumun dokusunda belirli bir yeri olan gericiliğin, özellikle 2000’li yıllarda hem derinlik hem yaygınlık kazanmış olması gerçeği, solun uzun süreli mücadele konuları arasında öncelikli bir yere sahip olacak.
Konumuza dönersek, AKP'nin hile, baskı, terör gibi tüm silahları devreye sokarak bile olsa elde ettiği "başarı" önemlidir. Ancak bunun AKP karşısında Türkiye toplumunun önemli bir bölümüne yayılmış direnci kıramamış olması da... Birincisini görüp, ikincisinin üzerinden atlamak önemli bir hatadır.
Bize göre toplumun geleceği temsil eden kesimleri içinde önemli bir toplam 1 Kasım sonuçlarıyla da teyit olduğu üzere AKP karşısındaki direncini korumaktadır. Sol açısından belirleyici önemde olan veri budur.
Türkiye’nin ilerici güçleri AKP’ye teslim olmuyorlar. Ancak burada önemli bir sorun var, teslim olmayan bu kesim açısından "AKP nasıl yenilir?" sorusuna ikna edici, inandırıcı ve ayakları yere basan bir yanıt üretilebilmiş durumda değil.
Meseleyi basitçe "AKP zaten sandıkla değil, sokakta yenilecek" ekseninde ele alındığımızda teorik olarak çok doğru bir tez ileri sürüyor olsak bile pratik olarak yeterli bir yanıta ulaştığımızı düşünüp bununla yetinemeyiz.
Yakın dönemin bizim açımızdan en önemli sorunu olarak duran bu soruya henüz somut bir yanıt veremesek bile yanıta giden yolun köşe taşlarını bugünden yerleştirmek mümkündür.
Türkiye sosyalist hareketi bir bütün olarak, ısrarla ve inatla, emekçi halkın birliği ve dayanışmasını temel alan bir yol haritasına odaklanmak durumundadır. Yığınak bu fikrin arkasına yapılmalı. Hayatın her alanında halkın en geniş birliğini oluşturmayı hedef alan, bunu siyasal olduğu kadar toplumsal sorunları da gören bir bakış açısıyla örgütleyen, böylece aynı zamanda toplumu esir alan gericiliğin karşısında halkın dayanışmasıyla yeşerecek yeni bir politik-kültürel iklim yaratmak hedeflenmeli.
Biraz açalım...
Toplumsal mücadelelerde "doğru okuma" önemlidir. Ancak tasvir etmek ile tahlil etmek arasında bir fark vardır. Mevcut durumda Türkiye solunun daha ziyade tasvir ile yetindiğini söylemek zorundayız.
Tahlil, kaba görünüm ile yetinmeyen, arka plan, süreçler ve bütünlük arayışıyla belli bir derinlikle meseleyi ele almayı gerektirir. Buna uygun olarak strateji, taktik, ittifak ilişkileri ile mücadeleye yol gösteren bir okuma biçimidir.
Ancak bu da yetmez, müdahale edebilecek bir gücün oluşturulamadığı her durumda yenilgi kaçınılmazdır.
“Artık yazmayı bırakıyorum."
"Türkiye'yi terk edeceğim."
"Bu halk gerici kardeşim."
"Bunlara AKP müstahak."
"Bu halka güvenmiyorum."
"Gördün mü bak ben demiştim, AKP çok güçlü"
Uzatmak mümkün, ancak benzer pek çok "sözde isyan" lafının seçim sonrası sıkça duyulmasına dair de bir iki çift laf etmek gerekiyor.
İlk söylenmesi gereken bu ve benzeri değerlendirmelerin sahiplerinin neredeyse tamamının ortak bir hataya düştüğüdür. Bize göre AKP'nin başarısı olarak değerlendirilen tablonun bir boyutu, AKP-MHP koalisyonunun tabanda oluşturulmuş olmasından ibarettir. Bu bir küçümseme değildir, ancak örneğin AKP'nin MHP tabanından aldığı 3-4 puanlık oylar pusulada MHP'ye işaret ediyor olsaydı, yukarıdaki gibi "isyanların" önemli bir bölümünün gündem dışı kalacak olması gerçekten enteresan bir durum.
İkincisi, Türkiye'de bazı aydınlarda ve kimi sol çevrelerde her daim halka karşı bir güvensizlik temelinde konum alma alışkanlığını da göz ardı etmemek gerekir. Tarih öğretmenin sık sık hatırlattığı emekçi-yoksul halkların davranış yasaları, en az bu aydın ve sol kesimler tarafından dikkate alınıyor.
Hemen her seçim sonrası gündeme gelen, yukarıdakine benzer değerlendirmeler yapanlara dikkatle baktığımızda önemli bir çoğunluğunun, örneğin örgüt fikrinin ve örgütlenmenin önemini kabul ettiklerini görebilirsiniz. Genellikle halkın örgütsüzlüğünden şikayet ederler, örgütsüz olunduğu sürece başarılı olunamayacağını anlatırlar, ancak aynı çoğunluğun sadece çok ama çok küçük bir bölümü örgütlü mücadelenin parçası olmayı göze alırlar!
Politik olarak doğru okumaların belirli bir güç ile buluşmadığı durumda etkisinin sınırlı kaldığı gerçeği, 1 Kasım seçimleriyle bir kez daha ortaya çıkmışken bunun da hatırlanması gerekiyor.
Bilinen bir Nasreddin Hoca fıkrasıyla tamamlayalım.
Hoca, evinin kapısının önünde, tertemiz yolun üstünde aranmağa başlamış. Görenlerin dikkatini çekince sormuşlar;
- “Ne arıyorsun Hoca efendi, yerde hiçbir şey görünmüyor. Ne aradığını söyle de beraber arayalım”
- “Anahtarlarımı düşürdüm de, üç-dört tane birbirine zincirle bağlı anahtar.
Soranlar iyice şaşırmış;
- “Buralarda bir şey yok. Sen nerede düşürdün anahtarlarını ?” demişler.
- “İçerde bodrumda” demiş Hoca.
- “Öyleyse ne diye burada arıyorsun?”
- “İçerisi karanlık, görünmüyor!
Özetle, AKP nasıl yenilir sorusunun yanıtını kolay yerde değil, doğru yerde aramak gerekiyor.
Odaklanma noktası güven verici, inandırıcı, gündelik hayata müdahale edebilen etkin bir politik gücün yaratılması olmak zorundadır.
AKP'yi yenmenin, toplumsal alandaki etkisini kırmanın başka bir yolu yoktur.