İki hafta önce İzmir Kitap Fuarı’nda Taylan Kara ile “Piyasa Edebiyatının Otopsisi” başlıklı söyleşimiz vardı. Söze şöyle başladım: “Biz iki yıl önce piyasa edebiyatının otopsisini bir televizyon programında da yapmıştık. O gün bu teşrih’e uzaktan bir arkadaşımız, Öfke kitabının yazarı Osman Çutsay da telefonla katılmıştı. Bu edebiyatın hemen hemen bütün özelliklerini, ölüme ve çürümeye neden olan niteliklerini saptadık ve raporunu yazdık. Ama ne yazık ki otopsiden sonra yapılması gerekeni, ölüyü gömmeyi başaramadık.” Böyle başladım ve otopsiden çıkan sonuçları özetlemeye çalıştım.
Edebiyatın ölümü demek olan piyasa edebiyatını gömmeye gelince kimseyi bulamıyoruz. Ölünün sahibi yok ya da gereğinden çok, maktulü o kadar çok seviyorlar ki, öldüğüne ve otopsi raporu haline getirildiğine bir türlü inanmıyorlar. O yüzden bizim otopsi çalışmamız bir türlü bitmiyor. Piyasa edebiyatının otopsisini yapmaktan yeninin, doğan ve gelişenin, gerçekçi edebiyatın sorunlarıyla ilgilenmeye zaman bulamıyoruz.
Herkes piyasa edebiyatının otopsicilerine soruyor: “Tamam, anladık, bu edebiyat kötüdür ama iyi edebiyat hangisidir. Biz okumayı bırakalım mı? Eleştirdiklerinizin yerine ne okumamızı öneriyorsunuz. İyi ve güzelini de gösterin bize.” Bu soru karşısında duraklıyoruz.
Eski bir dostum, fırsatı kaçırmıyor; “Sadık kötüyü eleştirmeyi bilir ama iyiden anlamaz” diyor. “Başınızın çaresine bakın.”
ELEŞTİRİ KİTAPLARI PATLADI
Yakın zamanda piyasa edebiyatının bayağılığını, çürüyüşünü ve ölümünü göstermek için önemli eleştiri kitapları yayınladık. Cengiz Gündoğdu “Estetik Kalkışma”, “Aydınlanma İçin Kalkışma”, “Gerçekçilik Estetiği” ve “Eleştiri” kitaplarını yazdı. Osman Çutsay “Öfke, Türk Çürümesinde Sanatın Rolü”, Taylan Kara “Vasatlığa Giriş Dersleri” ile “Vasat Edebiyatı 101” kitaplarıyla bu işin ders kitaplarını hazırladılar. Ben “Cinayet Olan Edebiyat” ve “Düşkıranlar”ın yeni baskılarından sonra “Bestseller Okuma Kılavuzu” yazdım. Yalçın Küçük Hocamız, “Cumhuriyete Karşı Küfür Romanları” ve “Şebeke”den sonra “Tenkit”le edebiyat eleştirisine geri döndü. Bu kitapların her biri piyasa edebiyatının kapsamlı birer otopsi raporu olarak okunabilir.
Bu kitaplarda yalnızca piyasa edebiyatının niteliksizliğine eleştiri değil, gerçekçi edebiyatın estetiğine ilişkin giriş dersleri de bulabilirsiniz. Türkiye’de kapitalizmin tekelleşme ve emperyalizmle eklemlenme sürecinde ortaya çıkan, sermayenin tahakkümüyle edebi ve estetik nitelikleri bütünüyle bozulan, insana ve topluma yabancılaşan bu edebiyatın pazardaki hâli enine boyuna incelenmiş bulunuyor.
Pazarın para için işleyen, “kötü para, iyi parayı kovar” mekanizması, kötü edebiyatın iyi edebiyatı silmesi biçiminde burada da işledi. Yine gerçekçi ve toplumcu yazarlarımız var, yeni yapıtlar veriyorlar ama pazarın ve ona bağlı yayınevi, pazarlama, reklam, ödül, medya süreçlerinin, zincir kitabevi vitrinlerinin seli altında okura ulaşamadan kaybolup gidiyorlar.
Kitabın üretim, dağıtım ve pazarlama mekanizması bütünüyle sermayeleşmiş ve ona bağımlı hale gelmiştir. Tekelci kapitalizmin çürütücü değerlerini toplumun her köşesine yayan ve karşıtını, alternatifini sahneye çıkmadan boğan bir kültürel üretim süreci yerleştirilmiştir.
Sanatın ve edebiyatın, estetiğin alanı niteliklerin alanıdır. Farklı niteliklerin bireşimiyle ortaya çıkan benzersizin, güzel’in sahnesidir. Kapitalizmin, piyasa ve pazarın alanı niceliklerin, soyutlamaların, türdeşliklerin, standartların alanıdır. Pazarın, niceliklerin, paranın egemenliği, nitelikleri kovmuştur, güzeli sahneden indirmiştir.
Hiçbir edebi değeri olmayan, gündelik dille veya bozuk dille yazılan, sermaye sınıfının ideolojisiyle insana ve topluma bakan, estetik bir yapı, kurgu oluşturamayan, okurda edebi bir dönüşüm yaratmayan birbirinin benzeri yüzlerce kitap pazara arz edilmektedir.
BİLİM VE GELECEK’TE EDEBİYAT
Geçen hafta Yalçın Küçük Hocamızla Bilim ve Gelecek Ankara Bürosu’nda “Edebiyat Üzerine” söyleşimiz vardı. Yalçın Hocamızın yaşını almış okurları ve liseli üniversiteli gençler, iki odayı doldurmuştu. Mutfağa ise ayakta kalanlar doluşmuştu. Hararetli bir söyleşi oldu. Yalçın Hoca yine bir bavul dolusu kitapla gelmişti. Romanımızın okunması gereken nitelikli örnekleri, Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu”, Yaşar Kemal’in “Çakırcalı Efe”si bunların arasındaydı. Yaşamında ve yazdıklarında kadının özgürleşmesinin örneklerini veren Sevgi Soysal’ın kitapları da vardı. Yalçın Küçük, “Gerçekçiliğin Tarihi” ve İngilizce basılmış birkaç estetik kitabını da edebiyatla ilgilenenlere hararetle önerdi. Gençleri roman yazmaya çağıran Yalçın Küçük, konuyu da verdi. Yaşamları romanesk üç kişinin romanını yazacak gençleri bekliyordu: Doğan Avcıoğlu, Yılmaz Güney ve Sevgi Soysal.
Söyleşiden önce Yalçın Küçük’ün çalışma dairesindeydim. Bir masadan daha büyük sehpanın üstünde Hoca’nın çalıştığı kitaplar diziliydi. Kapital, Anti Dühring ve Grundürisse’nin İngilizceleri vardı. İngiliz tarihçi Christopher Hill’in on yedinci yüzyıldaki İngiliz Devrimi’yle ilgili üç kitabı masadaydı, bunlardan birinin Türkçesi “Dünya Tepetakla Oldu” anlamına geliyor. Masada kendi çalışmaları “Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Kuruluşu” ve “Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Çözülüşü” ile “Emperyalist Türkiye” de vardı. Anlaşılan Yalçın Hoca, oligarkların hakimiyetinde sömürü, savaş, çölleşme, çürüme kıskacına alınmış bu dünyayı özgürleştirecek devrimlerin bilimi ve sanatına çalışıyordu.
FİLM ÇEVİRMEK İÇİN ATA BİNMEK
Sermaye, bütün aracıları ortadan kaldırıyor, artık sanatı ve edebiyatı da doğrudan kendisi yapmak istiyor. Nasıl ki, politikayı ve politikacıları ortadan kaldırdı, tekel bürokratlarını bakan, senatör atadı. Yetmedi, bizzat sermayedar, Trump gibi patronlar devletin başına geçti, anlaşılan sanat ve edebiyatta da buna özeniyor.
Ankara söyleşisine o gün gazete de çıkan bir haberle başladım. Tayyip Erdoğan ata binmişti. İki hafta önce, “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözünü söylemişti, şimdi de gösteriyordu. Bütün gazetelerde bunun fotoğrafları vardı. Daha önce attan düştüğü için bu sefer sıkı önlemler alınmış olmalıydı.
Anlaşılan, Tayyip Erdoğan ata bir film stüdyosunda binmişti, at çok uysal görünüyor, ışıklandırma mükemmel duruyordu. Belki de uslu durması için ata bonzai içirilmişti.
Tayyip Erdoğan’ın sanata, özellikle televizyon dizilerine büyük önem verdiği biliniyor. Okan Bayülgen, Diriliş dizisiyle alay edince büyük azar işitmiş ve işinden kovulmuştu. Geçenlerde gazetelerde çok ilginç bir haber çıktı; televizyon dizileri Diriliş ve Payitaht’ın diyalogları, Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarından alınmış pasajlar içeriyordu. Bu konuşmaların metinleri günü gününe senaristlere ulaştırılıyor ve onlar da artık Ertuğrul Gazi mi, Sultanhamit Han mı olur, hangisinin ağzına yakışırsa, diyalog haline getiriyorlardı.
Sermaye, aracıları ortadan kaldırıyor, politikacılara gerek duymadan bizzat kendi iktidarı ele alıyor. Anlaşılan sanatı da kendi yapmak, edebiyatı da kendi yazmak istiyor. Sinemacının yönetmen koltuğuna, senaristin kâğıt kalemine, artistin rol kesmesine bile tahammülü yoktur. Kendi yazıp kendi oynamak istiyor. Yeni düzende sinemaya benzeyen çok şey vardır; Meclis artık yalnızca bir dekordur. Hollywood filmlerinin karton dekorlarına benzeyen Saray’larda taht odaları kurulmuştur. Parlamentoya gerek duymadan kanunların, KHK kod adıyla, bir genelge çıkarırcasına yazılıp uygulandığı bir yerde her türden film çevirmek çok kolaydır. Yönetmenin sete gitmesine de gerek yoktur; “Alo Fatih” vardır ve her yerdedir.
Artık yalnızca tek bir sanat vardır; tekellere methiye sanatı. Memurlarına güvenmeyen tekelciler, bu işi de kendileri üstlenmek istiyor. Baksanıza, Ali Ağaoğlu diye bir müteahhit, apartmanlarının reklamında kendisi oynuyor. Film çevirmek, dizi senaryosu yazmak, şairliğe soyunmak istiyorlar. Şairlerin reklamcı olduğu yerde, reklamverenlerin şair olması çok mu beklenmedik?
CENAZEYİ KALDIRMAK İÇİN OKUR CANLANMASI
Burada şaşırtıcı olan, bu düzenle mücadele edenlerin de sermayenin sanatına yeterince eleştirel bakamayışlarıdır. Otopsimizin tamamlanmadığını söylüyorsak, ölüyü kaldırarak edebiyatımıza yeni bir başlangıç yapamıyorsak, solcu arkadaşlarımızın bizim estetik mücadelemize duyarsız kalmalarının bunda büyük bir rolü vardır. Sol yayınlarda hâlâ has sermaye yazıcılarının eserleri övülmekte, onlarla söyleşiler yapılmakta, genç yoldaşlarımıza edebiyat diye onların kitapları önerilmektedir.
Buna, politikada solcu, kültür ve edebiyatta sağcı olmak diyoruz. Ne acıdır, sistemin kültür değirmenine su taşıyan solcular piyasa edebiyatını besliyor.
Piyasa edebiyatı, okura karşı düzenlenmiş zorbaca bir şartlandırma seferidir. Bu edebiyat edilginleştirme, akılsızlaştırma düzeneğidir. Bizler eleştirmen olarak otopsisini yapabiliriz ama cenazeyi kaldırmak sizlere, bilinçli okura düşmektedir. Yaşar Holding’in sütünü boykot etmeyi başaranların, Doğan Holding veya İletişim’in bayağı edebiyatını da teşhir etmesi gerekmektedir.