30 Kasım 2020 tarihli Evrensel’de yer alan haberle (https://www.evrensel.net/haber/419965/kasta-mermer-ocagi-icin-ced-gerekli-degil-karari-verildi?a=d1b) Antalya’da hiç bitmeyen vahşi talan tekrar gündeme geldi. Habere göre Kaş’ta bulunan mermer ocağı için “ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) gerekli değildir” kararı verildi. Yasaya göre belli büyüklüklerin altındaki mermer ocağı gibi işletmelere adet üzere ÇED gerekli değildir şeklinde bir karar veriliyor. Yaklaşık 11 hektarlık (110 dönüm) alanın tümü ormanlık alandan oluşuyor. Projenin nihai tanıtım dosyasında bölgedeki ağaçlara ne olacağı ise meçhul. Yapılan açıklama ise şöyle: “Sahada ağaçların mümkün olduğu müddette taşınması ve taşınmasının mümkün olmaması halinde kesimi Orman Genel Müdürlüğü, Antalya Orman Bölge Müdürlüğü ve alt birimleri tarafından yapılacak ve kesilen ağaçlar Antalya Orman Bölge Müdürlüğü tarafından değerlendirilecektir.” Bu duruma göre ne kadar ağacın kesileceği bilgisi dosyada yer almıyor.
Örneğin Antalya’da bu sefer haber haline bile gelemeyen bir diğer itiraz ise Korkuteli’nde bulunan Dereköy Köylülerinden geliyor. Bölgede yapılacak Kömür Ocağı işletmesine karşı köylüler ellerinde “Kömür Varsa Tarım Yoktur” yazılı pankartlarla yürüyüş yaptılar.
Bunlar her gün bırakın ülkemizi dünyanın her tarafında az çok yaşanan doğa talanının ilimiz sınırları içinden verilen küçücük iki örnek. Neredeyse her gün ana akım medya dışında haber haline gelen bu tip doğa tahribi haberleri ve karşısında gelişen direnişler sorunun ne kadar evrensel olduğunu da gözler önüne seriyor. Artık çevrecilerin ve bilim adamlarının ortak görüşü olarak dillendirilebilecek acı gerçek ise şu: “Doğanın tahribatı artık geri döndürülemeyecek boyutlara ulaşmak üzere”.
Orman alanlarının tahribinden başlayarak küresel iklim değişikliklerine yol açacak boyutlara varan doğanın sömürülmesi ve yok edilmesi süreci mevcut ekonomik sistem devam ettiği sürece görülüyor ki hiçbir şekilde bir çözüme kavuşturulamayacaktır. Bunu beylik bir söz olsun diye söylemiyoruz. Tüm motivasyonu kar olan bir ekonomik sistem doğanın tahribatını da aynı karlılık ekseninde değerlendirecektir. Mermer çıkartırken ortaya çıkacak mermer çamurunun ve diğer malzemenin dere yataklarına dökülmesinden ölecek balıklar, tahrip edildiği için soluduğumuz havayı artık temizleyemez hale gelen ormanlık alanlar, tarım alanlarının tahribi yüzünden sağlıklı tarım ürünlerine ulaşımımızın her gün ortadan kalkması vs. Tüm bunlar bir kapitalist için o ocağın işletilmesinden elde edilecek kar ile kıyaslanınca önemsiz bir sorun “anarşik çevrecilerin” ortalığı velveleye vermesi olarak değerlendirilecektir.
Yavaş yavaş ısınan bir tencerede piştiğini anlamayan kurbağalar gibiyiz aslında. Toptan yok olacağız ama şimdi yavaş yavaş öldürüldüğümüzün maalesef farkına varamıyoruz. Kapitalistler milyonlarca m3’lük zehirli fabrika dumanlarını şehirlere akıtırken kullandığınız parfüm yüzünden ozon tabakasının delindiğini size söyleyenlerdir. Gelinen noktadan dolayı sonuçta hepimiz suçluyuz elbette. Ve bir zaman sonra kimin suçlu kimin suçsuz olduğunun da gerçekten bir önemi kalmayacak. Ama asıl suçluyu görmek belki de bizi nihai çöküşten kurtaracak çözümleri de üretmemizi sağlayabilir.
Nihai çözüm elbette bir sistem olarak kapitalizmin ortadan kaldırılması olacaktır. Sanırım buna itiraz edecek bir tek çevreci bile çıkmaz. Çözüm bu kadar net olarak ortada ise de çözüme ulaşmanın yolları hakkında çeşitli tartışmalar devam ediyor. Çözüm önerilerinin içinde “kapitalizmin içinden” yapılan önerilerin nihai bir anlamı olmadığı açık ancak, yine de sistemin karşısında bütünlüklü bir direniş ile durulamazsa şu anki gibi bölgesel, parçalı, sorun ortaya çıktığında ve ortaya çıktığı yer ile sınırlı bir direniş hattı izlenirse başarmanın mümkün olmadığı da açık.
Sorun bu kadar evrensel iken yerel direniş biçimlerini de evrensel çabaların bir parçası olarak görmek ve örgütlemek bugün kendisini doğadan, insandan, çevreden yana olarak gören her insanın görevidir. Paranın değil doğanın yaşamsal önemini fark edebilen herkes çabalarını da örgütlemek ve bir ileri biçime taşımak zorundadır.
Çiçero’nun “Naturam si sequemur ducem, nunquam aberrabimus/ Doğanın gereklerine uyarsak, hiçbir zaman yanılmayız,” düsturundan kapitalizm altında doğanın talanı artarak yok oluşa kadar devam edecektir şeklinde bilincin örgütlenmesi ve Almanya’daki köylü ile Antalya Korkuteli’ndeki köylünün sorunun özünde ortak olduğunun anlaşılması belki de son umudumuzdur.