Siyaset, “mantıklı görünene”, “rasyonel olana”, “akılcı seçeneğe”, vb. fazla meraklı olanları sıkça yanıltan bir alandır. Hep böyleydi; ama günümüzde özellikle böyledir. Dolayısıyla bir ülkenin yakın siyasal geleceğine ilişkin kestirimde bulunanlar “aklın ve mantığın” işaret ettiği istikamet dışında başka yönlere de bakmak zorundadır.
Öteden beri vurgulamaya çalışıyoruz: İtiraz edilmesi mümkün görünmeyen, aklın ve mantığın işaret ettiği “doğrular” siyaset söz konusu olduğunda gerçek hayatta hemen karşılıksız kalabilir. Örneğin Lenin’in “demokratik cumhuriyetin kapitalizm açısından mümkün olan en iyi siyasal dış görünüş (kabuk) olduğu” şeklindeki değerlendirmesini teorik olarak çürütmek mümkün değildir. Ne var ki bu, kapitalizmin her yerde ve her zaman demokratik cumhuriyet isteyeceği, bunsuz edemeyeceği anlamına gelmez.
Nitekim gelmemiştir de.
Başka bir örnek için Türkiye’ye bakarsak, neredeyse iki kere iki dört kesinliğindedir: “Akıl”, “mantık” diye gidildiğinde, AKP’nin gerek içerdeki zeminini ve iktidarını daha da pekiştirme, gerekse bölgeye ilişkin politikalarında güçlü bir kozla hareket etme açısından yapması gereken birinci iş herhalde Kürt faktörüyle belirli bir senkron tutturmak olurdu…
Ama olmamıştır; denenmiş vazgeçilmiştir…
***
Neden böyledir?
Birincisi, genel olarak daha “yapısal” denebilecek bir nedenle bağlantılıdır: Kapitalizm, kendi “siyasal kabuğuna” ilişkin tercihlerinde (bu tercihlerin bir sınıf olarak burjuvazi tarafından temsil edildiğini ekleyelim) hiçbir zaman “teoride” beklendiği kadar “titiz” davranmamıştır. Özellikle günümüz kapitalizminde sermaye sınıfı, kendi kırmızı çizgileri ihlal edilmediği sürece “siyasal kabuk” konusuna eskisinden de ilgisiz durumdadır.
İkinci ve Türkiye açısından daha belirleyici olan faktör ise bir dönem belirli bir tarihsel bloku temsil etme iddiasını taşıyan AKP’nin daha sonra bu özelliğini yitirip artık yalnızca bir siyasal blok unsuru haline gelmesidir.
Oysa “tarihsel blok” dediğimizde işin içinde her biri belirli bir etkiye sahip unsurlar vardır:
Siyasal iktidarın yanı sıra, tercihleri net ve bu tercihlerin takipçisi bir burjuvazi… Taahhütlerin ne ölçüde yerine getirildiğini izleyen bir “sivil toplum”… Ülkenin izleyeceği rota konusunda (örneğin AB üyeliği) ciddi bir itirazı olmayan muhalefet… Daha önce varlığı bile inkâr edilen unsurların tanınması… Tarihsel blokun temsil ettikleri ve hedefleri doğrultusunda yeniden yapılandırılmış kurumlar… Ve bu sürece onayını vermiş geniş bir yurttaşlar topluluğu (“Artık Avrupalı oluyoruz!”)…
Böyle bir tabloda “mantık” ve “rasyonalite” aramak mümkündür; siyasal aktörlerin yarın ne yapabileceklerine ilişkin kestirimlerde bulunmak da görece daha kolaydır…
Ya tarihsel blok çözülüp yerini siyasal bloka bıraktığında?
İşte, işin rengi o zaman değişecektir.
***
Sadede gelelim:
AKP + MHP blokunun yapılacak yeni bir seçimde kaybeden taraf olması ihtimali vardır.
Bu ihtimal, Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı seçilememesi ihtimalinden daha büyüktür.
Ancak, her iki ihtimalden de daha büyük ihtimal, bizim bu ihtimallerden söz ederken dikkate aldığımız parametreleri ikinci, üçüncü plana düşürecek birtakım gelişmelerin ortaya çıkmasıdır. Öbür türlü, bugünkü rejimin, AKP + MHP blokunun meclis çoğunluğunu, Erdoğan’ın ise Cumhurbaşkanlığını kaybetme ihtimalinin “yüzde 50 civarında” dolaştığı bir seçimi yaptırması bize pek mümkün görünmemektedir.
Halen mevcut parametreleri geri plana itecek gelişmeler “dünyaya örnek bir korona başarısı” ve/ya da “krizden ekonomisi güçlenerek çıkan Türkiye” olamayacağına göre “meşruiyet sınırları içinde kalacak” yeni parametreler neler olabilir?
Erdoğan’ın kendi başkanlığını kurtarıp meclis çoğunluğundan vazgeçmesi?
MHP’yle olan ortaklığı bozma pahasına “başka yerlere” bakma girişimleri?
Bunlar, küçük de olsa ihtimal dâhilindeki gelişmelerdir
O zaman “daha büyük” ihtimal ne olabilir?
Bir savaş hali… “Ülkenin, seçim dönemlerine özgü gerilim ve kutuplaşmaları kaldıramayacak kadar ciddi bir tehdit ya da tehlike altında” sayılması… Kimi siyasal partilerin yasaklanması… “Seçimlerin barış ve huzur içinde yapılmasını engelleyen” iç gerilim ve çatışmalar…
Ve hiçbiri “normal” sayılmamak kaydıyla başka gelişmeler…
“Canım bu kadarı da olmaz” diyorsanız:
Karşısında yapılabilecek tek iş “Böyle bir şey olabilir mi?” demek olduğu sürece her şey olabilir…