Yakın dönemde devlet-siyaset ilişkileri üzerine

Ulaşılabilecek sonuçlardan biri şudur: AKP kalırsa, “devlet” zamanla bu partinin ve iktidarın da başını ağrıtacak tepkiler vermeye başlayacaktır; yok eğer AKP gider de yerine başka bir iktidar gelirse bu kez o iktidara ayar verecek, kendine “baktıracaktır.”

Türkiye’de siyasetin yakın geleceğine ilişkin kestirimlerde bulunanların gündeme getirdiği başlıklardan biri, devlet-siyaset ilişkilerinin önümüzdeki dönemde nasıl seyredeceğine ilişkindir.

Konunun “kapitalist devlet teorisine” kadar uzanan yanları olduğunu hemen söyleyelim. Ancak, okur hemen oflayıp puflamasın: Burada “göreli özerklik”, “araçsallık”, “işlevsellik” gibi kavramlarla Jessop, Laclau, Miliband, Poulantzas gibi isimlerin öne çıktığı derin sulara dalacak değiliz.

Sadece, olgulardan ve varsayımlardan hareketle öngörülerde bulunmaya çalışacağız.

***

AKP döneminin önemli sonuçlarından biri, devletin partileşmesidir. “Partinin devletleşmesi” demek de mümkün.  Bir bakıma 1923-1946 dönemindeki gibidir.  O dönemde devlet = CHP ya da CHP = devlet idiyse aynı eşitliğin bugün CHP’nin yerine AKP’nin konulmasıyla tekrarlanmasında sakınca yoktur. 

Bu tespite ciddi bir itiraz geleceğini sanmıyoruz. Asıl önemli olan, özellikle yakın gelecek açısından bu olgunun özellikleri ve yol açabileceği sonuçlardır. Bunları da üç maddede ele alacağız.

***

Birincisi:  Devlet = siyasal parti (AKP) denkleminin AKP’nin devreden çıkmasıyla ortadan kalkacağı ihtiyatla yaklaşılması, sorgulanması gereken bir düşüncedir. Eğer parti kavramı “taraf olmaktan” geliyorsa, AKP’nin 20 yıllık iktidarında yaptıkları, devletin doğrudan taraf kimliğini AKP’yi de aşarak inşa edeceği zeminleri yaratmıştır. AKP’nin kendi tercihi dışında, yaptıklarının ve aşırılıklarının objektif sonucu sayılmalıdır.

Başka bir deyişle devlet, iktidarda kim olursa olsun,  hassas konularda kendi adına taraf kimliğini (yeniden) inşa etmektedir. Hassas konular arasında, kuvvetler ayrılığı ilkesini fiilen rafa kaldıran “hızlı karar” sabit fikrini, Türkiye’nin jeopolitik çıkarlarını, “bölücülüğü”, “beka sorununu”, “terörizm” anlayışını, dış politikada ön alma tutkularını, sınır ötesi askeri operasyonları, vb. sayabiliriz.  

Dikkat: “AKP gittiğinde bunlar da değişir” düşüncesi yanıltıcıdır; gittiğinde bırakacağı bakiye kalıcı olacaktır.

İkincisi: AKP iktidarı, partiyi devletleştirmenin yanı sıra kritik alanlar söz konusu olduğunda muhalefetteki siyasal partileri de devletleştirmiştir. Kastedilen, millet ittifakını oluşturan 6 partidir. Yukarıda birinci maddede sıralanan “hassas konuların” istisnasız hepsi bu muhalefetin önüne de ötesine geçilmeyecek kırmızı çizgiler çekmektedir.   Örneğin bugün Türkiye’de Kürt sorununa “çözüm” dendiğinde, Millet İttifakı içinde siyasal parti kimliğinin önüne “devlet” kimliğini koymadan hareket edebilecek tek bir parti bile yoktur.

Üçüncüsü: Bu madde, işin içine biraz “diyalektik” girdiğinden kolay anlaşılamayabilir. Özü şudur: Partinin devletleşmesi, ancak Nazi Almanya’sı gibi örneklerde ve nefes aldırmayan aşırı baskı ortamlarında parti = devlet  denklemine kalıcılık kazandırabilir. Bu tür örneklerin dışında partinin devletleşmesi, zaman içinde devlette bir  ara kendisini “hizaya getiren” partiyi de aşan tepkilere, reflekslere, “farklı” yönelimlere ve perspektiflere yol açacaktır. Daha açık söylersek, devlet, ordusu, yargısı, mülki amir ve üst düzey bürokratlarıyla yukarıda sözü edilen hassas konularda AKP dahil siyasal partileri aşan bir kimlik iddiası taşıyacaktır.

Ulaşılabilecek sonuçlardan biri şudur: AKP kalırsa, “devlet” zamanla bu partinin ve iktidarın da başını ağrıtacak tepkiler vermeye başlayacaktır; yok eğer AKP gider de yerine başka bir iktidar gelirse bu kez o iktidara ayar verecek, kendine “baktıracaktır.”

***

Buraya kadar söylediklerimizden “varsayım” olanı, yukarıdaki üçüncü maddedir. “Göreli özerklik”,  hiç girmediğimiz devlet teorisi tartışmalarındaki kilit kavramların başında gelmektedir. Göreli özerkliğe (sınıflara göre değil ana akım siyasete göre) bir kez oluşup yerleşiklik kazanan bir  durum olarak değil siyasetteki güç dengelerine göre değişebilen bir yer tanıdığımız bu yazıdan anlaşılmış olmalıdır.

Varsayımımız doğru ise bundan böyle hem AKP iktidarı hem de onun yerini alabilecek başka herhangi bir iktidar, devletin (“derin” olması şart değil) ayarları ve kırmızı çizgileriyle karşılaşacaktır. AKP kalırsa durumu daha da zorlayacağı, o tarafı da tam anlamda dikensiz gül bahçesine çevirmeye çalışacağı açıktır ki bu da önüne hangi eki koyarsanız koyun bir tür faşizm olacaktır.

AKP gider de yerine başka bir iktidar gelirse: AKP’nin gidişiyle eli daha da rahatlayacak olan “devlet” 20 yıllık AKP müktesebatıyla kendi “göreli özerkliğini” sentezleyip yeni iktidara ayar üstüne ayar verecektir. 

Peki, “biz” ne yapacağız?

Üzerinde şimdiden düşünülmesi gereken asıl soru budur.